Okula geldiğimde çıkış kapısına doğru yürüyen birini gördüm. En başta Sena olduğunu düşünsem de daha da yakınlaştıkça onun bir erkek olduğunu farkettim. Çıkışa yaklaştığında yüzünü net bir şekilde gördüm. Bu Mikey'di. Dalgındı. Arabayı farketmesini bekledim ama önünden geçerek boş yolda yürümeye devam etti. Burada gecenin bu saatinde hala ne halt yiyordu bu? En azından telefonunu açabilirdi. Belki de onun sorumsuzluğu yüzünden şimdi Sena'ya bir şey olmuştu ve biz ona yardımcı olamıyorduk.
Öfkeyle arabadan inip kapıyı bomboş sokakta yankılanacak şekilde kapattım ve hızla ona doğru yürümeye başladım. Sesi duyunca olduğu yerde durdu ve yavaşça arkasına döndü.
Gözlerini şaşkınlıkla aralanmıştı. Duyabileceğim bir mesafeye geldiğimde "Brooklyn burada ne arıyorsun? Biraz yalnız kalmak istiyordum. Bunun neyini anla- "
Yanına vardığımda hiç beklemeden sözünü yarıda keserek arabadan indiğimden beri sıktığım yumruğu yüzüne geçirdim. Sessiz bir küfür mırıldandı.Yana doğru hafifçe savrulan suratını tek avcunun içiyle tutarak ne olduğunu anlamaya çalışırcasına bana döndü.
"Dostum,derdin ne senin? Neler oluyor? " dedi kaşlarını kaldırarak.
"Sena nerede?" diye sordum. Bu soru karşısında bir adım geriledi, sanki az sonra kaçmaya başlayacakmışçasına. Daha yüksek bir sesle soruyu tekrarladım.
"S-sen neler olduğunu biliyor musun? " diye sordu.
"Bu kadar yeter. Buna zamanım yok anlıyor musun? Gevelemeyi bırak.Onu en son ne zaman gördün?"
Üstündeki mayhoşluğu atıp saate bakmak için telefon ekranını açtı. Sonra tedirgin aynı zamanda garip bir ifadeyle yüzüme bakıp : "Sanırım 2 saat oldu." dedi. Beni aradığı saatle karşılaştırdığınızda arada 1 saat farkediyordu.
"Ne oldu?Neden ağlıyordu?" dedim.Bir şey demiyordu.Kafasını önüne eğmişti. Ceketinin iki yakasından tuttum. "Tanrı aşkına cevap ver Micheal. " dedim. Bir anda kendine yeni gelmişçesine beni geriye doğru itti.
Mikey'nin ağzından
Brooklyn'in tavrı karşısında Sena'nın ona her şeyi anlattığını, onun ise bana hesap sormaya geldiğini düşünmüştüm ama burada bir gariplik vardı. Brooklyn çok endişeliydi, neler olduğunu bilmiyordu. Bu bilinmezliğin gitgide öfkesini ateşlediğini görebiliyordum. Sena'nın ağladığını nereden biliyordu? Onu görmüş müydü ya da telefonda mı konuşmuşlardı? Eğer öyleyse bile neden ona hiçbir şey anlatmamasına rağmen gecenin bu saatinde beni bulmaya çalışıyordu? Pardon burada bir değil birden fazla gariplik vardı. Sena bir şey anlatmadığına göre ben de anlatamazdım. Verilmesi gereken karar bana ait değildi. Ona bir şey söyleseydim de duruma yardımcı olacağını düşünmüyordum.
"Ben hiçbir şey bilmiyorum. Sena ile bir süre okulda kaldık. Ona biyoloji çalıştırdım ve biraz da sohbet ettik." kelimeleri döküldü ağzımdan birden.
Brooklyn kaşını kaldırarak : "Bu saatte mi? " diye sordu.Kendimden emin görünmeye çalışarak başımla onayladım ve devam ettim : "Bugün Bay ve Bayan Patel bir toplantı için Almanya'ya gittiler. Biz de geç saate kalmanın sorun olmayacağını düşündük." dedim.
"Her gün onunla eve yürümüyor musun? Bugün bu saatte niye yalnız başına gönderdin?" diye sordu kaşlarını kaldırarak.
"Brooklyn beni suçluyormuş gibi konuşmayı kes, Tanrı aşkına.. Bugünlük kendi yürüyeceğini söyledi. Biliyorsun yalnız yürümek onu rahatlatıyor."
Şüpheli gözlerle yüzümü süzdü. Kafam zaten karmakarışıktı. Endişelenmiştim. Parçaların bir kısmı hala eksik kalıyordu.Tanrım.. Sena'ya bir şey mi olmuştu? Neler olduğunu öğrenmeliydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
End Of The Story Of Us
Fanfiction|a fanfic edition for micheal cobban| This book is dedicated to all Roadies but especially Turkish Roadies <3