III

4K 48 1
                                    

  Ortalık, iyiden iyiye kararmıştı. Gece böceklerinin vagona dolmaması içinlâmbaları söndürmüşlerdi. 

Zehra, başını pencerenin kenarına dayamış, geceyi seyrediyordu. Karşısındadört beş yaşındaki torununu dizinde uyutmuş bir ihtiyar kadın yavaş sesle ezbereKur'an okuyordu.

Biraz evvel bu ihtiyar kadın, Zehraya epeyce dert yanmıştı İstanbulluydu.Altı sene evvel kızını küçük bir Anadolu kasabasına gelin göndermiş. Damadısarhoş ve ahlâksız bir reji kâtibiymiş. Zavallı kız, altı sene bu serserinin kahrınıçektikten sonra ölüm yatağına düşmüş. Annesi, onun ancak son gününeyetişebilmiş. Torununu bu sarhoş babanın yanma bırakmaya gönlü razı olmadığıiçin İstanbul'a götürüyormuş. İhtiyar kadın kızından sonra yaşamak istemiyordu.Fakat artık bu çocuğu büyütmek için dört elle hayata sarılmak vazife olmuştu.Zehra, onu derin bir teessürle dinleyip teselli etmiş, büyük annesinin dizindeuyuyan küçük öksüzün kıvırcık kumral saçlarını uzun uzun okşamıştı. 

Tren, karanlık bir ovadan geçiyordu. Akşam üstünden beri durmadan esenrüzgârın çıkardığı seslerle nihayetsiz bir deniz hissi veren bir ova... 

Sadece ufukta az yıldızlı bir göğün eteğinde uzakta sıra dağların hayaliseçiliyordu. Işıkları sönmemiş bir iki pencereden dökülen tozlu hafif aydınlığınerişebildiği yerlerde boş tarlalar, cılız, kuru ağaç iskeletleri parlayıp sönüyordu.Trenle yarış eder gibi uçan büyük bir kuşun gölgesi bir zaman bu ışığın içindekoştu, sonra yavaş yavaş geri kaldı, kayboldu. 

Zehra, gözlerini kapadı, eski günlerini düşünmeye, görmeye başladı. 

Hatıralarının en güzelleri, en eskileriydi. Çocukluğunun ilk seneleri, oldukça hoşgeçmişti. Ondan sonra acılar, ümitsizlikler, isyanlarla dolu bir işkence devresibaşlıyordu. 

Nihayet bir manevi felce uğramış gibi bu acılar duruyor, benliği ortadankayboluyor, artık sırf başkaları için düşünmeye ve yaşamaya başlıyordu. 

Çocukluğu Beylerbeyi'nde bir eski yalıda geçmişti. Bu yalıya iki yanındakiyüksek harap duvarlarda otlar bitmiş, boş, ıslak bir sokakta küflü bir demir kapıile girilirdi... Bahçeyi daima gölge içinde bırakan yüksek ağaçlar arasındaoymalı cephesinin boyaları dökülmüş, yüksek pencerelerinin bir kısmı perdesizeski bina, içeride döşeme tahtaları çarpılmış sofalar, küçük renkli camlankırılarak sade iskeletleri kalmış camekânlar... Trabzanlarının oymalıparmaklıkları dökülmüş yayvan merdivenler...  

  Zehra, evden hiç eksik olmayan misafir çocuklarıyle yukarı sofada oynardı. 

Tavanın bir kısmı içeri akan yağmurlarla silinmiş, bir kısmı parça parçamuşambalar halinde sarkmış boyalı resimler hâlâ gözünün önündeydi.  

Sonra ailesi... Denize bakan pencerenin yanında, yayvan bir kerevetinüstünde, başında yeşil başörtüsüyle daima dikiş diken, Kur'an okuyanbüyükannesi... 

O, ne iyi, ne temiz bir kadındı... 

Dünyada evlâtlarını mesut görmekten başka bir arzusu yoktu. Fakat ne çareki kızları çok ahlâksız adamlara düşmüşlerdi. Büyük kızı Ruhsar'ın kocasıtüccardı. Hali vakti yerinde bir adamdı. Fakat karısına karşı çok zalimdi. Birkaçdefa onu saçlarından tutup yerlerde sürükleyerek dövmüştü. Sonra, çok sarhoşolduğu bir gece zavallı kadını tabancayla öldürmüştü.

Bu adam, on beş sene hapse mahkûm edilerek Akkâ zindanına gönderilmiş,bir iki sene sonra oradan ölüm haberi gelmişti. 

Zehra, Ruhsar Teyzesini tanımamıştı. Çehresini sade büyükannesininodasında asılı resminden bilirdi. Dertli anne, çocuğunun fotoğrafına bakmayatahammül edemediği için bu odaya hiç girmezdi. 

AcımakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin