•1•

245 15 3
                                    

Kanaması durmayan bacağını tutarak karaya çıkan kız pelerininin şapkasını başını geçirdi, acımasızlığı hisseden tüm bedeni acıyla titriyordu. Denizciler... gerçek de insanların düşündüğü gibi iyiler miydi?

Başını kaldırıp geldiği adanın ismine baktı, "Dressrosa." diye fısıldadı kısık sesiyle ve kalabalık alana doğru ilerlemeye başladı. Karnından gelen sesle dudaklarını ısırdı, kötü şeyler yapmaya zaten alışıktı. İyilik kavramı onun için hiçbir şey ifade etmiyordu...

Yavaş adımlarla ilerlerken, sokakta oyuncak robotlarla insanların birlikte yaşadığını gördü uzun saçlı güzel kız. "Bu adanın nesi var?" diye düşünmeden edemedi.

Tezgahın köşesinde duran adamın boynuna kıvraklıkla bir tekme savururken ellerinin tozunu çıkarmak istercesine çırptı, "Sonunda karnımı doyurabileceğim." deyip birkaç meyve alarak uzaklaşmaya başladı.

Kızın ne yaptığına kendi gözleriyle şahit olan müşterilerden bir tanesi "Hırsız!" Diye bağırdı. Bütün gözler kapşonunun içine saklamış olduğu meyvelerdeydi. Yerde buldukları taşları kıza doğru fırlatırken aynı zamanda da yuhluyorlardı.

Vücuduna gelen taşlara aldırmamaya çalışarak yürümeye devam etti, uzun bir süredir insanların söyledikleri umurunda değildi. Başına doğru gelen büyük taş, biraz bulanıklaştırmıştı görüşünü.

Halkın yeşil saçlara sahip güzel kızın başına toplanmasıyla Dressrosa'nın soyluları olay yerine vardı. Bayılmış olmakta olan kızı taşıyıp saraya götürdüler. Sinirli halkın söylediği tek şey idam cezasıydı. "Ona nasıl tekme attığını görmeliydiniz!" Diye avaz avaz bağırırken kızın uyanmasına karşın daha sertçe tuttular onu.

Etrafına bakındığında ellerini oynatmaya çalıştı, "Bu halkın da denizcilerden eksik kalır yanı yok anlaşılan!" Canının yanmasına karşın sesi oldukça yüksek çıkıyordu, "Bildiğiniz tek şey laf yapmak!"

Bileklerindeki acının daha da artması onu tutan kişinin tutuşunu sertleştirdiğini gösteriyordu."Uyandı baksanıza! Hadi ona sonsuz bir uyku verelim!" Bacağındaki derin yaraya gelen bir taş yüzünden ismi Monet olan kız acı dolu bir çığlık savurdu.

Her şeye rağmen yüzündeki nefret bir gram olsun azalmamıştı, bu özelliği soylulardan birine ülkenin kralı, Doflamingo'yu hatırlatmıştı. Nefretini bir an bile kaybetmeyen kız, yaralı bacağıyla onu tutan adamlardan birine sert bir tekme savurdu. "Bırakın!"

"Kaçmasına izin vermeyin!" Arkada sıra olmuş asker görünümlü hizmetkarlar kızın ince bileklerine tam oturacak bir çift kelepçe taktıklarında Monet kıpırdayamaz olmuştu.

Bütün halk iğrenmiş gözlerini ellerinde kelepçe olan kıza çevirdi. Halkın insanları aralarında fısıldamış olsalar dahi hizmetkârların kulaklarına doldu, tüm dedikodular.

"Tıpkı ona benziyor," İnkar edecek kimse yoktu.Büyük bir çığlık koptuğunda herkes farkındaydı bunun acıdan olmadığının, öfkesini kusuyordu güzel kız. Üst görevlilerden biri hizmetkarlara bakıp konuştu, "Kolezyumdaki idam alanına götürün. Doffy orada olacak."

Kızın kendinden emin bakışı onu bile korkutmuştu ki, o bakışları bir saniye daha görmek istememişti.

"İdam da ne demek oluyor!? Ben bir şey yapmadım!" Diye iç geçirdi. Hizmetkarlar duymuş olmalarına rağmen görmezden gelerek emirleri uyguladılar. Eğer gerçekten hiçbir şey yapmamış olsaydı bile Doflamingo'ya karşı gelmek hayatlarının sonunu getirirdi. Onların da birlikte olmak istedikleri aileleri vardı. Hiç kimse ölmeyi istemiyordu.

İdam alanına geldiklerinde elleri arkaya dayatılan kız onun canını alacak askerle göz göze geldi ve sinirle kapattı gözlerini, bir kez daha açtığında onu incelercesine bakan ülkenin kralıyla, Doflamingo ile karşılaştı.

"Yemin ediyorum ki pişman olacaksınız!" diye bağırdı en yüksek sesiyle, kendi ses telleri bile acımıştı. "Burada ölsem bile tekrar doğacağım ve ne denizcilerin yaptıklarını, ne de sizin pislik yüzlerinizi unutacağım!"

Nefesi titrerken alandaki insanların ona korkuyla baktığını fark etmişti son kez. Kocaman koltuğun üzerinde dikilen adam bakışlarını kızın sinirle dolup taşan gözlerine dikti. Elini çenesinin altına dayarken üstten bakmaya devam etti.

"Karşındaki yüce efendimiz! Onunla düzgün konuş, o yedi savaş lordundan Donquixote Doflamingo!" Askerlerden birisi kızın saçını çekip idam sehpasına soktu ve önüne de kanın ve kellenin düşmesi için geniş bir leğen koydu.

"Umurumda bile değil! Hepiniz aynı haltsınız!" diye bağırdı, "Bir ruhun kininden kurtulamayacağınızı bilerek sürdürün acınası hayatlarınızı!" diye bağırdı sonun yaklaştığının farkına vararak, gözleri sonuna kadar açıktı. Tek bir duyguyla bakıyordu etrafa.

First Meeting Story [DoNet]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin