o

127 12 0
                                    

En huzursuz uykumdan kalktığımda tek başımaydım. Uyuşarak kalkıp evi turlamış ve kimseyi görememiştim. Birkaç kez seslensem de cevap yoktu bu yüzden evde tek olduğumu düşünmeye başladım ve telefonumu odadan alıp tekrardan evi turlarken Jungkook'u aradım. Ne kadar ararsam arayım cevap gelmemiş en sonunda hattın ucundan "bu numara kullanılmamaktadır" sesi gelince aramayı bırakmıştım. Bu ses bir an bana "onu bir daha asla göremeyecek ve konuşamayacak olsam nolurdu?" sorusunu düşündürmüştü ve bunu ne kadar istemediğimi farketmiştim. Onunla bir yalan için veda etmeyi istemediğimdendi sanırım bu his. Bunu kenara atmalıydım.

Bugün sıra ondaydı ve Jihoon ile karşılaşmadan onu da halletmem gerekiyordu.
Aslında ona güveniyordum ama diğer kişiden -bana yakın olmasına rağmen- dersimi almıştım, kimseye güvenemezdim. Bir yabancıya asla.

Saat 9:43.

Ceketimi alıp evden çıkıyorum.  Yolda giderken silmediğim eski mesajlarımızı okuyorum her ikisiyle de. Jihoon'un boş mesajları ve ardından hattının devre dışı olması, ve buradaki olayda ondan gelen aramanın dayısına ait olması. Ve telefondaki kişinin Jungkook olması. Konuşmamızın başlarında anlamış fakat üzerinde durmamış olduğumu anımsıyorum. Jungkook Jihoon'u benden uzaklaştırmaya çalışmış.

Taksiyi durdurup iniyorum okulumun önünde. Bazen en uzakta zannettiğimiz şeylerin aslında dibimizde olduğunu çok kez tecrübe etmişizdir her birimiz. Ya da gizlenen bir şeyin en yüzeyde saklı olduğunu. Bu yüzden okula değil karşısı daki pastaneye giriyorum. Zaten gidebileceğim başka bir yer de yok.

Jungkook burada.

İçeri adım attığımda nane kokusu ciğerlerime doluyor. Sarışın kız beni gördü ve gülerek yanıma geldi.

"Jungkook nerede? Ona ulaşamıyorum."

Kız tereddüt ediyor,

"Mutfakta sanırım,"

Kaşlarımı kaldırarak müsaade istiyorum ve bir şey demiyor. Tezgahın arkasına dolanıyorum. O içeride.

"Jungkook?"

Beni duymuyor gibi. Elinin sargısı gevşemiş ve çalışırken zorlanıyor. Yanına gidip elini tutuyorum. İşini bırakıyor ama elini çekmiyor. Elini narince kendime çektiğimde başını geriye atıyor ve bana bakıyor. Bakışları çok yoğun, olmaması gerektiği kadar. Oyunumu çoktan kenara attığımı biliyorum, çünkü şuan hislerime göre hareket ediyorum. 

"Taehyung..."

Sesi güçsüz bir isyan gibi. Kalbimin hareketi dikkatimi dağıtıyor. Neden heyecanlandığımı bilmiyorum, sanırım özlemişim. Bir insanı özlemek için değer vermeniz yetebilirdi ama onun haricinde zaten uzun bir zaman geçmişti.  Özel bir sebep aramıyorum bu yüzden.

Diğer elimle de kolunu tutup kendime çekiyorum. Yaralı eli elimde gevşekçe dururken diğer kolunu sımsıkı tutmuş haldeyim. Kendime çekiyorum ve sarılmaya çalışıyorum. Kolunu bana sarmıyor ama ben başımı omzuna koyuyorum.

Gevşek elini elimden çekiyor ve, o da sarılıyor bana. Hem de sımsıkı. Ben de boştaki elimi onun sırtına koyuyorum. Neden bu kadar farklı gelişti her şey bilmiyorum. Ama düşündüğüm tek şey burnumun ucundaki koku. Onun varlığını hissediyorum ve içime çekiyorum iyice.

Uzun bir sarılmanın ardından ilk çekilen o oluyor. Bana bakmadan işine devam ediyor. Bir müddet izledikten sonra gidiyorum.



Görevim başarısız.




















Isn't it?    [jk+th]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin