Bölüm I

100 35 102
                                    

merhabalaarr, merhabalar. yaklaşık iki sene ardından yine buradayım. yazdıklarım istediğim kadar fazla okunmadığı için yazmaktan bıkıp bırakmaya karar vermiştim, şimdi aynı azimle yeniden başlama kararı aldım. fikirleriniz benim için çok önemli olacak, bu yüzden de sizlerden bolca yorum ve vote bekliyorum. kendinize iyi bakınn. iyi okumalar✨
**
flashback
"Yapma, ne olursun yapma!"

"Hayatımın içine sıçtın, yeter artık!" ettiğim tek bir lafı bile duymuyordu. Onda ne merhamet, ne acıma, ne de vicdan... Hiçbiri yoktu. İnsan bazen öyle çaresiz kalıyor ki, her şeyin farkında olmasına rağmen yine de değilmiş gibi yapmak zorunda kalıyor. Çünkü çıkış yolu aramak zorunda. Bu yolun onu çıkışa götürmeyeceğini de biliyor. Sadece 'belki' diyor. Sadece 'belki' götürür diyor. Belki bu ihtimal yüzde birdir, belki ikidir... Biliyor aslında ama o an elinden başka bir şey gelmiyor.

Sıkıca tuttuğu bileklerimi, güçlü ellerinden sıyırmayı başardım. İttim defalarca. Vurdum, vurdum, vurdum... Yetmiyordu gücüm. Bütün gücüm tek eline bile yetmiyordu. Öyle ki, tek hamlesiyle bir anda beni ters çevirip çırpınmama biraz olsun engel olmaya çalıştı. Sol eliyle ağzımı kapadı, sağ eliyle de iki elimi hızlıca kavrayıp tuttu. Ben hâlâ çırpınmaya çalışıyordum, üzerinde olduğum kanepeyi yumrukluyordum. Bağırmaya çalışıyordum ama çalıştıkça nefesim kesiliyordu. Tam o anda sırtımda sert bir darbe hissettim.

"Sende annen gibi orospu olacaksın." sol elini ağzımdan çekmeyi başarıp avazım çıktığı kadar bağırdım. Sonra sırtıma bir yumruk daha yedim. Ben avazım çıktığı kadar bağırdıkça, insanlar avazları çıktığı kadar susuyorlardı sanki. Sesimi kimse duymuyordu. Boşa çabalıyordum, direnemiyordum artık. Gözlerim kararıyordu yavaş yavaş. 'lütfen' diyordum. Lütfen artık öleyim. Kurtulayım bunlardan.

Bir kaç dakika sonra sırtımda iğrenç bir sıvı hissettim. Sonra da üstümden bir ağırlığın kalktığını.

"Hadi siktir git şimdi!" hiçbir şey söylemeden üzerimi giyip gittim. Hırkamın üzerinde örümcek ağları, dizlerimde toz lekeleri ve gözümden yanaklarıma doğru hızla akan gözyaşlarım... Çeneme geldiklerinde durup, çamur içinde kalmış ayakkabılarımı damlıyorlardı. O an sadece oradan uzaklaşmak istiyordum. Gidebildiğim kadar hızlı gidebilmek, gidebildiğim kadar uzağa gidebilmek istiyordum. Ayaklarım tutmuyordu bile. Sanki enkaz altında kalıp ezilmişlerdi. Yoklardı sanki. Ama zorundaydım, gitmek zorundaydım.

Yeterince uzaklaştığımı fark ettiğimde dizlerim kendiliğinden çöktü yere. Ellerimi kendi omuzlarıma doladım, kafamı kendi dizlerimin üstüne koydum. Ne kadar yüksek sesle ağlayabiliyorsam o kadar yüksek sesle ağladım. Nasıl olsa insanlar duymazlardı. İnsanlar, en ihtiyaç duyduğunuzda asla orada olmazlardı.

**
Koskocaman beş sene geçti üzerinden, büyüdüm. Hiç küçük olmadan büyüdüm hem de. Hiç küçük olmadan büyümek zorunda kaldım. Koskocaman beş sene, hayatımdaki hiçbir şeyi değiştiremedi. Seneler unutturmuyor acılarınızı. Üstünü bile örtmüyor hatta. Sizi öylece terkedip geçiyor sadece. Siz hâlâ orada kalmışsınız, sadece rakamlar oynamış yerinden.

Aslında bir kişi, tek bir kişi elini uzatıp çekse sizi; kurtulacaksınız. Tek bir kişi sarılsa kapanacak belki yaralarınız. Hatta izi bile kalmayacak. Senelerin yapamadığını, bir kişi bir dakikada yapacak.

"Kafka değil mi o?" duyduğum sesle elimde tuttuğum Franz Kafka kitabı yere düştü. Hâlâ rafta durmakta olan sol elim, sanki hiçbir şey olmamışcasına bütün yükü sağ elime yüklemişti. Yine sol elimi raftan bırakmadan, eğilerek sağ elimle yerde durmakta olan kitabı aldım.

"Evet, Kafka." konuşan kişiye kafamı bile çevirmeden cevap vermiştim. İnsanların gözlerinin içine bakamama sorunu oluşmuştu bende. Ürküyordum hepsinden. İnsanların hepsi kötü geliyordu. Hiçbirinin sesimi duymadığı o gün çıkmıyordu aklımdan. Hepsine kin doluydum, hepsinden nefret ediyordum.

"En sevdiğim yazardır." cevap vermem için biraz bekledi. Gergin bir sessizlik sardı etrafı. Bir kaç dakika daha bekledikten sonra, belki de bu gerginliğe son vermek adına gitmeye karar veriyordu.

"Elimdeki kitabı da okumuş muydun hiç?" kafamı ona çevirdim bu sefer. Elimdeki kitabı ona uzattım ve yüzüne baktım. Ela gözleri, kumral saçları vardı. Buğday bir ten rengi, sağ yanağının üzerinde küçük bir beni vardı. Dudaklarına gelince, en az konuşurken bile belli olan gamzeleri kadar güzeldi.

"Okudum. Hem de bilmek istemeyeceğin kadar çok. Bak mesela, rastgele bir sayfa aç." dediğine neden uyduğumu, neden hâlâ sohbet ettiğimi düşünüyordum. Bir şeyler çekiyordu sanki. Yaklaşık beş dakikadır konuştuğum, hiç tanımadığım insanla şu an konuşmak zorundaymış gibi hissediyordum.

Dediğini yapıp rastgele bir sayfa açtım. Bir şey söylememi beklermiş gibi gözümün içine baktı.

"Sayfa seksen dört." sayfa sayısını söyledikten sonra mektubun tarihini doğruladı. (Franz Kafka - Milena'ya Mektuplar kitabına göz atabilirsiniz. Atmalısınız.)

"6 Temmuz 1920 tarihli mektup. Bunu kıskançlıktan söylemiyorum, Milena. Kıskanmıyorum. Ya dünya çok küçük ya da biz devasayız; her durumda biz dünyayı tamamen dolduruyoruz. Kimi kıskanmalıyım?" (Sayfa sayısı ve tarih aynı kitapta, aynı yerdedir. Basımdan basıma sayfa sayısı değişiklik gösterebilir fakat tarih hep aynı.)

Söylediği cümle, tam da aynı tarihli mektubun içinde geçen bir cümleydi.
"Kitabı ezberledin mi cidden?"

"Bilmek istemeyeceğin kadar çok okuduğumu söylemiştim sana. Ezberlemeye çalışmamıştım aslında ama böyle durumlarda bilmek hoş oluyor tabiki." yüzünde bir tebessüm belirdi. Bu sefer gamzeleri tam anlamıyla belli oluyordu. Yüzünü görseniz, saatlerce elinizi çenenize koyup seyretmek istersiniz. Ama şu an bunu yapmaya kalktığımda normal durmuyor tabii.

"Seni rahatsız ettim sanırım, kusura bakma. Elinde Kafka'nın kitabını görünce dayanamayıp geldim sadece."
bir şeyler söylememi bekledi. O an dilim tutuldu sanki. Konuşamadım. Arkasını dönüp gidiyordu ama onu durdurmalıymışım gibi hissediyordum. Yüzünü seyretmeye devam etmek istiyordum.

"Dur, bekle." arkasından gittim. Çok hızlı yürüyordu, yetişmek zordu ama yetişmeliydim.

"Bekle! Dur!" bağırsam da ne fayda, çoktan aramızda metrelerce fark açmıştı. Kütüphanenin çıkışına doğru ilerledi, bende onun arkasından ilerlemeye -daha çok koşmaya diyebilirim- devam ettim. Kocaman bacakları vardı, attığı tek adım benim belki 3, belki de 4 adımıma denkti.

"Bu bacaklarla bu hızda yürümen de biraz şov bence." ana caddeye indi, kalabalığa karıştı. Yavaş yavaş gözden kayboluyordu.

Daha da hızlandım, kalabalıkta yürüyen insanlara çarparak geçiyordum. Aynı zamanda da sanki duyacakmış gibi hâlâ ona sesleniyordum.
"Dur, dur, dur, dur... Dur artık dur!"

***

sizce yetişebilecek mi?
💫✨

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 18, 2019 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

gülpembeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin