Cinayet mahallinde incelemeler sürüyordu. Zeynep etrafta herhangi bir iz var mi diye araştırıyor, Pınar da cesetleri bulan insanlarla konuşuyordu. En ufak bir ipucu düğümün çözümü olabilirdi.
Pınar, yüzü gördüklerinin etkisiyle daha da yaşlı gözüken adamın yanına yaklaştı. Sorduğu her soru onu cevaptan uzaklaştırıyordu.
Yaşlı adamın bildikleri koca bir düğümü çözmeye yetmezdi. Zeynep, cesetlerin olduğu yerden uzaklaşamıyordu. Ablasını kurtaramamıştı. Bu hissin nasıl bir şey olduğunu biliyordu. Kendini suçlu hissetmek hayattayken ölmek gibi bir şeydi. Çıplak bedenleri, gözden bir şey kaçırmamak için, inceliyordu. Ufak da olsa bir şey bulmalıydı. Bir kıl, tüy, parmak izi ya da kan ama yoktu. Katil öyle iyi çalışmıştı ki ardında hiç bir iz bırakmamıştı. Saat sabaha karşı beş olmuştu bile. Güneşin doğmasına çok az kalmıştı ama hala elde tutulur herhangi bir şey yoktu. Etrafta hiç kimse kalmamıştı, zaman ilerledikçe orda durmanın da bir anlamı yoktu. Zeynep ayağa kalktı, cesetlere baktı, üzerlerini açtığı gibi tekrardan kapattı ve ekibe döndü. "Toplanıyoruz arkadaşlar. Cesetler incelenmek için adli tıpa gönderilsin ve otopsi incelemesini hızlandırsınlar. Daha fazla ceset bulmadan bu işi bitirmemiz gerekiyor. Herkese kolay gelsin." Sarı şeridin ardına geçip, içemediği ve buz gibi olan kahvesini çöpe attı. Pınar'a döndü. "Hadi gidelim. Gerisini merkez de hallederiz." Pınar, başı ile onaylayıp oturduğu yerden yorgunlukla kalkıp Zeynep'in yanına gitti, Zeynep'in omzunu tek eli ile sıktı. "Başaracağız" der gibiydi.
İkisi de çok yorgundu ama işlerinin cilvesi de bu değil miydi? Yorgunluk, uykusuzluk, açlık, baş ağrısı... Tüm bunlar işlerinin parçasıydı ve parça olmadan hiç bir şey tamamlanmazdı. Arabaya bindiklerinde merkeze doğru yola koyuldular. Pınar, belki rahatlarlar diye hafif bir müzik açtı ama kafaları o müziği bile kaldıracak durumda değildi. Açtığı gibi geri kapattı. Zeynep, başını cama yaslamış yolu izliyor. Pınar'da merkeze doğru arabayı sürüyordu.
Ne Yapacaklardı? Bu işin altından kalkabilecekler miydi? İşte bunu ikisi de bilmiyordu. Bir Müddet sonra Pınar, Zeynep'e dönüp baktı. Karşısında o tanıdığı Zeynep'ten eser yoktu sanki. Güleç, mutlu, heyecan dolu Zeynep gitmiş yerine gözü kara, bitkin ve güçlü durmaya çalışan bir kadın gelmişti. Babasını kaybettikten sonra hayata tutunmaya çalıştığı o kadar belliydi ki. Onca olay çözüyorsun, soruşturma geçiriyorsun ama hala ölüme alışamıyorsun. Sanki bir gün çıkıp gelecek gibi hissediyorsun ama o gün hiç gelmiyor. Ölümü kabullenmiyor sadece gidenlerin yokluğuna alışıyoruz. Belki de bu insanların en zayıf noktalarından biridir kim bilir.
Merkeze geldiklerinde arabadan önce Zeynep indi. Ceketini giyip Pınar'a döndü ve baktı, geldiğini anladığında yürümeye devam etti. Cinayet Şubenin olduğu kata geldiklerinde Pınar, Zeynep'e "Kahve ister misin? Uzun süre uykusuz kalacak gibiyiz. Belki Yardım eder. " dedi. Zeynep olur dercesine başını salladı. Kahve ona çok yardım etmiyordu. İnsanların başaramadığını boş bardağa doldurulan kahve başaramazdı. Gördüğü ve peşini azılı suçluyu yakalamak ister gibi bırakmayan kâbusların panzehri kahve değildi. Gözleri kan çanağına dönmüş halde odasına girdi. Ardından da Pınar elinde iki adet kahve ile. Zeynep'e uzattı ve yerine oturdu. Kahvesini yudumlarken " Ne yapacağız Zeynep?" dedi. Çaresizlik ve yorgunluk yüzünden okunuyordu. Zeynep sorusuna tam cevap verecekken odaya hışım ile biri girdi. Giren kişiyi her ikisi de oldukça yakından tanıyorlardı.
"Amirim" diye yerinden kalktı Pınar. Zeynep ise istifini hiç bozmadı. Ali ile göz göze geldiler. "Ne oldu amirim? Soruşturma ile ilgili soru sormak için mi geldiniz?" dedi Zeynep, Ali Amire. "Soru sormak mı? Hesap sormak mı? Buna sen karar vereceksin komiser." Zeynep oturduğu yerden doğruldu, elindeki kahveyi masaya koydu ve konuşmaya başladı.
"Ne hesabı?"
"Olay yerinde saatlerce beklemiş ve elin boş dönmüşsün komiser."
"Evet" deyip buruk bir gülüş takındı yüzüne.
"Bir de dalga geçer gibi "evet" mi diyorsun!" diye sesini yükseltti Ali Amir. Bunun üzerine Zeynep ayağa kalktı, ellerini sertçe masaya vurdu, Ali'nin gözlerinin içine baktı.
"Ne istiyorsun Amirim, sabaha kadar senin gibi bir odada oturup dosya imzalamıyoruz. Sen buraya gelmiş elin boş döndün deyip hesap mı soruyorsun? Elim boş falan dönmedim. Önce köstebeğinden doğru bilgi al ne dersin"
"Ne buldun peki? Hadi göster. Göster ki biz de bilelim."
"Öğlen ekip ile beraber sizde görürsünüz amirim. Şimdi çıkarsanız dinleneceğiz." dedi ve yerine oturdu. Ali, kapıyı sertçe çarpıp çıktığında Pınar, Zeynep'e döndü.
"Ne istiyor bu adam senden?"
"Kuyruğuna basıyorum belli ki." Sandalyesinde geriye yaslanıp ayaklarını masaya uzattı. Gözlerini birkaç dakikalığına kapattığında, Pınar soru sormayı bıraktı ve o da dinlenmek için ayaklarını bir köşeye uzattı, ardına yaslandı. Onlar için yirmi dakikalık dinlenme bile önemliydi.
Saat dokuza geliyordu. Zeynep yine gördüğü kâbus ile yerinden sıçradı. Etrafa baktı, merkezde olduğunu anlaması uzun sürmemişti. Karşısında iki büklüm yatan Pınar'ın yanına gidip "Pınar, uyan" İki kere kolunu dürttü. Pınar uyandığında saatin kaç olduğunu sordu. Saat dokuzdu. Mesai başlamıştı ve geç kalmak istemiyorlarsa bir an önce toplantı odasına gitmeleri gerekiyordu. İkisi de masaya bıraktıkları silah ve kelepçeleri alıp toplantı odasına gittiler. Ali Amir onları masanın başında bekliyordu. İçeri girdiklerinde Zeynep ile göz göze geldiler, her zaman olduğu gibi, Zeynep yerine oturdu, Pınar'da yanına.
"Zeynep Komiser." Dedi Ali Amir, sinirli ve sabırsız bir şekilde ve konuşmaya devam etti. "Dün geceki katliamdan bahsedecek misin? Yoksa yerinde mi sayacaksın?"
"Yerinize oturursanız neden olmasın amirim." Dedi Zeynep tek kaşını kaldırarak. Ali, sandalyesini çekip oturduğunda Zeynep ayağa kalktı ve televizyonu açtı.
"Öncelikle, dün iki, yirmili yaşlarda kadın cesetleri bulundu. Ece ve Deniz... Kurbanların bedeninde dikkatimizi çeken birkaç şey var. Biri samanyolundaki yıldızlara benzeyen yıldız dizileri, bunu neden çizdiğini bilmiyoruz. Bir diğeri 'D' ve 'Z' harfleri. Bunun katilin isminin baş harfleri olduğunu düşünüyorum." Dedi Zeynep ekibe bakarak. "İki kurban da ağaca bağlanmış halde bulundu." Fotoğraflarını ekranda açtı ve anlatmaya devam etti. "İkisi de çıplak ve şaşırtıcı bir şekilde cinsel istimara uğramamış olabilirler. En azında otopsi raporu gelmeden bunu söylemek mümkün, emin olmak için raporu bekliyoruz." Dediğinde Ali Amir araya girdi.
"Nerden biliyorsun uğramadıklarını ?"
Zeynep kendinden emin şekilde sorusuna cevap verdi.
"biliyorum. Yaşadıklarımdan biliyorum. İnsan gezerek, okuyarak değil esas yaşayarak öğrenir."
"Öyle mi?"
"Öyle" deyip ekrana döndü. Görselleri ve bulguları gösterip anlatmaya devam etti.
Toplantı bittiğinde Pınar,
"Ailelerine kim haber edecek amirim?"
"Onu da mı bana soruyorsunuz? Siz ne güne duruyorsunuz. Zeynep Komiserin bunu düşünecek kadar kendinden emin gibi."
Ali Amir çok sert çıkmıştı. Pınar karşılık veremedi sadece ardından bakakaldı. Saçını yana alıp Zeynep'e döndü.
"Bu neydi şimdi?" Zeynep sadece gülümsedi.
Dosyaları ve masanın üzerindeki bütün malzemeleri topladı. "Hadi gidelim şu yıldızların ne anlama geldiğini araştıralım. Yerimde saymaktan çok sıkıldım." Pınar başını sallayıp kapıyı açtı, Zeynep önden çıkıp odaya doğru yürüdü.
Masalarına oturduklarında bilgisayarlarına girip araştırmaya başladılar. Yıldızlar ve bu yıldızların anlamlarını araştırmakla başladılar işe fakat o kadar çok yıldız vardı ki bir yerden sonra araştırmayı bıraktılar.
"Bir şeyler buldun mu Zeynep?"
"Samanyolunda milyarlarca yıldız olduğu dışında mı? Hayır. Sen buldun mu?"
"Yok. Sadece Yıldızların yüzde sekseninin 'kırmızı cüce' diye adlandırıldığını öğrenmiş oldum."
"Bu böyle olmayacak. Aileleri ile görüşmemiz lazım."
"Haklısın ama önce yemek mi yesek? " hafif gülümsedi, tatlı tatlı Zeynep'e baktı ve yanıtını bekledi. Zeynep'te, Pınar gibi gülümsedi ve başını 'tamam' anlamında salladı. Çok Vakit geçmeden merkezden çıkıp bir restorana gittiler. Köşede boş olan masaya oturup sipariş verdiler. Pınar, her zaman olduğu gibi bir salata ve meyve suyu istedi. Zeynep'te ton balıklı sandviçe talimdi.
" Ne düşünüyorsun?" dedi Pınar, sanki bilmiyormuş gibi.
"Hiç." Sesi titremişti yine, ele vermişti kendini, istemeden de olsa.
"Hadi ama Zeynep içine atarsan kendine zarar verirsin."
"Boş ver beni. Atlatırım ben sanki bilmiyorsun."
"Seni senden iyi tanıyorum emin ol." Konuşması devam ederken siparişleri gelmişti bile hem yiyor hem de konuşuyorlardı. Saat ilerledikçe Zeynep, Pınar'ı dinlemeyi unutmuş, aklındaki düşüncelerin içinde kaybolmuştu. Pınar'ın kolunu sarsmasıyla kendine gelip Pınar'a baktı.
"Ne oldu? Bitti mi?"
"Geldik Komiserim geldik. İn artık he ne dersin?"
"Uğraşma benimle ." Eliyle kalk diye işaret etti. Hesabı masaya bırakıp çıktılar. Arabaya doğru yürürken bir ses ile irkildi ikisi de.
" Duydun mu?" diye sordu Pınar.
"Duydum" dedi Zeynep. Duydukları ses bir kadın sesiydi ve bu kez canlıydı. Sesin olduğu yere doğru gittiler, iki kişi bir kadını sıkıştırmış, gündüz gözü taciz etmeye çalışıyorlardı. Bunun zamanı olmazdı ki zaten. Hangi saatte olursa olsun. Kabul edilemezdi. İçkili oldukları her hallerinden anlaşılıyordu. O yere doğru ilerlediklerinde iki erkek aynı anda onlara doğru döndü.
"Ooo! Hanımlar da gelmiş. Ne o canınız mı çekti?" deyip yüksek bir sesle kahkaha attı elinde bıçak olan siyah saçlı, mavi gözlü olan. Diğeri de sarışındı, onun gözleri de renkliydi. Esmer olanın üzerinde beyaz gömlek, siyah pantolon ve gözünde gözlük vardı. Sarışın olan, esmer olana göre daha sivildi. Beyaz, V yaka t-shirt, kot pantolon...
"o elindekini bırak öyle konuşalım ne dersin?" dedi Zeynep iki adamın da gözlerine bakarak. Ne hareket yapacaklarını tahmin etmesi o kadar zor değildi.
"Bırakalım güzelim sen yeter ki iste hadi gel babana" dedi esmer olan. Pişkin pişkin kollarını açarak.
Zeynep, Pınar'a baktı. Tek bir işareti ile iki adama doğru yürümeye başladılar. Masum kadın "Yardım edin " diye sesleniyordu. Pınar eliyle 'sus' işareti yapıp kadını susturdu. Adamlara yaklaştıklarında ikisi de aynı anda adamların sol kolunu kavradı, sırtlarına alıp yere attılar. Aynı hızla diğer kollarını da geriye aldıklarında kelepçeyi takıp kadına döndüler.
"İyi misiniz?" diye sorup adamlara geri döndüler.
"Kalk!" diye çıkıştı Pınar. Sarışın adamı ensesinden tutup kaldırdı. Arabaya doğru götürdü. Zeynep'te esmeri aldı kadın ile beraber.
"Merkezde ifadeniz alınacaktır merak etmeyin. Size bir daha bulaşamayacaklardır." Dedi Zeynep, kadını sakinleştirmeye çalışarak. Arabaya bindiklerinde merkeze gidene kadar kimseden ses çıkmadı. Hava yine kötüydü. Akşam sert ve serin olacaktı.
Merkeze geldiklerinde zanlıları ve mağdur olan kadını teslim edip iki genç kızın ailesi ile görüşmeye gitmek için yola koyuldular. Ece ve Deniz'in ailelerine uğrayıp hem acı haberi verdiler hem de kızların nerelere takıldıklarını, neler yaptıklarını ve ne gibi alışkanlıklarını olduğunu öğrendiler.
İkisinin de tek ortak noktası "The Stars".
İsmi çelişkiliydi. Stars, yıldızlar. Peki, bu yıldızların kurbanların bedenindeki yıldızlar ile bir alakası var mıydı? Bu iki kız da birbirini tanıyor olabilir miydi? Ya da bu iki kızı takıldıkları barda tanıyan var mıydı? Bilinmeyen çok soru vardı ve vakitleri git gide azalıyordu. Bir şeyler yapıp bu olayı hızla çözmeleri gerekiyordu ama bilmedikleri tek şey şuydu. Katili, o istemedikçe bulamazlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAMANYOLU SAPAĞI
ActionYeni bir maceraya zeynep komiser ile çıkıyoruz bakalım başımıza neler gelecek . Karakterler : Hande Erçel : Zeynep Komiser (Zeynep Karadağ ) Pınar Deniz : Pınar Komiser (Pınar Ertürk) Bölümler ilerledikçe karakterler eklenecektir .