Görkemli bir sarayın, gösterişli bahçesini; aynı sarayın parmaklıklı penceresi olan göz alıcı bir odadan izliyordum. Parmaklıkların amacı benim değil; kralın güvenliğini sağlamaktı. Kuzenimin.
Beni tahttan indiren kuzenimin.
Şuan penceremin parmaklıkları arasından bana sunulan bu –sol taraftaki masmavi denizi başlatan kumsalların hemen yüz metre karşısındaki çeşit çeşit ağacı, çiçeği ve hayvanları barındıran ormandan ve yaklaşık üç günlük mesafe uzağımda olan ülkemin en yüksek dağından oluşan- manzara bir zamanlar benim egemenliğimdeydi. Benden önce babamın ve ondan önce de onun babasının. Babamın bana bıraktıklarından şuan bana kalan tek şey elbisemin yenine sakladığım hançerdi. Ne tahtı koruyabilmiştim ne de halkımı. Hepsini Lozandros olacak o hain elimden almış ve beni bu lanet odaya kapatmıştı.
Beni kendi sarayıma mahkum etmişti.
Aslında bunu akıl edebilmiş olduğu için içten içe onu taktir ediyordum. Beni sürgün etseydi halkı örgütleyebilir ve bir yıldan daha az bir zamanda benden çaldığı her şeyi ondan geri alabilirdim. Beni öldürseydi de bir direnişin sembolü olmam an meselesi olurdu ve bir aydan bile kısa zamanda kellesinden olurdu. Beni yanında tutuyordu. Gözünün önünde, kimsenin bana ulaşamayacağı şekilde. Dostunu yakın tut, düşmanını daha yakın.
Derin bir nefes alarak pencereden uzaklaştım ve çalışma masama oturdum. İçimdeki nefret beş yıldır tek bir saniyeyi bile kaçırmadan büyüyebildiği kadar büyüyordu. Önceden neşe saçılan bedenim artık gözlerini kendisine değdirecek kadar bana yaklaşabilen insanların üzerine nefret bulaştırıyordu. Lozandros benden sadece tahtımı, halkımı, onurumu değil aynı zamanda neşemi de çalmıştı ve ona bunun bedelini ayriyeten ödetecektim. Benden çaldığı her şeyin bedelini ödeyecekti.
Beş yılın sonunda; nihayet.
Odamın kapısının önünde, sebebini göremediğim ama tahmin edebildiğim ufak çapta kısa bir gürültü koptuğunda yüzümde oluşan gülümsemeyle yavaşça yerimden kalktım ve elbiselerimin bulunduğu dolabı açtım. Beş yıl önce kendim de dahil kimsenin görmemesi adına dolabın altındaki gizli bölmeye sakladığım tacımı çıkardım ve dikkatle göz hizama kaldırdım. Penceremden gelen güneş ışığı tacımdaki değerli taşlara çarptığında oluşan ışıltılarla gözlerim yaşardı.
Parmaklıklar ne kadar sık olursa olsun ışık sızacak aralık buluyordu.
Tacımı yavaşça başımın üzerindeki yerine koydum ve yıllardır hasret kaldığım o hissin iliklerime kadar işlemesi için kendime birkaç saniye verdim. Kapıdaki seslerin kesilmesiyle siyah kapüşonlu pelerini boynumdan bağladım ve kapüşonu tacımı da kapatacak şekilde başımdan geçirdim.
Kapı açıldı.
“Kraliçem.” diyerek beni selamlayan Aşula’nın gözlerinin yaşardığını görmek titrek bir nefes almama sebep oldu. Üzerindeki koyu yeşil elbise ve siyah pelerininin saklayamadığı hançerleriyle beş yıl önce ondan koparıldığım zamandan kalan anılarımdaki görüntüsüyle eşleşiyordu. Bu deli kızı özlemiştim. Aşula’nın hemen arkasından beni selamlayan kişi Kraliyet ailesinin silah ve mücevherlerinin -bileğimde gizli olan hançerim ve kafamdaki tacım da dahil- çıktığı ellere sahip olan Usta Çebi idi.
“Majesteleri, vakit geldi.”
“Idaçu nerede?” diye sordum. Idaçu benim korumam ve babamın sadık dostuydu. Lozandros askerlerine beni buraya kapatma emri verdiğinde beni korurken yaralanmıştı ve beş yıldır ondan en ufak bir haber alamamıştım. Lozandros’un tutsaklığımın acısını arttırmak için yaptığı adiliklerden biriydi beni dostlarımdan uzak tutmak.
“Kraliçe Aşina’nın beni merak etmesi ne büyük bir onur böyle.” Sesin geldiği yöne, kapıya, baktığımda gördüğüm iri beden ve kanlı kılıçla derin bir nefes aldım. Ölmemişti.
Dostlarım yaşıyordu, yanımdaydılar ve beni almaya gelmişlerdi. Bunun anlamı Lozandros’tan intikam alma vaktim gelmişti. Ondan tahtımı, halkımı ve onurumu geri alabilirdim. Sonunda babamın bana bıraktığı mirası onun pis, soysuz ellerinden çekip, alabilir; halkıma hak ettiği yaşamı verebilirdim.
“Gidelim.” dedim kapıya yönelerek. “Beş yıldır bu odadayım ve artık sıkılmaya başlamıştım.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Görk (Tamamlandı)
Short StoryGörkemli bir sarayın, gösterişli bahçesini; aynı sarayın parmaklıklı penceresi olan göz alıcı bir odadan izliyordum. Parmaklıkların amacı benim değil; kralın güvenliğini sağlamaktı. Kuzenimin. Beni tahttan indiren kuzenimin. Tahttan indirilmemin...