2. Bölüm

275 27 8
                                    

Henüz 21 yaşındaydım. Annemin katledilmesinin yedinci yıldönümü münasebetiyle krallıkta yas ilan edilmişti ancak benim yaşadığım şey yastan çok daha fazlasıydı. Halk kraliçesini kaybetmişti, babam 26 yıllık karısını, ben ise annemi kaybetmiştim. Annemin kaybına karşı hissettiğim şey yas kelimesiyle anlatılan olayın yakınlarından bile geçmiyordu.

Kendimi odama kapatmış, dış dünyayla ilişkimi kesmiş ve kendi içime dönmüştüm. Annemle olan kısıtlı zamanımda yaşadıklarımı hatırlıyor acıma acı katıyordum. Asil duruşu, kendinden emin bakışları, insanın içini titreten sesi, beni mest eden kokusu, hayran bırakan kahkahası... Ah, o kahkahası...

Odamın kapısının açılmasıyla hiddetle o yöne dönmüş ve gelen her kimse ona haddini bildirmeyi planlamıştım ki babamı gördüm. Kralımızı. Elbiseme çeki düzen vererek ayakta dikilmem ve ellerimi karnım üzerinde birleştirerek onu selamlamam gerekirken yattığım yerden doğrulmakla yetindim.

“Baba...” diye seslendim acı kokan sesimle, o bana sapasağlam adımlarla yaklaşırken. “Hazırlan,” dedi cümlemi bitirmemi beklemeden ya da sonradan anladığım üzere cümlenin devamını önemsemeden. “Tacı sana devredeceğim.” Bu cümleyi kurduktan ve tacı bana devrettikten beş ay sonra öldü. Yumuşak yatağında, huzurlu uykusunda. Hiç acı hissetmeden.

Avuçlarımı dayayarak sertliğini hissettiğim yatak, bütün gece beni rahatsız etmiş ve huzursuz bir şekilde uyumama sebep olmuştu. Uyanışım da bunların getirisi olarak oldukça acılı olmuştu. Daha önce hiç böyle bir şeyde uyumamıştım ve sırtımda ağrılarım oluşmuştu. 

Yine de saraydaki hapishanemdeki rahat yataktansa, saraya beş günlük uzaklıktaki bu izbe köyün sıradan bir evinin, parmaklıksız penceresi olan odasındaki bu sert yatağı tercih ederim.

Özgürlük daha ne kadar acı getirecekti?

Yattığım yerden doğruldum ve elimi, yüzümü yıkayıp; bana verdikleri köylü bir kızın giyemeyeceği ama asil olduğumu da belli etmeyecek elbiseyi üzerime geçirdim. Hançerim son beş yıldır olduğu gibi elbisemin yeninde yerini almıştı. Saçlarımı taradım ve yatağın altına sakladığım tacımı son kez kontrol ettim. Odadan çıktığımda aldığım enfes bir koku başımı döndürmüş ve ne kadar acıktığımı fark etmemi sağlamıştı. Yüzüme ılımlı bir ifade yerleştirip, kokuyu takip ettim. Dostlarım mutfağı andıran bir odada, ortadaki masaya toplanmış; masadaki ekmeği yememek için kendilerini tutuyorlardı. Hayran bakışları ekmeğin üzerindeyken geldiğimi fark etmemişlerdi bile.

“Bana da bir dilim ayırırsınız umuyorum.” dedim hafif yüksek sesle. Hepsi yerlerinde hoplarken, yüzümde engelleyemediğim bir sırıtma oluştu. Aşula kendine gelir gelmez bana yaklaşmış ve ne yaptığın bile farkında olmadığı belli olan bir ifadeyle elimi tutup, göğsüne bastırdı. Hızlı kalp atışları ona şefkatle bakmama sebep olmuştu. Aşula bana daima çok düşkün bir hizmetkardı.

“Hayatımın geri kalanını bile size hizmet etmeye adadım, efendim. Ekmeğin, elimdeki son yiyeceğin veya içeceğim son bir yudum suyun bile yanınızda kıymeti yok.” Boştaki elimle omzunu tuttum ve sıktım.

