Saat on iki

209 26 15
                                    

Saat 11'e gelmek üzereydi. Çok tutmayan kafemi sadece zevke işletiyordum ve elbette o yabancı için. Gelmesine çok kalmamıştı, gözlüyordum her gün yolunu. Tek kulağına taktığı airpods'u, boyamaktan yıpranmış saçları -kafeye çok kez farklı renk saçla gelmişliği vardı-, salaş bir giyim tarzı vardı. Dışarıdan bakınca umursamaz bir tipti benim için ve ben insanlara dışarıdan bakıp yargılamayı kesinlikle sevmiyordum. Beni bu denli etkileyen bu çocuk için, en iyi malzemelerimi kullanıyordum. Tabi ki fark etmiyordu...

Kapıyı açtığında gelen sesle kafamı kaldırmıştım anında. Her zamanki yeri olan cam kenarındaki deri koltuklu masaya oturmuştu. Bu yabancı daimi müşterimdi ve o masaya en çok o yakışıyordu.

Menüyü ona götürmeden arka tarafa, atölyeme gittim. Ona sormadan istediği kahveden götürüyordum her gün. O ise minik bir tebessüm bile etmiyordu. En iyi malzemelerimle hazırladığım fazlaca sıcak olan kahve hazır olduğunda terleyen ellerimi önlüğüme sürdüm ve en köşedeki masaya ilerleyip dökmemeye çalışarak masaya koydum.

"Afiyet olsun efendim."

Beklentiyle yüzüne bakıyordum, sesini duymak istiyordum lakin o beni tekrardan hayal kırıklığına uğratmış, hafifçe başını sallayarak beni cevaplamıştı her günkü gibi. Derin bir nefes alarak kasaya geçtim. Burası en iyi gözüktüğü yerlerdendi, iş yapıyorum sandığından ona baktığımı fark etmiyordu bile. Belki etmesi daha iyi olurdu ama beni fark etmesi imkansız gibiydi. Onun için yok gibiydim.

Yaptığım sıcak kahveyi içerken gözlerini büyütmüş ve dudaklarını büzerek üflemeye başlamıştı. Tüm gün boyunca bu manzarayı bekliyordum. Ödül gibiydi benim için. Minik et parçalarını öne büzdüğünde tüm o yarattığı umursamaz havası gidiyordu.

Eh daha ne diyebilirim ki? Sen çok güzeldin.

Zorluklarla soğuttuğun kahveni ağır yudumlarla içmeye başlamıştın. Yanındaki cam aralıktı ve yüzüne mayhoş edici bir rüzgar vuruyordu. Rahatsız olmanın aksine hoşuna gitmiş gibi duruyordu. Saçların kenarlara doğru uçuşmamak için direniyordu rüzgara karşı. Bu anı resimlemek geçti içimden. Ömrüm boyunca saklamak...

Kahven bitmeye yakın çenesini eline yaslamış, kolunu masaya koymuştu. Gözleri kapanmak üzereydi. Yorgun gözüküyordu. Ne yordu ki onu bu kadar? Ağır bir işte mi çalışıyordu? Psikolojik miydi yoksa? Keşke destek olabilseydim ona. Fakat sen bana bir teşekkürünü bile çok görüyordun yabancı.

Uzunca bir süre uyanmasını bekledim. Saat 12'ye geliyordu bu sefer. Uyanmayacak gibiydi. Bense anlık bir cesaretle masana kadar gelmiştim ve ne yapacağımı bilmiyordum. Uyandırırsam kızabilirdi ama bıraksam sabaha kadar uyuyacak gibi gözüküyordu. Bugün kaçıncı kere yaptığımı bilmeden yeniden derince bir nefes aldım ve hafifçe omzunu dürtükledim.

"Efendim, sanırsam uyuyakaldınız."

Hareketlenmeye başlamış elimi hızlıca omzundan ittirmiştin. Rahatsız olacağını düşünmemiştim...

Masaya bir miktar para bırakıp kafenin tuvaletine ilerlemişti beni ne kadar kırdığını bilmeden. Tahminimce yüzünü yıkayacaksın.

Başımı yukarı kaldırıp akacak olan göz yaşlarımın dinmesini engellemeye çalışıyordum. Başarılı da olmuştum. Kafeyi kapamak için onu bekliyordum. Benimde çokça uykum gelmişti.

Nihayetinde tuvaletten çıktığında öncelikli sen ardından ben kafeden çıktığımda kapıdaki zinciri kitlemiş, arabana binecek olan yabancıya dönmüştüm.

"İyi geceler efendim."

Elimi iten bu adama daha ne kadar yüzsüzlük yapabilirdim bilmiyorum. Yüzündeki garip ifadeyle bana bakarken konuşmak için ağzını aralayıp yeniden kapatmıştı. Ne diyeceğini toparlamaya çalışıyordu sanırsam.

"Öyle bakma da arabaya bin, seni de evine bırakayım."

Sikeyim. Oldukça ciddi gözüküyordu ve ben titreyen ayaklarımla daha ne kadar ayakta kalabileceğimi hesaplayamıyordum...

Special for you: TaegiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin