Gece eğlenceli falan olmadı.
Jongin saat on iki civarı, herkes uykuya daldığında tıpkı söz verdiği gibi Kyungsoo'nun odasına gitti. Sert görünüşünün ve açık reddeden tutumunun aksine tüm kadınlar gibi Kyungsoo da Jongin'den etkilenmiş olmalı ki, kapısı açıktı. Hafif bir gıcırtı ve adım sesleriyle içeri girip kapıyı yine rutin sesiyle kapattı. Ay ışığının geniş pencereden girip gölgeler oluşturarak oyalandığı, kendine sırt çevirmiş kabartıyı gözlerini kırpmadan birkaç saniye boyunca seyretti.
O yorganın altında yatan güzel bedeni bilmek, belki de ilk defa tanımaya çalışacak insan olmak Jongin'e kendini sarhoş gibi hissettiriyordu. Bütün bunları kafasında kurguluyor olamazdı; yani Kyungsoo'nun karşısındaki bütün bu tavırlarını: kaşlarını çatışı, gözlerini süzüşü, dudak büküşü, en ufak hamlede boynundan yükselen kızıllığı ve elini saçlarına atınca vücudunu narince tavaf eden titremeyi. Eğer biraz da olsa önceden düşündüğü gibi zeki biriyse, bu gece buraya gelmesinin sadece hesap sormak için olmadığını algılamış olmalıydı. Kapı da pozitif bir ilginin kanıtı değildi de neydi o zaman?
Bütün bu düşünme faslının artık kendine yettiği kanısına varınca, yavaşça yatağa doğru bir adım attı. Gerisi de ilk adımı takip etti. Baş ucuna vardı ve yorganı hafifce kaldırdı. Yatakta yatan bedenden hafifçe bir ürperti geldi ve yorganı geri çekti, yine uyumaya devam etmek ister gibi Jongin'e sırtını dönüp uzandı.
Jongin uyanması için yorganı tekrar kendine çekti ve aynı anda kulağına yaklaşıp "Kyungsoo," diye fısıldadı. "Benim tatlı küçük Kyungsoo'm, uyanma vakti."
Kadın açılan yorgandan rahatsız olup yorganı tekrar çekti ve uyumaya devam etti.
Bu tavır artık Jongin'in canını sıkmaya başlamıştı ve sabrının son demleri de hiçbir şey olmamış gibi uyuyan kadından bir horultu kopmasıyla tükendi. Jongin "Kyungsoo," dedi sinirle ve yorganı alıp yere attı. Tam o anda kadın yüzü tavana bakar şekilde döndü ve Jongin onun yüzünü gördü. Yine aynı kadın, Kyungsoo olmayan o kadın, o anda uyandı ve uykulu gözleriyle odasına girmiş kendini zorla uyandıran lordla yüz yüze bakışırken buldu.
Ve en kötüsü çığlık attı.
Jongin ne yapacağını bilemeyerek elini kadının kuru dudaklarına bastırdı ve "Dur lütfen dur," diye yalvardı. "Bir yanlış anlaşılma oldu!" Boşta kalan eliyle de kendini yarım yamalak ifade etmeye çalışıyordu.
Bu tabiki de kadını durdurmadı, aksine kadının çığlığı elinin altında daha da yükseldi ve zavallı kadın can havliyle Jongin'in ağzını kapatmış elini ısırdı. Jongin acıyla elini geri çekti ve "Imdaaaaat!" diye bir seslenme odada çınladı. Bu seferden sonra Jongin hiç şansı kalmadığını biliyordu. Bu yüzden de hızla ardını döndü ve hemen karşı odada kalan kız kardeşine koştu. Genç kız da uyanmış, uyku sersemiyle etrafa bakınıyordu.
"Abi sen de o sese mi uyandın?" diye sordu yarı kapalı gözleriyle.
Jongin "Yoo," dedi kapıyı ardından kapatıp ısırık yüzünden sancıyan elini ardına saklarken. Beti benzi solmuştu ve nefes nefeseydi ama kız kardeşinin bunu algılayamayacak kadar geçkin olması başına gelmiş en iyi şeydi galiba. "Ben sadece yürümeye çıkmıştım, bir sana bakayım dedim."
Genç kız kafası karışarak "Yani o sesi sen de duymadın mı?" diye sordu.
"Ne sesi?" diye sordu Jongin anlamazdan gelerek.
Tam o anda sanki yalanlarcasına birisinin duvarlara çarpa çarpa yürüme sesleri duyuldu. Dışarıda birkaç kişi toplanmıştı bile. Birisi "Neyin var, Charlotte?" diye sordu. Tiz bir kadın sesiydi. Kyungsoo'ya ait değil. Ya da küçük sıçan mı demeliyim? "Beti benzi atmış, gulyabani ya da başka bir şey mi gördü acaba?"
Kız kardeşi "Bu sesten bahsediyorum," diyerek yorganı kaldırdı ve kapıya atıldı. İşaret parmağıyla karşı odayı gösteriyordu. Jongin onu havadaki kolundan kavradı ve yatağa geri oturttu.
"Ne sesi, uyurgezer misin sen? Ben bir şey duymuyorum da?"
"Su, su getirin zavallı kadıncağıza!"
"Abi ... sen?" Junhee neler olduğunu anlamak ister gibi uzun uzun Jongin'e baktı.
Genç adam sıkıntıyla iç çekerek "Lütfen," dedi. "Lütfen kimseye burada olduğumu söyleme."
Kapının yalıtımına rağmen yüksek sesle bir böğürtü duyuldu. "Dağ danası gibi kapkara bir şeydi!" Jongin yüzünü ekşitti, Junhee'nin manalı bakışlarıyla karşılaşmamak için çenesini kasarak başını sağa çevirdi. "Kocamandı, galiba bir şeytandı! O kadar kuvvetliydi ki, tek hamlede boynumu kıracak sandım!"
Yüzünü görmese bile Junhee'nin suratındaki sırıtmayı hisseder gibi oldu. "Dağ danası mı?" Bir kıkırdama, ardından bir diğeri ve sonunda bir kahkaha... Jongin gözlerini devirmeden edemedi. "Sana domuz dedi! Kara domuz!"
"Junhee, lütfen!" Jongin bozularak kardeşini uyardı.
Sonunda kız kardeşinin kıkırtıları yavaşladı ve tükendi. Genç kız yavaşça bir nefes alarak abisini çenesinden kavradı ve yüzüne bakmaya zorladı. "Bütün bu şamatayı bir kenara bırakırsak ciddi konuşma vaktimiz geldi." Tek kaşını kaldırdı. "Sence de öyle değil mi?"
"Şimdi değil," diye cevapladı Jongin kendini çok yorgun hissederek. Aklına ilk başta gelmesi gereken, telaşla unuttuğu soruyu dile getirdi. "Sadece bir şey sormak istiyorum."
Junhee'nin kaşı sinir bozucu bir biçimde biraz daha yükseldi.
"Kyungsoo'nun odası... hemen karşı taraf değil miydi?"
"Abi sana inanamıyorum!" Junhee olayın ne olduğunu anlayarak sinirle gürledi. "Bu işleri bırakacağını söylemiştin!"
Jongin yatıştırmak ister gibi Junhee'nin kolunu okşadı. "Gerçekten öyle bir şey değil." Külliyen yalan. "Sadece bazı şüpheli hareketleri vardı, onları teyit etmek istedim."
Junhee yüzünde şüphe dolu bir bakışla "Gerçekten sen de öyle mi düşünüyorsun?" diye sordu.
"Sen de derken?"
"Mutfaktaki kadınlar," Junhee sanki gizli korkunç bir efsaneyi açıklıyor gibi sessizce konuştu. "Onun geceleri koridorlarda gezindiğini söylüyorlar, bazen gizlice dışarı çıkıyormuş. Ayrıca karşı odada kalıyor olması gerekiyordu?"
"Ama kalmıyor," Jongin kafası karışarak söyledi.
"Çok garip."
Jongin düşünceli bir tavırla onayladı. "Çok garip."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
baby, its you
FanficJongin, kız kardeşi Junhee'nin mürebbiyesinde bir terslik olduğunun farkındaydı. Kaisoo mini fic(M)