Kafamın içindeki sesleri durdurmak için ne yapılabilir inanın bilmiyorum. Sonsuza dek susmak bilmeyen bir insan topluluğu gibiler. Uğultusu asla kesilmeyen bir kasaba...
Yaşlı bir kadınım ben; belki de 200 yaşında bir kadın. Ruhum yaşlı, gözlerim yaşlı. Geçmişimin ise gözü yaşlı... Acılar nasıldır az çok hepimiz biliriz. Acıyla baş etmeyi öğrenince sorun biraz daha çözülüyor. Bunun yolu ise yalnız kalmayı göze almak ve sesleri duymazlıktan gelmek. Kesin çözüm ise sesle arkadaş olmak. Arkadaşımın adı Helena. Onunla tanıştığım zaman sanırım daha 6 yaşındaydım. Nasıl başladığına dair çok net anılarım yok. Aklımda kalan tek şey annemin kendini öldürmekle tehdit ettiği ilk anda onun sesini duyuşum. İzin ver yoksa ilerde sana zarar verecek. O zamanlar henüz inkar dönemimdi. Onun dediklerini duymazdan gelmek benim için bir görev haline gelmişti. Fakat Helena'nın haklı olduğunu çok geç öğrendim. Evet şu anda araftan yazıyorum size. Boşluktan yani.
Tuhaflıklarımla küçük yaşlarda tanıştım. 6 yaşında başıma gelenler sadece birer başlangıçtı. Düşünün; anneniz sabah sizi herhangi bir şeye sinirlenip tartaklıyor, öğlen en sevdiğiniz yemeği yapıyor, ikindin en sevdiğiniz kitabı sinirden yırtıp atıyor, akşamsa kağıt parçalarını birleştirmeye çalışırken başında özürler yağdırarak ağlıyor. Bu uzun cümleden sonra sanırım beni biraz olsun anlayabilirsiniz. Dediğim gibi hayat üzücü.
Hayat üzücü; yapmamız gereken tek şey ise ayak uydurmak.
Zamanla kendimin de normal olmadığını fark ettim. Geceleri uyuyamıyor bir şeyler, hatta birilerini görüyordum. Uyanıkken rüya görüyordum yani. Bazen gördüklerimi Helena sandığım da oluyordu. Özellikle son görüşüm... Bu arafa düşmemden birkaç hafta önce gerçekleşti. Uyku ve uyanıklık arasındaydım. Düzenli bir uyku sistemim olmadığını düşünürsek bu tabir en doğrusu olmalı. Yurt odamda, yatağımda uzanıyordum. Gözlerim kapalıydı. Ya da ben öyle sanıyordum. Daha sonra havadan yeşil bir ışık halka halka üzerime süzüldü. Çığlık atıp uyanmak istedim fakat uyanmak imkansızdı -Çünkü zaten uyanıkmışım- kalktığımda gözlerim açıktı. Gördüğüm yeşil halkaların Helena olduğunu düşünüyorum. Kafama girip beynimi sürekli sömürmesi yetmezmiş gibi gerçekliğime de el sürdü. Zaten gerçeklik bana daha fazla katlanamadı ve bu olaydan birkaç hafta sonra gerçekliğe veda edip arafa girişimi yaptım. Ve yaklaşık 180 yıldır arafta sıkışmış bulunmaktayım.
Böyle bir arkadaşa sahip olmak aslında hoş çünkü çoğunlukla bana güzel hikayeler anlatıp gerçeklikle aramdaki dengeyi biraz olsun netleştirdi. Bu yazdıklarımı şuan araftan yazıyorum fakat çocukluk ve gençlik dönemlerimde yazdıklarım, size asıl anlatmak istediklerimdir.
Lise Yılları....
Hayatın ne zaman gerçek yüzünü göstereceğini bilemezsiniz. Bazen hiç olmadık bir anda tokat gibi çarpar; bazense kelebek gibi uçar gider. Benim hayatım da böyle oldu. Rayına hiçbir zaman oturmayan bir hayat... Bir kız çocuğu düşünün, oyun oynamak onun tek tesellisi olsun. 'Biliyorsun o yazdıklarının hiçbir anlamı yok.' Ah bir de bu ses. Helena. Beni hiç yalnız bırakmayan, her zaman yanımda olan yegâne dostum. Bana hikâyeler anlatan, kendime bile itiraf edemediğim hayallerimi gözlerimin önüne seren tek ve en iyi arkadaşım. Bazen sinir bozucu olabiliyor tabi. Mesela annemle yaşanan her anda onu haklı bulması, derimin altına işlemiş acıyı gülerek karşılaması...
Hayat aslında benim için hep acı verici oldu. Çevremdeki herkes çok mutlu olduğumu hayatımdaki her şeyin yolunda olduğunu düşündü. Çünkü her zaman neşeliydim. Saçma değil mi? Bu kadar acılı bir hayattan bahsederken neşeli olduğunu kabullenmek. Bunun nedenini biliyor musunuz? Oynuyorum. Rol yapıyorum. Aslında ne yazmalıyım onu da bilmiyorum. Sanırım Helena'nın anlattığı hikâyeler iyi birer başlangıç olur.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İki Hayalet
FantasyHelena bir şeyler anlatıyor. Anlattığı hikaye beni sorunlarımı göz ardı etmeye zorluyor. Hikayesini sevmeye başlıyorum çünkü bana benliğimi ve kafamdaki hayaleti unutturuyor.