BÖLÜM 2:
14 Ocak 1922
Gökyüzü yağmur mu yağsın yoksa kar mı karar veremiyormuş gibiydi. Havada ten ısırıcı bir ayaz vardı; William kabanına sıkıca sarındı ve soğuğu engellemek için omuzlarını boynuna yaklaştırdı. Elindeki küçük harita katlanmış ve kırışmış, nemden de yer yer lekelenmişti. William onu bir eline alıp iyice sıkıştırdı ve cebine koydu. Yukarı doğru bakınca üzerinde altın harflerle “The Flag and Three” yazan ve esen rüzgarla sallanan yeşil bir tabela gördü. Memnuniyetini belirten bir şekilde iç geçirdi. Kapıyı açınca üzerine birkaç damla yağmur düştü ve kapının üstündeki ziller şıngırdadı.
İçerisi sıcak ve loştu. William omzunu silkeledi ve üzerindeki kabanı çıkararak en yakındaki askılığa astı. Bar öğle yemeği vaktinden daha geç ve iş saati çıkışından daha erken olduğu için boştu. Sandalyelerin yarısı masaların üzerinde ters bir şekilde duruyordu ve köşede bir süpürge ile kova vardı. Tam ortada kızıl kıvırcıkları olan bir horultu yumağı uyuyordu. William köpeğin rahatlığına özendi.
“Merhabalar, ne kadar da kötü bir mevsimin tam ortasındayız öyle değil mi?”
William sesin geldiği yöne doğru döndü; gri saçları ve yeşil bir önlüğü olan yaşlı bir adam barın arka tarafındaki süslemeleri düzeltiyordu. Kırmızı yüz –ki William onu ilk görüşte tanımıştı- William’a gülümserken bir çift mavi göz ışıldadı; doğru yere gelmişti.
“Merhabalar, öğle saatinin geçtiğini biliyorum ama yine de yiyecek bir şeyleriniz var mı diye soracaktım.”
Karşısındakinin sesini duyar duymaz yaşlı adamın kaşları kalktı. “Bir yemek için oldukça uzak bir yerden gelmiş gibisin delikanlı?”
William dudaklarına en iyi gülümsemesini oturttu ve eldivenlerini çıkarırken, “Hıhı, çok iyi biftek yaptığınızı duymuştum da,” dedi.
Yaşlı adam rahatlayarak kahkahayı patlattı. “Eh biraz öyle, sanırım. Öyleyse içeri gel de bir bakayım bir şeyler kalmış mı.” Barın üstünü silerek William’a oturabileceği yeri işaret etti. Bir bardak alarak bira doldurdukları makineye yerleştirdi. “Guinness versem olur mu yoksa elma suyu gibi bir şey mi istersin?” diyerek genç adama sırıttı.
“Müşterileri sözle taciz…” William gülümseyerek devam etti. “İnsan kendini hemen evde hissediyor.” Adamın ona uzattığı bardağı kabul etti, köpüklü bira bardakta adeta parlıyordu.
Yaşlı adam döner kapıdan William’ın mutfak olduğunu düşündüğü bir yere girdi. Genç adam içeriye şöyle bir göz attı; bardaklar, sandalyeler, şişeler gibi şeylerle çok fonksiyonel, normal ve tanıdık bir yerdi burası.
“Sanırım biraz gecikmişsin delikanlı,” dedi yaşlı adam içeriden. “Sanırım elimde tek kalan şey biraz soğumuş yahni.”
William, “benim için sorun yok, teşekkürler” der demez midesi de bunu destekleyen bir gurultu çıkardı. Kural No 1: Gerçeklere her zaman yakın dur!
Birkaç dakika önünde bir tabak ile çatal-kaşığı hazırdı. “İşte, al bakalım.”
William kaşığını yemeğe daldırdı ve ağzına götürdü; yumuşak ve güzel bir tat. Yahniydi bu. “Burada bulunduğum süre içerisinde yediğim en güzel yemek,” dedi.
“Övgü senin istediğin her şeyi almanı sağlar evlat. Adım Sullivan. Gerald Sullivan.”
“Wiiliam Young,” diye karşılık verdi genç adam kaşığını elinden bırakmadan.