6.Bölüm - Boşluk

278 27 8
                                    

Kalbin, zihnin kontrolünden çıkması mıdır aşk? Gözlerin, başka gözlerle buluştuğu o tarifsiz anda gelen mutluluk hissi midir yoksa? Ya da daha genel bir tanımla 'En mutlu olduğumuz anda, en sevdiğimiz insanın yanında alınan yaralar' mıdır? Hiçbir anlamı birbiriyle uymayan, kelimelerin kifayesiz kaldığı bir bütün aslında aşk. Gözler ve kalp, o kapıyı çaldığında ne yapacağını şaşırır. Zihnin kontrolünden çıkar.

Aşık mıydım ben? Kalbimi ele geçiren bu lanet his neydi? Tanımı var mıydı? Yoksa her dilin bir kaç harfi birleştirip söylediği basit kelimeler miydi bilmiyordum. Kararlarımı, hislerimi ve davranışlarımı hiç bir zaman anlayamazdım zaten. Zihnimde uzun uzun tanımlar bulup, bunları kendime itiraf edemezdim. 'Böyle olmamalıydı.' diye söylenirdim. Ama olmaması gereken şeyin ne olduğunu bile bilmezdim. Kendim hakkında bildiğim tek bir şey vardı. Bir 'buz' olduğum. Buzlar katılaşmış su kütlelerinden başka bir şey değildi. Bende içine nefes üflenmiş et yığınıydım. Aramızda bir fark yoktu. Benim yaşama zorunluluğum olması dışında.

Ölümü isteyen bir insan değilim. Onu arzulamıyorum. Arzulayacak kadar acı çekmedim çünkü. Çektiğim acılar da yalnızca benim eserim. Buz olup insanların dokunduğunda üşümekten korktuğu bir şey haline geldim. Kendi isteğimle. İnsanlardan korkmak, düşünüldüğü kadar korkunç, acınası. Zavallının tekiyim bende. Korkak, aptal bir zavallı. Canım acımasın diye katmanlar ördüm üstüme. Eğer buzuma dokunurlarsa bana acılarını bırakacaklar sandım. Acının ne olduğunu bile bilmeden.

Bu hipotezimi bir olgu haline getirmeyi hiç düşünmemiştim. Benim düşüncem, bana kalmalıydı. Ama istemeden de olsa adım atmıştım bu bataklığa. Kalabalığın arasına girmiştim. Belki de kalabalıkların içinde yalnızı oynardım. Hiç fena fikir değildi. Ta ki, bunu asla başaramayacağımı anlayana kadar.

İster istemez kalp diğer yarısını arıyordu. Başıboş bir bedene ruh olmak kolay şey olmamalıydı. Sanırım bu yüzden kendimi yakın hissetiğim ilk insana bu kadar içten bağlanmıştım. Hemde saniyeler kadar süren bir zaman diliminde.

Yunan mitolojisine göre insanlar dört kol, dört bacak ve iki yüzü olan bir kafa ile yaratılmıştı. Güçlerinden korkan Zeus onları ikiye ayırmış ve onları hayatları boyunca diğer yarılarını aramaya mahkum etmişti. Diğer yarısını bulduğunda "aşk" insanları birlikte tutmuştu.

Belki de 'aşk' bir efsaneydi. Ve ben o efsaneyi yaşıyordum. Kutsal bir şey olmalıydı bu duyguyu hissedebilmek. Diğer yarımı bulacak kadar şanslı olmam neyi gösteriyordu emin değildim. Emin olana kadar da kendimi bununla avutabilirdim sanırım.

Diğer yarıma bakarak da avutabilirdim aslında. Sadece düşünmek yetmezdi değil mi? Kanlı canlı görmek istiyor insan diğer yarısını. Benimki şimdi gerçekten 'kanlı canlı' duruyordu karşımda. Koyu kahverengi gözleri, aynı tonda saçları, bembeyaz ve pürüzsüz yüzü, hafif aralık duran toz pembe rengi dudaklarıyla olduğumuz yere adeta bir görsel şölen veriyordu. Dışarıdan bakan biri için ahım şahım bir güzelliği yoktu, ama bana karşımda dünyanın en güzel kadını duruyormuş gibi bir his veriyordu. Ona baktıkça geri kalan dünyayı unutuyordum ama o, bana yalnızca kahverengi gözlerini bir defa gösterme şerefinde bulunmuştu. Ben ona bakmak için kavrulurken hemde. Belki de tanımadığı insanlara karşı soğuktu. Emin olamadım. Ve sohbete dahil olmaya karar verdim. Ne kadar olabilirsem işte.

Ağzımı açmamıştım, konuşmaya hevesli göründüğümü de zannetmiyordum. O zaman bana yöneltilen bu soru neyin nesiydi?

"Sende kendinden bahset biraz Erva. Selin seni tanımak istiyor." Kulağımı cızıldatan, sinir hücrelerimi halaya kaldıran bu ses yine dünyama karışmıştı. Hoop! Beni kendimle yalnız bıraksanız ne olacaktı yani? Bu aptalın dilini bir gün kesinlikle kesecektim. Sadist tarafımı uyandırıyordu Görkem. Ki ben sadistlerden hiç haz etmezdim, her insanın bir tarafının öyle olduğunu bile bile hemde.

KOYUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin