0.0 Different & Difficult

2K 64 48
                                    

O gün siyah ve beyaz, sıradan ve rutine dönen hayatımı kendi renklerine boyayan kızla tanıştım. Daniel.

Demir kapıyı tüm gücüyle açıp uzun ince dikkat çeken bacakları ve kısa duran eteğiyle okula ilk adımını attı.

Bu soğuk havada böyle giyinerek ne yapmaya çalışıyordu bilmiyorum ama içimi yakmaya başlamıştı.

İlerideki bankta oturan kızların yanına ağır adımlarla ilerledi. Kısa küt saçları ve bembeyaz solgun bir teni vardı, ne kadar etkileyici olduğunu bilmesine rağmen kendini bizim okuldaki kızlardan ayrı kılmıyordu. Belki de buluyordu. Aklımı başımdan almıştı işte. Kızlarla çok geçmeden kavga etmeye başlamış olsa gerek sırtındaki deri çantasından çıkardığı tüm kağıtları -hediye mi bilmiyorum-, cebinden çıkardığı-hazır bekler gibi- çakmakla onların önünde yakmaya başladı. Yanımda durup, "Bu kız manyak." diye söylenen kitleye bakma gereği bile duymamıştım. Kızın manyaklığının çekici geldiği tek kişi ben olamazdım. Hayır diye düşündüm. Sadece bendim. Bunu, kız cebinden bir sigara çıkartıp, elindeki çakmakla onu yakmaya başladıktan sonra okul görevlileri onu kovalarken kısacık eteğiyle duvardan atladığı an farkettim.

Okuldaki hocaların-ben görevli diyorum, gardiyan anlamında- çoğunun torunları olacak kadar yaşlı olmasına karşı kızın peşinden koşmasını ağzım açık seyrediyordum. İlerde torunlarına gönül rahatlığıyla babaannesi kaşar diyecektim. Sadece okulun köşesinde küçük çaplı bir yangın oluyordu. -İçimde başayan yangının yanında hiçbirşeydi aslında.- Nasıl bu kadar soğuk kanlı olduğumu ben bile anlamamıştım. Onun bu havada giydikleri karşısında buz tutmuş olabilirdim.

Aklıma yıldırım hızıyla gelen bir fikirle koşmaya başladım, okulun duvarından atladım. Hızla yolun karşısına geçtim ve bir süre sonra hocaları geçecek kadar hızlı koşuyordum. Nefes nefese ve takadim kalmamış bir şekilde. Annemin 'kendine bir hedef seç oğlum' lafı aklıma gelince gülümsedim, seçtiğim en güzel hedefti sanırım.

Sonunda kızı görebilmiştim. Koşuyordu. Kısa saçlarının soğuk havayla ahengine, solgun beyaz cildiyle, oldukça zayıf duran ama çoğu mankene taş çıkartacak fiziğiyle koşuyordu. Üzerindeki ince hırkası, kısa eteği, deri çantası ve erkek postalı tarzı botları, baştan aşağı siyah giyinmişti. Siyahın bu kadar güzel olduğunu hiç düşünmemiştim diyerek iç geçirdim.

Kız ara sokağa girince ben de girdim -virajı alamamış tavşanlar gibi- ve izimizi kaybettirdiğimize emin olmak için arkama baktım. Kimse yoktu. Bir süre sonra sigarasını yere atıp, aynı hızla koşmaya devam etti. Kızla aramdaki mesafeyi kapatmak için biraz daha hızlı koştum ve en sonunda onun kolunu tutup durdurdum. İkimizde nefes nefeseydik ve ilk defa böyle bir yüz görüyordum. Süt beyazı teni, büyük mavi gözleri, hafif kalkık burnu, soğuktan çatlamış dudakları, açık ağzı ve çıkık elmacık kemikleri ile bir bütün oluşturan saçları. Alnındaki kısa kahkülü düzeltip derin bir nefes daha aldı. Onun kolunu bırakmayıp yakınımızdaki duvara sürükledim ve sırtını duvara verene kadar onu ittim. Kar yağdığını farketmeyecek kadar güzelliğine dalmıştım. Dudağına düşen kar tanesini elinin tersiyle-oldukça uzun ve ince narin parmakları- ile sildi.

"Ne var?" dedi mavi gözlerini benim gözlerime kitleyerek.

Ne kadar çekici olduğumu fark etmeyen ilk kız diye içimden geçirdim. Fazla beyaz olmayan tenim, açık kahverengi düz ama uçları kıvrılan saçlarım-ki oldukça güzeldir-, etkileyici gözlerim, güzel dudaklarım vardı. Çoğu kız bana hayran bir şekilde bakar, ya yakışıklı ya da çekici olduğumu söyler dururdu.

"Sevimli şey, sana diyorum. Ne var?"

Sevimli mi? Sadece sevimli miydim?

"Sevimli olduğumu nerden çıkardın?" dedim kaşlarımı çatarak.

"Dişlerin tatlı görünüyor. Şey, bir de sakal ve bıyığın yok."

Daha ne kadar dalga geçecekti bilmiyordum ama bu kız beni deli etmeye kararlıydı.

"Seni görevlilerin eline vermemi istemiyorsan sorularıma cevap ver." dedim sert tavrımla.

"İsmin ne senin?"

"Sanane." dediğinde gözlerimi devirdim ve elimi onun hırkasınanın eteğine koyup biraz yukarı kaydırdım. Göründüğü kadar soğuk teni vardı. Nazik tavrımı takınıp, diğer elimi kızın saçına götürdüm. Şimdi hem titriyor hem de korkuyor gibiydi. Elimi saçından boynuna indirdiğimde adını söylemeye karar vermişti. Benden etkilenmiş miydi, yoksa pes mi etmişti bunu sonra öğrenecektim. Şimdilik adını bilmem ve sonra diğer sorulara geçmem lazımdı. Onu tanımak istiyordum. Sadece kişisel veya fiziksel değildi-ki ikisi için de can atıyorum- , onun ruhunu tanımak istiyordum. Müzik zevkini, sevdiği yiyecekleri ve tarzını ve yeteneklerini...

"Daniel Richardson."

Adını tapılası bir şekilde tekrarladığımda kafasını çevirdi. Gözlerini benden ayırması biraz burkucu bir etki yaratmıştı ama fazla takılmadım ve adımı sormasını bekledim.

"Artık gitmeme izin verir misiniz ..?" dedi ismimi sorar aynı zamanda gitmeyi ister bir tavırla. Oldukça zekiydi.

"Oliver."

"Gitmeliyim Oliver." dedi ingiliz aksanının en nazik haliyle. Karşı konulamaz olmasına karşın adımın bu kadar güzel telaffuz edildiğini ilk defa duyuyordum. Bu kadar tapılası...

"Kaçsam demek istedin herhalde Daniel. " dedim ve sözlerime devam ettim. "Fakat gitmenize izin vereceğimi hiç sanmıyorum."

Yüzü endişe ile kasılırken kaşları bir fransız filminin dramatikliğini andırırcasına çatıldı.

"Bana neden Daniel lakabını taktılar biliyor musun Oliver?" dedi solgun teni bir çicek bahçesini andırırken, soğuğa dayanamayıp çatlayan narin dudakları zevkle yukarı kıvrıldı.

"Kızlardan hoşlanıyorum."

DanielHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin