BÖLÜM 2

45 19 42
                                    

Yürürken kendimi bir boşlukta hissediyordum. Boşlukta koşar gibi. Kulaklığımı takarak o boşluğu doldurmaya çalıştım. Arctic Monkeys'in Do I Wanna Know şarkısını açtım ve sesi sonuna kadar açtım. Kulağımın müzik ile dolması beni mutlu ediyordu. Müzikle baş başa kalıyordum. Adımlarımı kaldırımdan çekip yola doğru attım.Karşıya geçerken bir elin kolumu kavradığını hissetim. Birden geriye doğru çekildim. Kulaklığımın teki kulağımdan düştü. Araba kornaya basarak bir anda fren yaptı. Şoför "dikkatli ol"diye seslendiğini duydum. Araba uzaklaşana dek tekerleklerin yolda bıraktığı sesi dinledim. Araba uzaklaşınca beni ölümden kurtaran kurtarıcıma teşekkür edebilmek için arkama döndüm. Döndüğümde bir afallama yaşadım. Leo'ydu. Gözlerinde korkunun gezindiğini görebiliyordum. Kolları sırtımı kavramış, göğüsü göğüsüme,burnu burnuma değiyor,nefesi anlıma dökülüyordu. "Helin iyi misin?" Diye sordu. Göğüsünün kalkıp inişini rahatlıkla görüyordum. Nefes nefese kaldığı açık açık gözüküyordu. Başımı sallamak ile yetindim. Yaptığım aptalcaydı. Araba varmı diye yolu kontrol etmeliydim. Yakınında olmaktan istifade yüzünün her bir santimini incelemeye çalıştım. Gözleri bir denizi andırıyordu. Çenesi ve kaşları oldukça kusursuzdu. Gözleri gözlerimi inceliyordu. Utanıp gözlerimi yere sabitledim. Kesin kızarmıştımda.Emindim. Gülümsemeye çalışarak "kızardın"dedi. Demiştim. Lanet olsun. Kollarından kurtulup çantamı yerden aldım. "Gitmem gerek" dedim. "Kurtardığın için teşekkürler,borçlandım galiba" diyebildim rüzgardan uçuşan saçlarımı zapt etmeye çalışırken. Ellerini cebine sokarak bu seferde o başıyla cevap vermek ile yetindi. Yürümeye tekrar başladığım da o kusursuz yüz geldi aklıma. Güldüğünde gamzeleri yanağında dans ediyordu. Gözlerimi kapatıp kendine gel dedim.kendine gel. Sordum kendime,niye düşünüyorsun ki daha bu gün tanıştın alt tarafı. Tek bildiğim ismiydi. Kafamı silkerek aklımdaki düşüncelerimden sıyrıldım.

Bir deniz gibiydim;kaybolup kıyıya vuran sonra da rotasını arayan. Fakat bir türlü de bulamayan...

Dükkana vardığım da büyükannemin yanağına bir öpücük kondurdum. "Bu gün ki işim nedir komutanım" diyerek asker selamı verdim. Başını sağ omzuna yaslayarak düşünür gibi yaptı "hmm acaba sakar ve bir o kadarda tatlı askerime ne görev versem"dedi. Gerçekten benim gibi bir askere ne görev verilebilirdi. Bende düşündüm.
Sonuçta bu dükkanda o komutan ve bende onun küçük askeriydim.

Tabiki de büyükannemin bana verebildiği tek iş kutuları taşımak ve depoya koymak olmuştu. Kutuları dikkatlice taşıyıp yerleştiriyordum. Akşam olmuştu. Gün nadıl bittiye bende öyle bitmiştim. Yorgunluk tüm bedenimi sarıyordu. Kollarımı ve bacaklarımı hissedemez hale geliyordum. Büyük anneme deponun anahtarlarını teslim edip dükkandan çıktım brni içi paydos saatiydi. Ne yazıkki büyükannem için daha zaman vardı. Gök yüzüne mavi bir örtü serilmişti ve üzerine yıldızlar serpilmişti. Hava sabah ki kadar boğucu değil aksine havaya tatlı bir serinlik hakim olmuştu. Soğuk olmadığı kadar sıcak ta değildi. İnsanlar bunu fırsat bilip dışarıya atmışlardı kendilerini ve sevdiklerini. Ben kendimi gezebilecek kadar güçlü hissedemiyordum. Dükkan yeterince yormuştu beni. Eve geldiğimde vücuduma hakim olan yorgunluk artmaya devam etti. Taki odama ulaşana dek. Çantamı yere atarak kendimide yatağa attım. Bedenimi ve zihnimi uykuya teslim ettim.

GELECEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin