21 Aralık 2024, günümüz
Nefessiz kalıyordum, elim boğazıma uzanırken derin nefesler almaya çalışıyordum. Havayı içime çekmek imkânsız gibiydi. Alevler yavaşça etrafımı sararken, bir an durakladım ve derin bir şekilde soluk almaya, yaşamak için çırpınmaya başladım. Her nefesimde, ciğerlerim daha da boşalıyor gibi hissediyordum. Yakıcı duman boğazıma yapışmıştı, acı veriyordu. Gözlerim o kadar sisliydi ki, hiçbir şeyi net göremiyordum. Gözlerim yanıyordu, içimdekilerden bir şeyler kayboluyordu. Hava öyle kirliydi ki akciğerlerimi tamamen dolduramıyordum.
Birden sesler duyulmaya başladı. Yakın, tanıdık bir ses gibiydi. İsimler, çağrılar, ama hiçbirini tam olarak algılayamıyordum. İçimdeki korku, beni sarmalayan karanlıkla birleşiyor, her nefeste biraz daha kayboluyordum. O kadar derin bir boğulma hissiyle uyanmıştım ki, uykuda olduğunu fark etmem bir saniye sürdü. Yatakta nefes nefese, ter içinde uyanmıştım. Hala boğuluyormuşum gibi hissediyordum. Derin nefes almaya devam ettim.
Başımı sallayıp yatağımda oturur pozisyona geçtim. Saçlarımı toplayıp topuz yaptığım gibi sol tarafımda kalan banyoma girdim. Aynaya bakmadan suyu açıp hızla yüzümü yıkadım. Soğuk su yüzüme çarptıkça daha iyi hissetmeye başladım. İki defa daha yüzümü yıkayıp kenarda asılı duran havluyla yüzümü kuruladım. Kapıyı açıp odama girdiğim gibi dolabıma adımladım. Dolabımı açıp düşünmeye başladım.
O an, ne giyeceğimi bilemedim. Dolabımda, her gün üzerine düşündüğüm o kıyafetler vardı. Bugün ne giymeliydim? Bir şeyler daha güçlü, daha sağlam bir şeyler mi? Ama aynı zamanda rahat olmalıydım. Gözüm kot pantolonumda durdu. Rahat, her zaman beni bir adım daha özgür kılacak gibi. Hızla bir tane çekip çıkardım, üzerine düz beyaz bir tişört giydim. Üstüne de siyah montumu giydiğim gibi yan tarafımda kalan boy aynama döndüm. Saçımı sıkıca tutan tokamı topuzumdan çektim. Ardından hızla at kuyruğu şeklinde toplayıp siyah spor şapkamı taktım. İyi duruyordu. Şapkayı çıkarıp yatağıma bıraktım. Kahvaltı için aşağıya giriş kata inmek istemiyordum. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alırken, kapının sesiyle irkildim. İçeriye Bayan Nadia girdi, elinde bir tepsi vardı. Tepside ne taşıdığına baktığımda kahve fincanı farkettim. Yumuşak, fazla ses çıkarmadan adımlarla yaklaşırken, yüzünde o her zaman içimi rahatlatan nazik gülümsemesi vardı.
"Bayan Rosé, kahvaltı hazır. Aşağıya inmek ister misiniz?" dedi, sesinde o sakin ama belirgin bir otorite vardı. Nadia, bana her zaman annemden daha çok bir yakınlık hissi veren tek insandı. Kafamda hâlâ o karanlık ses yankı yapıyordu. İçimi saran huzursuzluk, bana sakin kalmamı zorlaştırıyordu. Yavaşça gözlerimi kaldırıp, Nadia'ya baktım. "Evde kim var?" dedim, sesimde biraz da olsa o sabahın gerginliğinden izler vardı. Gözlerim onu izlerken, istediğim cevabı almak istiyordum; belki biraz yalnız kalabilirim diye düşündüm.
Ama cevabı duymamla içimdeki bir şeyin soğuyup boğulması bir oldu. "Abiniz Ray ve babanız da evdeler," dedi, yüzündeki ifade değişmeden. İçimden bir şey kırıldı, sanki bir şeyler fazla ağır gelmeye başlamıştı. Abim ve babam evdeyse keyifsiz bir kahvaltı olacaktı. Üstüme çöken o baskı, o sertlik, şimdi her köşeden daha güçlü hissediliyordu. İstediğim sadece bir anlık bir kaçıştı ama o sabah o kadar basit değildi.
"Bayan Nadia," dedim, içimdeki gerginliği biraz daha göğsüme bastırarak, "Atıştırmalık bir şeyler getirir misin? Altay'a da ayarlarsan sevinirim. Kahvaltıya inmeyeceğim. Babam bir şeyler sorarsa geçiştir. Rahatsız falan dersen iyi olur. Gelip rahatsız etmez." Sesimi sabahki o kaygılı tonla toparlamaya çalıştım. O an sadece hızla bir şeyler atıştırıp bir fincan kahve içmek istiyordum. Yalnız kalmak, birazcık içimi rahatlatmak istediğim tek şeydi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖLGENİN SENFONİSİ: SIRLARIN AYNASI
Novela Juvenilher şey ona ait olmayan isimle başladı. ona ait olmayan isimle ölüme daha da yaklaştı. • Rosé, piyanonun başında huzur bulan, melodilerin içinde kaybolan biriydi. Ama o, sadece bir sanatçı değildi. Ailesinin gölgelerle dolu geçmişini ardında bırakma...