2.Bölüm - İtiraf

645 54 31
                                    

Mezar taşlarında ölüm ve doğum arasına koyulan o kısa çizginin, bir ömürü kaplayaşını ne anlamış, ne doğru bulmuşumdur. 50-60-70-80 yıldan belki daha fazla, belki çok daha az bir sürede benliğimizi oluşturmuş, bizi biz yapan birkaç şey benimsemişizdir. Resmi olarak her ne kadar '18 yaş' kavramı olsada, insanoğlunun kendiyle tanışması en geç dört yaşında başlar diye düşünmeden edemiyorum. Ne kadar yaşayacağımızı bilsek, o kısa çizgiyi bir sürü mutlu anıyla doldurur, öbür dünyaya huzur içinde giderdik. Ancak kader, ağlarını yaşamımızın üzerine öyle bir örtmüş ki, ağların üzerini bırakın görmeyi, hissedemiyoruz bile. Bu yüzden kendimizi olabildiğince mutlu etmeye çalışıyor, ama her seferinde acıları doldurmak için bıraktığımız kuyuya yuvarlanıp, o kısa çizgiyi kendi lügatımızda "akışına" bırakıyoruz. Oysa hayat, kaderin bize bıraktığı kapıları bulup, hangisinin doğru olduğunu seçme durumundan öte birşey değil. 

Çok inançlı bir insan olduğumu düşünmeyin. Ama kadere inanıyorum. Kaderi, Tanrı'nın bize bıraktığı kapıların arkasında kalanlar olarak görüyor, bahsettiğim kısa çizgiyi kapılara giden aşama ve seçme sürecinden farklı bir şey olarak düşünmüyorum. Bazen seçme hakkımızın elimizden doğuştan alınışının verdiği farkındalıkla yüzümü buruşturuyor; kendi çapımda isyan hazırlıkları içine giriyorum. Hepimizin, evlenmek, çocuk yapmak, kariyer sahibi olmak, okumak üzerine kurulu hayatına bir farklılık katmak istediği bariz bir şekilde ortada olsada, 'kimse kaidelere karşı çıkamaz!' anlayışı yüzünden geri adım attığımızı biliyorum. "İyi ama ben farklıyım! Benim seçimlerim, hayatım farklı. Düşünce yapım, maalesef herkesinkiyle aynı değil!" deme isteğimizin de günden güne yoğunlaşıp, en sonunda sinir olarak çıktığınında farkındayım. Tüm bunları dile getirmek belkide dünyanın en zor işi, karşımızdakinin bize 'ucube' gözüyle bakacağını bilmekse en gurur kırıcısı! Ama şu aptal gurur yüzünden içimizdeki insanı esir tutmaya ne gerek var? Varsın 'ucube' olalım. Yeter ki direniş olsun bu monotonluğa, sürü psikolojisine, güçlü olanın, çok olanın azınlığı ezme durumuna. 

Ve ben, günlerden bir gün tüm bu düşüncelerimi dünyadaki en hoşgörülü ve saygılı insana açmaya karar verdim. Anneme. Herşeye pozitif bakmaya çalışan, bu bilgili, halk dilinde "okumuş" kadın; kızının eşcinsel oluşuna başta çok fazla şaşırmış olsada, onu asla ve asla yargılamamış; az önce bahsettiğim tüm bu düşünceleri dolamaçlı bir yoldan kızına anlatmıştı. Meğer, kendisi de insanın seçimlerinin toplumda yargılanma korkusu yüzünden atlatılmasına kızıyormuş. İnanın bana, kararlarınıza saygı duyacak bir annenizin olması, güzel olan tüm şeylerden daha güzel. 

Her ne kadar annem bu durumuma saygıyla yaklaşmış olsada, 'ebeveyn' değilde 'ebeveynler' in oluşu, durumu benim için kat be kat zorlaştırmış, bir kızın babasıyla nasıl böyle bir konuda rahatça konuşacağını günlerce düşünmeye zorlamıştı. Sonuçta kendimi hazır hissettiğimde babamın karşısına geçmiş, durumu en basit haliyle ona aktarmaya çalışmıştım. Bu konuşmada ağzımdan benden habersiz kaçan "Eşcinsel olduğumu düşünüyorum." cümlesi, babamı "Bu büyük bir karar, hayatın adına aldığın her karar gibi. Ama eğer üzüleceksen, sakın bu işe girme derim. Bir ömür böyle geçmez." demeye sevk etmiş, zihnimde yeni bir kargaşanın başlamasına sebep olmuştu.

Eşcinsel oluşumu farketme -yada düşünme- sürecinde uzun süre bu durumun üzerimdeki etkilerini düşünmüş, araştırmış, sürüsüyle kitap okumuştum. En zoru, kendine itiraf etme kısmıydı ve ben bunu, birkaç şey karaladığım defterime eğik harflerle yazmıştım. Sanırım eşcinselim. Bakın. Orada bile "sanırım" kullanacak kadar kararsız bir kişiliğim var. Ama bu seçim yapmama engel mi? Değil. Kendimde farkettiğim ufak değişikliklerin yanı sıra, değişiklik olmamasınıda wikipediadan bulduğum "Kişinin kendini tanımlaması veya kendine biçtiği cinsel kimlik, davranışlarıyla örtüşmüyor olabilir."  cümlesiyle örtmüş, yine kendimi haklı bulmuştum. 

KOYUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin