İntikam soğuk yenen bir yemektir.
İntikam. İstediğim şey buydu. Hemen şu an istediğim şey tam olarak intikamdı. Aşula’nın intikamı, halkımın intikamı, şu anda benim için can veren askerlerimin intikamı, uğradığım ihanetin intikamı. Bütün bunların bedelinin hemen şimdi ödenmesini istiyordum.
Lozandros’un, tüm bunların bedelini hemen şimdi ödemesini istiyordum.
Aşula’nın bedeni soğumadan, kanıyla ıslanan toprak kurumadan, bedenimdeki kokusu kaybolmadan, hançerimdeki kanı yere sızmadan.
Sarayın ana kapısından giriş yaptığımda Lozandros’un sarayın dışı kadar içinin de içine ettiğini fark etmek beni şaşırtmamış; aksine daha da öfkelendirerek merdivenlere yöneltmişti. Dakikalar içinde taht odasına girmiş ve hançerimi tekrar kınıma sokarak kılıcımı elime almıştım.
Lozandros’u öldürecek ve kaburgalarım içerisindeki fırtınaya bir nebze de olsa kontrol sağlayacaktım. Lozandros’un kellesi elbette en yakın arkadaşımı geri getirmeyecekti ancak onun anısına vicdanım daha az sızlayarak sarılmamı sağlayacaktı.
“Lozandros!” diye haykırdım sanki nefes nefese kalmamışım gibi. Bakışlarım deli gibi etrafta dolanırken tahtın arkasından çıkan Lozandros’la dişlerimi birbirine bastırdım ve kılıcımı daha sıkı kavradım. “Seni öldüreceğim. Seni öyle bir öldüreceğim ki, yalvarmaya bile vaktin olmayacak.” Kılıcının kabzasını elinin üzerinde bir kez çevirdi ve savunma pozisyonu aldı.
“Gel o halde, Küçük Aşina.” Kılıcımı yanıma sallandırdım ve sert adımlarla ona ilerlerken yüzüme küstah bir gülümseme yerleştirdim. “Kraliçe Aşina, diyeceksin, asalak herif.”
Aramızda üç metrelik bir mesafe kaldığında hızımı arttırdım ve zıplayarak kılıcımı boğazına doğru salladım. Zırhlı kolunu kullanarak darbemi güçlükle durdurduğunda diz çökmek zorunda kalmıştı. Hırsla bağırdım ve sol bacağımı yere sabitleyerek sağ ayağımla sert bir tekmeyi kolu üzerinden göğsüne indirdim. Dengesini kaybetmek yerine yerde kaydı ve benden uzaklaşmış olmanın avantajını kullanarak ayağa kalktı. Aramızda oluşan üç adımlık mesafenin bir adımını o diğer adımını da ben yok ettiğimizde, kılıçlarımız arasında gerçekleşen birleşmede havaya ufak kıvılcımlar saçıldı.
Benim ona saldırmam, onun da kendini savunmasıyla geçen birkaç dakikanın ardından ani bir strateji değişikliğiyle bana, yüzüme, saldırdığında; böyle bir şeyi beklemediğim için yana doğru savrulmuştum. Ağzıma dolan kanı tükürdüm ve ayağa kalktım.
“Daima güçsüzdün.” dedi yüz yüze geldiğimizde. Yavaş adımlarla sola doğru adımlıyor ve çember oluşturarak birbirimizi tartıyorduk. “En azından senin gibi aciz bir zavallı değilim.” diye cevapladım.
“Hoşgörüyle devlet yönetebileceğini mi sanıyorsun?” diye sordu bu kez.
“Devletler soğukkanlılıkla yönetilirler, Aşina.”
“Senin devlet yönetmekten anladığın şey kendi halkına zulmetmek mi?” diye sordum sakince. Sanki ellerimizde kılıç değil de birer fincan çay varmış gibiydi ses tonlarımız.
“Bedeller daima ödenir, kayıplar olur.” Yavaşça başımı salladım. “Haklısın. Beni tahttan indirdin, halkıma kötü davrandın, arkadaşımı öldürdün ve bedelini hayatını kaybederek ödeyeceksin.” Yeterine dinlendiğime inanarak atak yaptım ve Lozandros kendini savunmaya yetecek kadar vakit bulamadan kılıç kullandığı sağ kolunu dirseğinden yukarıya doğru kestim ve bağırışını kulak ardı ederek kendi etrafımda dönüp, dirseğimi boğazına vurdum. Ciğerlerindeki hava sıkışıp, kaldığında dizlerinin üzerine çöktü nefes alabilmek için çırpındı. Kılıcımın kabzasıyla ensesindeki kritik noktaya vurdum ve bedeninin öne doğru düşmesini seyrettim.
Kılıcımı kınına sokup, Lozandros’u zırhının parçalarından ayırdım ve ayak bileğinden tutup, sürükleyerek kraliyet ailesinin halka açık törenlerde başlangıç konuşmasını yaptığı ana balkona çıkardım. Kollarının altından kavrayıp, Lozandros’un bedenini gövdesi aşağı sallanacak şekilde duvara yatırdım ve aynı duvara çıkıp, bir zafer çığlığı attım.
“Adukan’ın şerefli askerleri!” diye bağırdım daha fazla dikkat çekebilmek için. Ben onların dikkatini çekmiştim, yerdeki kan izleri de benim dikkatimi çekmişti. Sarayın bahçesine ilk adımı attığımızda susuzluktan yer yer çatlamış olan toprak, askerlerimin ayakkabılarını kirletecek kadar çamurlaşmıştı. Akan şey Lozandros’un askerlerinin kanı olduğu gibi, kendi askerlerimin de kanıydı. Aşula’nın da kanıydı. Lozandros’un askerleri Aşulamın kanına mı ayak basmıştı?
“Bu gece güç sizinleydi ve zafer artık sizin kölenizdir!” diye bağırdım. “Ben Kraliçe Aşila, galibiyetimi huzurunuzda ilan ediyorum!” Ellerinde rehineler olan askerler ve Kral Hasven’in ordusuna mensup olan askerler dışında tüm herkes diz çöktüğünde, duvardan indim ve Lozandros’un saçlarını kavrayıp, yüzünü esir askerlere gösterdim.
“Bu adamı ve onun peşinden giden herkesi de hain ilan ediyorum!” Lozandros’tan ayılmaya başladığını belli eden bir ses geldiğinde kılıcımı çıkardım ve boğazına yaslayıp, soldan sağa doğru çektim. Lozandros can çekişirken onu duvardan aşağı, hala askerlerime direnen askerlerinin önüne attım.
“Rehin aldığınız askerleri zindanlara atın.” diye son bir emir verip, kılıcı yere atarak taht odasına geçtim. Tahta çıkan merdivenleri çıkarken bedenimdeki tüm gücün çekilmesiyle yıkılmış ve merdiven basamaklarıyla yüz yüze gelmiştim. Kendimi toparlamak adına hiçbir şey yapmadım ve yavaşça hançerimi çıkarıp, göğsüme bastırdım.Arkadaşımın intikamını almıştım ama kaburgalarımın arasındaki fırtına dinmiyordu. O an anladım ki bu fırtına asla dinmeyecekti. Bununla yaşamayı öğrenmek zorundaydım.
Lozandros'un ölmüş olması, tahtı tekrar elde etmiş olmam, mücadeleyi kazanmış olmam veya halkımın artık huzur bulacak olması Aşula'nın gidişini benim için daha anlamlı yapamıyordu. İntikamını almış olmak neden yetmiyordu, bedenime sığmayan bu fırtına neden dinmiyordu? Bu acıyla nasıl yaşanırdı?
Hayır, intikam soğuk yenen bir yemek değildi. İntikam; yiyeni de yedireni de zehirleyen bir yemekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Görk (Tamamlandı)
NouvellesGörkemli bir sarayın, gösterişli bahçesini; aynı sarayın parmaklıklı penceresi olan göz alıcı bir odadan izliyordum. Parmaklıkların amacı benim değil; kralın güvenliğini sağlamaktı. Kuzenimin. Beni tahttan indiren kuzenimin. Tahttan indirilmemin...