“Yanımdakilere yetmeyecek su benim boğazımdan geçemez, Aşula.” dedim ve bakışlarımla masadaki ekmeği gösterdim. “Hadi, beş yılın ardından beraber ilk kahvaltımızı yapalım.”

Kahvaltı Lozandros'un yokluğumu fark ettiğinde uygulayacağı sıkı yönetimi, ilerleyen zamanlarda yapacağımız hamleleri ve beni destekleyen halkla yapacağım görüşmeleri planlayarak geçmişti. Ayrıca daha fazla bu köyde kalamazdık. Bir sonraki gideceğimiz yer aynı zamanda tahtı geri alabilmek için vereceğimiz mücadelenin ana karargahı olacaktı. Idaçu'nun aldığı istihbarata göre köy halkı Lozandros tahta geçtiğinden beri, yapılan tüm müdahalelere rağmen, beni desteklediklerini haykırmaktan geri durmamış ve Lozandros’un askerlerine boyun eğmekten kendilerini men etmişti. Lozandros da çareyi bir sonraki olası isyanlarında onları sürgün etmekle ve salgın hastalık bulaştırmakla tehdit edince, asıl sebep Idaçu'yla köydeki bir gencin gizlice buluşmaları ve anlaşmalarıydı, Lozandros'u kralları olarak kabul etmişlerdi. Hatta bunu inandırıcı kılmak için Lozandros'a bağlılık yeminleri etmiş ve Lozandros'un özel koruma birliğinde yer almak için birbirleriyle yarışmışlardı. Tabi ki Lozandros bunu kabul etmemiş ve yılın belirli zamanlarında kendilerini kontrol etmek ve sınamak amacıyla birkaç adamını aralarına katacağını da belirterek köy halkını kendi haline bırakmıştı. Bu, onun sonunu getirmemiz için bize yardım edecek olan hatalarından yalnızca biriydi.

İlerleyen saatlerde bulunduğumuz evden ayrılmış ve at üzerinde günbatımına kadar sürecek olan bir yolculuğu bitirmiştik. Yorgun ve açtık. Dikkatimi çeken bir pazar yerine doğru atımı yönlendirdiğimde, bir elimle pelerinimin tacımı kapattığından emin oldum. Idaçu , Aşula ve Usta Çebi de beni takip ederken, Pazar yerinde, kendi tezgahının arkasında kendinden büyük bir erkekle kavga eden bir oğlan çocuğu gördüm. Ne kadar uzun süredir bağırıyor idiyse, boynu ve yanakları kıpkırmızı olmuştu ve hala sinirli bir şekilde ellerini yana savurarak bağırmaya devam ediyordu.

“Idaçu, köy reisini bul ve bize kalacak bir yer ayarla.” dedim bakışlarımı çocuktan ayırmadan. Çevredeki insanlar sanki bu bağırış daima oluyormuş gibi ilgisizdi, tezgahın arkasında bulunan bir kadın ise elini alnına kapatmış, çocuğun sakinleşmesini bekliyordu. Atımdan inip, onlara doğru yaklaştım.

“O benim kralım değil! Ne kadar asker gelirse gelsin ben öyle bir şey söylemeyeceğim!” diye bağırdı çocuk. Eli, yüzü kir içinde olan bu on yaşlarındaki köylü çocuk Kral'ına karşı çıkıyordu. Ne boyuna ne posuna ne yaşına bakmadan, safi cesaret dolu bir yüreğe sahipti ve savunduğu şeyi bağırmaktan da geri kalmıyordu.

“Lozandros'un askerleri geldiğinde bağlılık yemini etmek zorundasın, Yula. Seninle bunu daha fazla tartışmayacağım.” diyen, muhtemelen Yula'nın ağabeyi olan, genç adam tezgahtaki tek tük meyveyle ilgilenmeye başladı. O esnada bir kaç satıcı ve müşteri de beni fark etmiş, çevrelerindekileri uyarmaya başlamıştı. Yula'nın sesi pazar yerinde yankılandı.

“Kraliçe Aşina'dan başkasına bağlılık yemini etmem ben!”

“Bunlar ne cesaret gerektiren sözler böyle?” diyerek beni fark etmeyen herkesin dikkatini üzerimde topladım. Yula, kendisini arkasına atan ağabeyi tarafından hızla bakışlarımdan kaçırıldığında gözlerim kardeşini arkasında saklayan genç adamın kara gözleriyle kesişti.

Bakışları nefesimi kesmişti.

“Ne dediğini bilmiyor, yabancı.” dedi bir yandan beni incelerken. Sesi sert olsa da bakışları gördüğü şeyden hem memnun hem de memnun kalmadığını belirtiyordu. “Gösterdiğinden daha küçük bir yaşa sahip.”

“Aşina'yı Kraliçen olarak görüyorsun, küçük.” dedim inatla bakışlarımı genç adamın gözlerinden ayırmadan. “Bu Kral Lozandros'a büyük saygısızlık.” Küçük kafası ağabeyinin arkasından çıktı ve çakmak çakmak gözleriyle beni deldi geçti.

“Kraliçe'ye, bir kraliyet ailesi mensubuna adıyla seslenmekten daha büyük bir saygısızlık değil.”

“Ona yine Kraliçe dedin.” dedim. Yula ağabeyi tarafından sertçe yine arkasına alındı. “Çünkü o benim Kraliçem!” diye bağırdı uğradığı sert müdahaleye rağmen.

“Aklı pek çalışmaz yabancı. Ama bil ki; bu köydeki herkes Kral Lozandros'un yolunda canını vermeye hazır.” Muhtemelen beni Lozandros'un görevlilerinden biri sanmıştı. Bu sözlerin başka açıklaması yoktu ancak şöyle bir şey de vardı ki ben Lozandros'un muhbiri olsaydım kesinlikle bu palavralara inanmazdım.

“Yalan söylemeyi öğrenmelisin, genç adam.” dedim ve yavaşça Yula'yı onun arkasından aldım. Beni engellemek istediğini ona bakmasam bile bedeninden çıkan kıvılcımlardan anlayabilirdim. Konunun değişmesi için tezgahtaki meyvelerden birini elime aldım ve Aşula'ya para bırakması için işaret verdim. O benim isteğimi yerine getirirken ben de elimdeki meyveyi Yula'ya verdim.

“Bağlılık yemininden kastın nedir?” Küçük inatçı çenesini sertçe kaldırdı ve gözümün içine baka baka bağlılık yeminini etti.

“Ben Yula, ömrümün geri kalanını Kraliçe Aşina’ya adıyor ve alacağım her nefeste, kalbimin her çarpışında ona bağlı kalacağıma yemin ediyorum.” Bu küçük bedenden beklenmeyecek kadar güzel ve iç titreten sözlerdi. Ağabeyi ise ölüm fermanlarını imzalamış gibi bakıyordu kardeşine. Pelerinimi arkaya atarak tacımı ortaya çıkardım.

“Ben, Aşina; bağlılık yeminini kabul ediyor ve ömrümün geri kalanına mal olsa da kraliçen olabilmek için mücadele edeceğime tüm bu insanların önünde yemin ediyorum.” Bir anda pazar yerindeki tüm insanlar diz çöktü ve tek bir ağızdan konuşmaya başladılar. Gözlerim ise henüz adını bile bilmediğim genç adamın gözlerinde gördüğüm teslimiyet ve bağlılığa takılı kalmıştı. Gözlerime baka baka yemini etti.

“Ben Tanyu, ömrümün geri kalanını Kraliçe Aşina'ya adıyor ve alacağım her nefeste, kalbimin her çarpışında ona bağlı kalacağıma yemin ediyorum.”

Ve ben yabancı, senin bu yeminini seve seve kabul ediyorum.

Görk (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin