Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Uçurum. Orman. Sesler... Neredeydi böyle? Karanlık ve tenha yolda seçmekte güçlük çektiği o ev, bir zamanlar içinde ailesinin kahkahalarının çınladığı ev değil miydi? Bu arkası dönük kır saçlı adam da kimdi? Bu garip yerde neler oluyordu? Kır saçlı adam yüzünü bir an ona dönüp koşmaya başladığında geçmiş yüzüne acı acı esen rüzgâr gibi vurdu. O adamın kim olduğunu biliyordu artık. Koştu. Ciğerlerinin buna dayanamayacağı kadar koştu. Ordaydı. Uçurumdaydı. "Baba !". O kır saçlı adam oydu ve uçurumla hayat arasındaki o ince çizgideydi. "Her şey burada başladı Zeynep. Devamı gelecek. Gerçeklerden kaçamazsın. " "Baba !" Onun ardından attığı çığlıklar ağaçların arasında yankılandı. Babası neden bahsediyordu?Gerçek neydi? Burada ne olmuştu? Beyaz yastıktan başını kaldırdı. Olamazdı. Gördükleri iki saatlik uykunun beraberinde getirdiği rüya olamazdı. Babası gelmişti. Ardında büyük bir sırla geri dönmüştü. Bu rüya değil, işaretti. O yere gidecekti, bazen gerçeğe kavuşmanın yolu geçmişin tozlu sayfalarından geçiyordu. Doğruldu. Aynadaki yabancıya baktı. Kendine yabancı olmak, hangisinin gerçek olduğunu anlamaya çalışmak çok zordu. Üzerine ince bir şey geçirdi. Üşümek, ayazı teninde hissetmek istiyordu. Bazen soğuk insana kendini hatırlatabiliyordu. Evinin önündeki posta kutusuna baktı. Neden bilmiyordu ama içinde bir yerlerde, orda bir şeyler olduğunu hissediyordu. Açık kalan kutu bunu doğrular gibiydi. Beyaz bir kâğıt buldu. Üzerinde "G-M-Y-L-R" yazıyordu. Bu harfler de neydi böyle. Onunla ne ilgisi vardı? Kim ona posta kutusuna bu kâğıdı bırakacak kadar yakındı. Eve geri döndü. Kâğıdı masaya koydu ve ona bir ömür gelecek kadar uzun uzun baktı. Gördüğü rüya, posta kutusuna bırakılan bu not ne anlama geliyordu? Kim ona neyin mesajını vermek istiyordu? Beyaz kâğıdı inceledi. O an yüzünü aynada göremese de beyaza döndüğünü hissetti. Beyaz kâğıt "Today" denilen bir yerden alınmıştı. Bunu Samanyolu katili göndermişti ve "bugün" samanyolu sapağında olacaktı. Ceketini hızlıca üzerine geçirdi. Kaybedecek vakti yoktu. Ondan önce orda olmalıydı. Üzerlerine yazılar kazınmış, gencecik bedenler görmemenin tek yolu buydu. Arabası karlı yoldan geçerken aklında tek bir şey vardı. Samanyolu katili ondan ne istiyordu? O sapağa, o lanet sapağa geldi. Üzerinde ceket olsa da tir tir titrediğini hissetti. On kat giyinse de bir şey değişmezdi. Burası onu her defasında ürkütecekti. "Geldin demek Zeynep. Soğuk nefesimi, sıcak teninde hissedeceksin. Samanyolu Sapağı'nın soğuğunun aslında cehennem ateşi olduğunu anlayacaksın. Az kaldı. Uzun bir yoldan geliyorum Zeynep. Uçurumlu bir yoldan. Sana geliyorum. Ölmediğim her an içimdeki intikam ateşini güçlendirdim. Ben geliyorum Zeynep. Soğuğu teninde hissetmeye hazır mısın?" Kimse gelmeyecekti. Belki de orda öylece beklemek hataydı. Belli ki bir oyun oynuyordu. Düşüncelerle boğuşurken telefonu çaldı. Arayana baktı. Pınar'dı. Yeni bir kurbanın haberini vermemesini diledi. O burada, yanlış yerde beklerken birilerinin kurban olmamış olması gerekiyordu. Sesi zar zor çıksa da "Alo" diyebildi. "Alo Zeynep yeni bir kurban daha bulundu. Bir ormanda. Şehrin solundaki ormanda. Kurbanın bedenine senin imzan kazınmış." Sesi artık çıkamayacak kadar solmuştu. Sadece "Ne..." diyebildi. O orman rüyasında gördüğü ormandı. O ormandı... Elma ağacı. Minik bir kız. Gözleri gökyüzüyle deniz arasında bir çocuk. "Zeynep bir gün gitsem yollarımız ayrılsa bile beni hiç unutma. Seneler geçse de bu ağacın altında buluşalım. Küçük Prens bizim birbirimizi bulmamızı sağlasın. Ne zaman beni aramak istersen gökyüzüne bak tamam mı? Bir yerde sana gülümsüyor olacağım. Ben seni elma kokundan tanıyacağım. Sen de beni rüzgârda uçuşan sapsarı saçlarımdan tanı. Sana buğday tarlalarını hatırlatsın. Beni unutma Zeynep. "
Şimdi ne yapacaktı. O ormanda ne vardı. Başının döndüğünü hissetti. Ağacın dalına tutundu. Babasının rüyada söylediklerini hatırlamaya çalıştı. Derin, güçsüz bir nefes aldı. Boşuna çabalıyordu. Babasının rüyasında söylediği her neyse uçup gitmişti. Bir an önce o ormana gitmeliydi. İçinde bir yerlerde saf acıyı hissetti. Artık kurban diye bahsettikleri kadınlara, onları bulan insanlara, kendine ve en çok da Samanyolu Katiline. Evet, ona acıyordu. Yalnızca hayatı boyunca sevilmemiş bir insan bunu yapardı. Arabası onu ormana götürürken katilin imzasını bilecek kadar yakınında olduğunu hissetti. Ekmeğini aldığı bakkal, birlikte çalıştığı insanlar, aynı okulu bitirdiği sıra arkadaşları... Onlardan biri olabilir miydi? Rüyası gerçek mi oluyordu? Hayal ile gerçek arasında bir yerde miydi? Karşısında sırtı ona dönük kır saçlı biri olamazdı. Bu bir rüya olmalıydı. Delirdiğini hissetti. Neler oluyordu?