Jungkook önündeki köşe başını pek net göremiyordu. Kafası yerinde miydi, yoksa değil miydi onu bile bilmiyordu.
Bugün mekanı erkenden terk etmişti, içmişti de biraz. Tam da hatırlamıyordu aslında. İçmiş miydi sahi? Kaç kere bardağı ters çevirip koymuştu ve dolmasını beklemişti?
Berbat hissetmişti bir iki saat öncesinde, yalnız hissetmişti.
Mekandan çıktıktan sonra eve gitmişti ama duvarlar üstüne üstüne geldiği için dayanamamıştı. Ama sonra ne yapmıştı?
Gitar çalmıştı az, benliği hala ortada yoktu. Biraz da şarkı söylemişti ama sesi çok titriyordu.
Biraz hatırlıyordu sanki, biraz da evde içmişti. Ama hala benliği ortada yoktu.
Ağlıyordu belki de, belki de gülüyordu. Kim bilirdi?
Yavaş ve savsak adımlarla ilerliyordu. Köşe başına gittiğini düşünüyordu. Telefonunun ekranı fazla bulanıktı ve sanki sabit durmuyordu.
Sanki hiçbir şey sabit durmuyordu. Jungkook ise hiçbir şeye yetişemiyormuş gibi hissetti. Sakince durdu ve duvara yaslandı.
Gençti değil mi? Jungkook gençti, öyle hissetmek istiyordu. İyi olmak, mutlu olmak ve en çok da aşık kalmak istiyordu.
Hatalarını unutmak ve hataları affetmek istiyordu. Cesaret istiyor, bazen de biraz güç istiyordu.
İnsan isterdi, öyle değil mi? İstemez miydi yoksa? Ne önemi vardı, ne olacaktı ki?
Yanaklarından düşen anlamsız damlaları sildi. Onları dökmeyi sevmiyordu, onları birinin görmesi sorun değildi ama onları dökmeyi sevmemesi silen birinin olmamasıydı.
Onun tek destekçisi kendisiydi. Kendi kollarını kendine sarıyordu uzun süredir, yaşlarını da kendi siliyordu. Bu onu güçlendirmişti bir bakıma ama başka bir yönden de zayıflatıyordu.
Güçlüydü ama ruhunda fazla çatlak vardı. Bir gün kırılıp gitmesinden korkuyordu.
Başını yavaşça kaldırdı ve önüne gelen hafif dalgalı uzun tutamları dağıttı, görünüşünün böylece netleşeceğini ummuştu. Ama pek bir şey değişmiş gibi durmuyordu. Gece baya geç saatler olmalıydı çünkü dövmeci dükkanının parlak levhası artık ışık saçmıyordu.
Aynı kendisi gibi.
Yavaşça yaslandığı yerden aşağıya kaydı, birden dizlerindeki güç çekilmiş gibi hissetti.
Ne yapması gerektiğini, neden buraya geldiğini bilmiyordu. Gelmişti işte, bir şeylerin altında sürekli mantıklı bir neden aramak onu çok yormuştu.
Taehyung uyuyor olmalıydı. Bu yüzden telefonunun ekranına zorla bakıp onu uyandırmak istemediği için hala mekanda olduğu bildiği Jimin'i aramak için gözlerini ekranda sabit tutmaya çalıştı.
Hiçbir şey net değildi ve bu sinirini bozuyordu.
Ne hayatı ne bir sonraki saati belliydi. Birden telefondan yükselen sesle Jimin'i aramaya başlayan çağrıya bakmadan kulağına götürdü.
"Hyung, mekanda mısın? Neyse oradasın biliyorum, bir iki penamı masada unutmuşum biliyorum onları aldın, teşekkür ederim. Şey ben senden bir şey isteyecektim, şey..."
Birden durakladı ve dönen başı için biraz kendine zaman tanıdı.
"B-beni alabilir misin? Her zamanki köşe başındayım. Biraz içtim sanırım, tam hatırlamıyorum."
Sesler birbirine karışıyordu, gerçi pek dinliyor sayılmazdı ama ses gelmediğinin farkında değildi. Biraz bekledi, biraz daha, gözleri doluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
songs that i want to sing for you | taekook
Fanfiction[semi-texting] Hatalar arasında açan çiçekler bazen özür gözyaşlarıyla, bazen affedilme gülüşleriyle sulanırdı. Şimdilik kuraklık çekiyorlardı. heartsays: *ses kaydı* "Eğer bu sadece feromonlardan kaynaklanıyorsa, Keşke senin de benim için birazcı...