Bir Kim Seok Jin hikayesidir;
Uzun süre önce kalbimi çalan bu şehirde sert meltemler, yüzümü soğuk su misali kucaklıyordu sanki. İki yana açtığım kollarıma kan gitmediğinden uyuşmuş ve parmak uçlarım bembeyaz olmuştu. Göz yaşlarım, pınarlarımdan birer ikişer dökülürken aklımdan geçen iki kelimeydi. 'Ölüm ve Yaşam.' Bu çatının tepesine ne zaman çıkmış, bu raddeye kadar nasıl gelmiştim? Kim için bunu yapıyordum? Onun için mi? Mutluluğum için mi? Yoksa bir an olsun gülümsemek için mi? Her zerrem sızlarken beynimin çoğu kez bana oyun oynadığını düşündüm. İnsanların ilk defa bir çıkar uğruna benim yanımda olmadığına kendimi o kadar inandırdım ki, gözüme inen perde kalktığında hayata karşı olan umudum yerlerle bir olmuş, ruhuma da biri dokunsa milyonlarca parçaya bölünecekti, kalbime de! Bak kimse yok, kimsem yok. Ya hayatımı istediğim gibi yönetecektim ya da durmalıydı zaman. Nefesimlerim kesik kesik çıkıyor ve sıklaşıyordu. Okul çatısının dibinde ki ikinci kesime adım atmıştım. Dudağım keskin bir şekilde, umarsızca yukarı kıvrıldı. Gözlerim baygın şekilde açılıp kapanırken aşağıya odaklandım. Kimsenin bura da bu şekilde olduğumdan haberi yokmuş gibiydi. Ölümümden bile kimsenin haberi olmayacaktı. Hayatında annen, baban, ailen ve arkadaşların olmadıktan sonra malın mülkün hiç bir önemi yoktu. Varlıklıydım, zekiydim ama tektim. Genelde arkadaş olarak adlandırdığım insanlar, benimle işleri bittikten sonra ya bir yerlere kaçıyor ya da bir daha yüzüme bakmıyorlardı. En büyük hayalim olan psikolog olma fikri benden çok uzaktı. Genelde bu meslekte ki insanların hayatları güzel giderken, hastalarını da kendi moralleri ve enerjileriyle karşılıyorlardı. Bense tükenmiş ve yorgundum. İkinci adımımı da attığımda tamamen yukarıdaydım.
"Aman Tanrım!" Diye çığıran kız eliyle benim bulunduğum çatıyı işaret ediyordu. Önce kendi arkadaşları bana odaklanınca daha sonra bahçedeki bütün gözler bana dönmüştü. Yüzümdeki çarpık gülümseme silinirken farklı bir ciddiyete bürünmüştüm. Bu... bu çok garip bir his! İnsanların benim farkımda olması ve varlığımı bilmeleri. Sessiz ve sakin biri olmaktan artık sıkılmıştım. Kollarımı indirip onlara bakmayı sürdürdüm bazıları viyak viyak bağırırken bazıları ise olanları seyretmekle yetiniyordu ve bir kaçı da atlamam için tezahürat yapıyordu. Bir iki santim ileri gittiğimde arkamdaki kapının çarpma sesi dolduruyordu kulağımı. Hızla arkamı döndüğümden sadece onun yüzünü incelemek için bir kaç saniyem vardı. Beyaz teni, Kahve rengi saçları ve saçlarına uyum sağlayan o kara gözleri...
"Bekle!" Dengemi tamamen kaybettiğimde vücudum boşluğa düşerken elimi ona doğru uzatmıştım. Onu ve bu dört katlı okul binasını son kez aklıma kazıdım. Gözlerim tamamen açılmış ve vücudum aşağıya düşüyordu. Bütün hayatım gözlerimin önünden geçerken o an her şeyin bittiğini ve sonumun geldiğini düşünmüştüm. Açılan gözlerimi kapatıp olacakları bekledim. Ta ki bir çift kolu bulana kadar. Bitmiş miydi? Ölmemiş miydim?
Tuttuğum nefesimi bıraktığımda başımda keskin bir acı hissettim ve sonra vücudumun ağırlaştığını, göz kapaklarıma yorgun düştüğünü... olacakları anladığımda kendimi karanlığa bıraktım.
***
Başımda öten hastane cihazı beni bulunduğum bu karanlıktan uyandırmıştı. Gözlerimi aralamaya başlamış ve bununla birlikte baş ağrım da artmıştı. Zor da olsa gözlerimi açmayı başarmıştım ve etrafımı inceliyordum. Beyazın hakim olduğu hastane odasının bunaltıcı bir atmosferi... oldum olası hastanelerden nefret etmiş ve lanet okumuştum. Bir an ayaklanmaya çalıştım."Ahh!"
"Uyandın mı?" İşittiğim sese kala kalmıştım. Odada biri mi vardı? Başımı aşağıya çevirip ona baktım.
"S-Sende kimsin?"
Eli boynunu bulup ovduğunda gözleri hala gözlerimdeydi. Geniş omuzları, uzun boyu, beyaz teni ve o endamla bakan siyah gözleri. O kadar tehditkar bir havası vardı ki, bir kaç saniye bile baktığımda gözlerimi başka bir yöne çekememiştim.
Bu kimdi şimdi?"Beni hatırlamıyor musun?" Diye sorduğunda başımı hızla iki yana salladım.
"Kimsin sen? Neden buradayım? Neden canım bu kadar yanıyor? Ne oldu bana?" Gibi sorular yöneltmiş ve bunları uyarıcı bir ses tonuyla söylemiştim.
"İntihara kalkıştın! Okulun 4. Katından birinin kucağına düştün ve başına bir darbe alıp... sanırım hafızanı kaybettin."
Canımın yanmasını aldırmadan ayağa kalkıp başımda ki bantları ve kolumda ki serumu çıkarmaya çalıştım. İğneyi sertçe çıkardığım için bir kaç damla kan akmıştı ama önemi yoktu bir an önce buradan çıkıp gitmek istiyordum.
"Bekle! Ne yapıyorsun?" Beni durdurmaya çalışırken onu iteledim. Yanından geçip gitmek için hamle yaptığımda iki koluyla belimi kavrayıp ayaklarımı yerden kesmişti. Benden çok güçlüydü! Ona gücümün yetmeyeceğini biliyordum ama direnmeye devam ediyordum.
"Bırak beni! Bırak!" Kucağında debelenirken canım daha çok yanıyordu.
"Lanet olsun! Başın kanıyor."
Şakağımdan akan ılık kan üzerimde ki hastane kıyafetine damlıyor ve arada da belimdeki eline de damlıyordu. Ellerimi belime kentleşmiş ellerine götürüp birbirinden ayırmaya çalıştım. İşe yaramıyordu! Pes edip vücudumu hareketsiz bıraktım. Seslice ağlayıp önüme düşmüş saçlarımın sol kısmının kana bulaşmasını aldırmamıştım.
Yalnızlık daha çok acılarımızı, korkularımızı ve hatta pişmanlıklarımızı besleyen bir duygudur. İnsan bazen yalnızken öyle olaylar yaşar ki... Gecenin ıssız karanlığında ümitlerimiz tamamen tükendiğin de tek bir şey istiyoruz... bu hayattan tamamen silinmek! Ruhum tamamen bitmiş ve ufak zerrelere bölünmüştü. Tek dileğim tüm bunlardan kurtulmaktı. Gerçekten hafızamı mı kaybetmiştim? Annemler neredeydi peki? Babam? Neden gelmemişlerdi? Neden bu yabancı çocukla yalnızdım?
Beni yavaş yavaş kucağından indirdiğinde yatağa yaklaştım, oturup karşıya odaklandım. Ağlamama hıçkırıklarımda karışmıştı artık. Gizemli çocuk yanıma oturup elini destek amaçlı sırtıma yerleştirdi.
"Doktora uyandığına dair haber vereceğim tamam mı? Lütfen beni burada bekle."
Deyip ayağa kalktı. Kapıya ilerleyip çıkacağı sırada bana son bir bakış atmış ve koridora çıkmıştı.Neden beni bu kadar önemsiyordu? Hayatımda ki vasfı neydi bu gizemli çocuğun? Arkadaşım mı? Sevgilim mi? Dostum mu? Kimsin sen? Lanet olsun vücudum sızlıyordu. Kurumuş dudaklarımı ıslatıp tekrar ayağa kalktım. Camın yanına ilerleyip dışarıya odaklandım.
"Marin!" Adımı hiddetle söyleyen kadın sesine bedenimi döndürüp odaklandım. Az önce ki sinir krizimden sonra bütün dengem bozulmuştu. Ne tepki vereceğimi, ne söyleyeceğimi bilmiyordum.
"Sizde mi beni tanıyorsunuz?" Diye sormuş ve kaşlarımı çatmıştım. Bu endişeli kadının ardından doktor ve o çocuk girmişti.
"Jin! Ne oluyor burada?" Diye atıldı kadın.Bu çocuğun adı Jin mi? Kimsiniz siz? Bir çıkış yolu bulmam gerekiyor... ama önce hafızamı geri kazanmalıydım!..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ULTRA MARİNE
ChickLitSonbaharda yere düşen yapraklar gibiyiz aslında, şiddetli fırtınalarımız bizi nereye sürüklerse, nereye taşırsa orada barınır, orada sosyalleşiriz. Korkularımız, endişelerimiz ve hatta bütün pişmanlıklarımız bu yüzden oluşmaz mı zaten? Bu iklemlerin...