Arabayı garaja koyup asansöre bindiler. Dörde bastılar. Eve geldiklerinde kapıyı ablası, Bahar açtı. Hoş geldin faslı ve sarılmalar bitince Mert gidip üzerini değiştirdi.Pijamaları çekti. Geçen doğum gününde annesi Star Wars'lu pijama takımı almıştı. Annelerin gözünde hep çocuk oluyor insan. Akşam yemeği, sohbet, çay, tatlı derken saat sekiz akşam 8 oldu. Güzel bir film ayarladılar. Leonardo Di Caprio'nun Sıkıysa Yakala (Catch me if you can). Film bitince iki guruba ayrılıp tabu oynadılar. Mert, annesi ve Tuğra bir takım; babası, eniştesi ve ablası bir takım oldular. Babası bu oyunda baya iyiydi. En zor kelimeleri bir şekilde anlatabiliyordu ve onun takımı kazandı.
Bahar,
''Oo saat geç olmuş, biz kalkalım. Yarın iş var.'' Annesi,
''Kızım kalın bugün. İşe buradan da gidersiniz. Ne sanki arabanız var altınızda.'' Kerem(eniştesi),
''Yok anne zahmet vermeyelim hiç.'' Mert,
''Kerem abi durun ya, zaten geç oldu. Kalıverin bugün. Abla ben geldim hem de.''
Kaldılar.
Mert o kadar yol gelmiş, harika bir gün geçirmiş ve yorulmuştu. Yatağını bile özlediğini fark etti o an, bir de mantığını durduran aşık kalbinin biraz dinlendiğini. Yeşim'i pek düşünmemişti yoldan sonra. Aile sıcaklığı ve huzuru sarıp sarmalamıştı, güvenle içine çekmiş, sevgiyle eğlenceyi harmanlamıştı. Her şey için şükrederken göz kapakları ağırlaşıyor ve kapanıyordu. Birkaç dakikaya kalmadan derin ve güzel bir uykudaydı.
Mutfaktan tıkırtılar, çok hafif bir şarkı ve ocak sesi duyuluyordu. Biber ve patates kızartmasının kokusu kapılar kapalı olasına rağmen eve yayılmayı başarmıştı. Bu hislerle bilinç düzeyi %9 arttı. Ama az sonra bilinç düzeyini %70 artırırken sinir katsayısını da artıracak bir şey gelecekti. 'Hadi Kalk, Mero Kalk!' şarkısıyla Tuğra geliyordu. Tabi suratına yiyeceği nazik bir uçan tekmeden haberi olmadan. On dakikalık bir uğraştan sonra o tekmecikten haberi oldu ve günaydın kavgası başlamış oldu.
Yaşlar kaç olursa olsun kardeş kavgaları hayatın değişmez bir gerçeğiydi. Amcaları ve babaları bile, hatta anneannesi ve annesinin dayısı bile ara sıra ufak kavgalar ediyorlardı.
Ateşkes ilan edilip Mert Tuğra'yı gıdıklarken annesinin sesi duyuldu,
''Herkes sofraya!'' diye bağırdı.
Tüm aile üyeleri uyanmıştı. El yüz yıkama trafiği de bitince kahvaltı masasına oturuldu.
Bu sofra Mert için oldukça lükstü. Aparttaki tek kahvaltısının ya aç bitir salam ya d omlet ve poşet çay olduğu göz önüne alınırsa, Bu bir ziyafetti.
Kahvaltıdan sonra babası işe gitti. Cumartesi mesai biraz daha geç başlıyordu. Babası bir devlet memuruydu. Herkes memur çocuğu olmaktan şikayet ederdi. Aslında bu hiç de kötü değildi. Borç harç olmadıktan sonra gayet güzel geçiniliyordu.
Odada torun isteme muhabbeti dönüyordu. Klasik ebeveyn şarkısı. Yeni evli çiftlerin üstünden eksilmeyen baskı.
Az sonra Kerem:
- Ben restorana uğrayım bi. Öğlen oldu neredeyse.
Bahar:
- Ben de işe gideyim. Çocuklar yarım saate gelme başlarlar.
Kerem:
- Tamam canım, hazırlan çıkalım.
Onları uğurladılar. Annesi de işinin başına geçti. Homofis çalışıyordu. El işi ve örgü bebek yapıyor, instagramdan satıyordu. Pek kazanmıyordu ama zaten derdi para değildi. Bunu yapmayı seviyor, aynı zamanda ev geçimine ufak tefek katkı sağlıyordu.
Yarım kalan örgü bebeği de tamamladı. Bunu yaparken ciddden eğlendiği belliydi. En sevdiği ilahiyi açmış, bir yandan eşlik ediyor bir yandan bebeğin kıyafetini düzeltiyordu. Sonra fotoğrafını çekti. Paylaş yerinden instagram'a tıkladı. Altına da ''Biraz uğraştırdı ama değdi'' yazıp gülücük emojisini de unutmadı. Son olarak fiyatını da yazdı ve paylaştı.
Bu sırada Mertle Tuğra zula ve pubg oynadılar.
Sonra Mert dikkatini zar zor toplayarak ders çalışmaya çabaladı. Bir yanı sürekli acıyor, onu özlüyordu. Bu nasıl bir şeydi... Daha doğru düzgün tanımadığı birisini nasıl bu kadar özleyebilirdi. Aşk dedikleri bu muydu? Görüntüsü, sesi, her bir şeyi hafızasına nasıl kazınmıştı böyle. Zihni onunla meşgul, alyuvarları ''Seviyorum!'' diye bağırırken o; anatomi dersinin notlarını okuyup özet çıkarmaya çalışıyordu.
Frontal korteksin işleyişi hakkında bir makale okurken atomları ona Yeşim'in adını fısıldıyordu. Utanmasa böbrek, dalak falan da katılacaktı.
Öyle böyle çalıştı işte. Tıp dediğin aşk meşk dinlemezdi. Tatil de yoktu bir tıpçı için her türlü çalışmak zorundaydı, dur durak bilmeden.
Normalde severek yaptığı çalışma işini bu sefer zoraki yapmıştı.
Daraldı.
Hava çok güzeldi. Dışarı çıkıp biraz kafa dağıtmak istedi. Genelde koşu yapardı ama canı hiç istemiyordu. Bisikleti geldi aklına, en son ne zaman bindiğini bilmediği bisikleti. Kömürlükte olmalıydı. Annesine:
-Anne, benim bisiklet duruyo dimi?
-Kömürlükte oğlum. Baban sürdü geçenlerde.
-Tekerlekler falan sağlam o zaman?
-Sağlam sağlam. Dışarı mı çıkcan?
-Evet. Hava çok güzel, geziyim biraz.
Tuğra bunları duyup zıplaya zıplaya geldi:
- Anne benim bisikletim nerede?
- O da kömürlüktedir oğlum.
- Ben de bincem. Kurs onla gidiyim.
-Tamam abinle çıkarın gidin.
Kömürlükten bisikletleri aldılar. Yola çıktılar. Tuğra bir iki sokak aşağıdaki futbol sahasına gitti.
Mert de semti turladı. Merkezdeki büyük parka geldiğinde mola verdi. Gölgedeki banklardan birine geçti. Su içti, soluklandı.
Burayı eskiden beri çok severdi. Çocukluğunda burası ona olduğundan kat kat büyük gelir, büyülü bir orman, devasa bir eğlence merkezi gibi gelirdi. Kocaman ağaçlar, bol çimen, küçük ve büyük çocuklar için ayrı park, oturma alanlarında tam ortadan akan yapay ama baya gerçekçi büyük bir akarsu, ortada ise büyük bir taş köprü vardı. Hala buranın büyülü bir havası olduğunu düşünüyordu.
Huzur içinde dinlenirken telefonunu açıp saate bakmak istedi. Baktı ve bir mesaj gelmişti. Heyecanlandı. Eli ayağına dolaştı. Hemen mesajı açtı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mert
Dla nastolatkówMert' in sınav sonucu açıklanıyor. Üniversite maceralarında onu neler bekliyor? Not: Yayımlanan bölümler en taslak halinde. Üstünden defalarca geçilmesi ve bazı düzeltmeler yapılması gerekiyor. Yine de eğlenceli ve sürükleyici olduğunu düşünüyorum...