BÖLÜM 1 - DÜŞÜŞ

543 42 16
                                    

Medyada Michael var. İyi okumalar.

Tanrı hep vardı. Evrenden önce, Dünya'dan ve insanlardan önce vardı. Olmaya da her zaman devam edecek. Dünya serüveni Tanrı'nın yalnızlığından sıkılmasıyla başladı. Yalnızlıktan sıkılan Tanrı ilk olarak kendine bir arkadaş yarattı. Öyle bir arkadaştı ki bu aynı kendisi gibiydi. Güçlüydü, hızlıydı, zekiydi. Ama kendi iradesi yoktu. Çünkü o da onun yarattığı bir varlıktı. İtaat etmemek elinde değildi. Tanrı içinden kızmasını geçirdiğinde kızıyor, sevinmesini geçirince seviyordu. Tanrı ters bir şey söylese onu kızdırmıyordu, kızdıramıyordu bile. Bu olayın da arkasında yine aynı sebep vardı. Kendi yarattığı, Tanrı'ya karşı çıkamıyordu. İradesizdi. Bu durumdan da sıkılan Tanrı onu bir sözüyle boşluğa karıştırdı. "Yok ol!". İşte tam da o anda anladı gerçekten nasıl mutlu olabileceğini. Hemen işe koyuldu. Sonsuz boşlukta kendine kocaman yuvarlak nesneler yarattı. Sonra bir ateş topu yaratıp bunların ortasına koydu ve yuvarlak nesnelere bu ateş topunun etrafında dönmelerini emretti. "Dönün nesneler! Dönün ki bana zamanı gelince kendimi hatırlatın!". Kurduğu ilk sistemden sonra ikinciye geçti daha sonra üçe, dörde, beşe, yüze, bine, hatta milyarlara! Hepsi birbirinin etrafında dönüyordu. En ortadakine geri döndü, yani ilk yarattığına, sisteminin kalbine. Nesnelerden nesne seçmeye başladı. "Bu çok sıcak, bu çok soğuk, bu karamsar, bu küçük, bu büyük!" ve sonunda aradığını buldu.

Maviliklerden ve yeşilliklerden oluşan kocaman kara ve su parçası. O'nu seçti. Seçimini yaptıktan sonra kendine emretti, "Dağıl ey ben, ey Tanrı! Dağıl ey ruhum! Muhtaç olan ve olmayan kısımlarım eşit sayıda dağılın! Ve daha sonra muhtaç olmayan kısmım anlasın ki muhtaç olmayan yoktur! Muhtaç olmayan kısmı gerçekleri anladığında, muhtaç olan ve olmayan bütün kısımlarım kendi eşini bulunca hatırlayayım kendimi ve bir araya geleyim!". Evren bu sözcüklerle yankılanırken Tanrı'nın parçaları Dünya'da hayat bulmak için sıraya girmişlerdi bile.

BÖLÜM 1 - DÜŞÜŞ

"Melek Eğitim Üssü" yazısını bir kez daha okudum. Bu eğitimdeki son yılımdı. On yıllık eğitimimin dokuz yılını geride bırakmıştım. Yedi yaşından beri bu okula katlandığıma inanmak güçtü. Üzerinde yürüdüğüm cama baktım. Her zamanki gibi pırıl pırıldı. Aşağıda gözüken bulutlara bakarak gülümsedim. Zilin çaldığını duymamla beraber kafamı kaldırdım şato gibi gözüken binadan içeri girdim. Melek olduğumuz için hepimiz muhteşem veya iyi kalpli değildik. İblislerden kötü melekler gömüştüm. İblisleri de sadece okuldaki derslerde görmüştüm gerçi. Okula girdiğimde yine aynı manzarayla karşılaştım. Bir yanda gülüp oynayarak sınıfa gidenler, bir yanda derse yetişmek için koşanlar ve bir yanda da elinin tek hareketiyle çömezleri duvara fırlatıp dalga geçenler... Çömezlere eziyet edenlerden birinin yanından geçerken boynunun arkasına baktım, tabii ki de "Acımasızlar". Tanrı kendini parçaladığında her bir ruh şaşkınlık içinde olduğundan Tanrı'nın belli yönlerini içeren ruhlar bir araya toplanıp konseyler oluşturmuşlar. Her konseyin bir adı ve işareti vardı. Bu özellikler eğitime başlanmadan önce tespit edilir ve ensenize damgası işlenirdi. Bir konseyden birisi ölürse paylaşılan gücü daha az kişi paylaşmak durumunda kalacağından gücünüz artardı. Her konseyin özelliğini diğerleri de kullanabilir ama onlar kadar etkili olmazdı. Sınıfa giderken arkadaşımın koridorda bana seslendiğini duydum. "Michael, hey! Michael bekle!". Yorgun gözlerimi yerden kaldırıp arkama baktığımda Gabriel'ı gördüm. O da benim gibi "Özler" konseyine mensuptu. Konseyde Tanrı'nın özünü oluşturan dört kişiydik. Ben, Gabriel, Raphael ve Uriel. En güçlü dört melek olmamız bekleniyordu. İşte o konuda şüpheliydik.
-Son yılın ilk günü nasıl hissediyorsun?
-Sanırım aynı, sen?, diye sordum.
-Heyecanlıyım! Kesinlikle heyecanlıyım! Umarım şu okul biter de artık yer yüzüne ineriz!
-Bak işte o konuda ben de heyecanlıyım, diyerek güldüm, diğer yarımı merak etmiyorum değil. Klasik bir melek muhabbetinden sonra sınıfa vardık.
İlk ders Telekineziydi. İlk günden ilk ders en ağır ders olduğundan dolayı teneffüste yorgun bir şekilde eğitim salonundaki minderlerimize yığıldık. Teorik başlayan dersi uygulamalı bitirmek isteyen öğretmenimiz bizi her açıdan yormuştu. Raphael'le beraber içecek bir şeyler almaya giderken koridorda koşturan öğrencileri gördüm. Kimisi bağırıyor, kimisi koşuyor, kimisi ise kaçmak için ışınlanıyordu. Telepati yeteneğini kullanan meleklerin çığlıklarını kafamın içinde duymakla kalmıyor, adeta hissediyordum. Neler olduğunu anlamaya çalışırken etrafıma bakınıyordum. Heyecandan ve korkudan sıklaşan nefesimin sesi kulaklarımı dolduruyordu. Bir meleği durdurup olanları sormaya karar verdim. Yanımdan koşarak geçen bir tanesine doğru elimi uzatmamla havada asılı kalması bir oldu.
-Bırak beni!, diye bağırdı benden yaşça küçük olduğunu düşündüğüm melek.
-Neler oluyor?, diye sordum.
-İblisler, onlar burada! Kaç, hemen kaçmalısın!
Kaynar sular adeta başımdan aşağı dökülürken elimi aşağı indirdim ve bıraktığım melek ışınlandı. İblisler nasıl burada olabilirdi ki? En güvenli yere nasıl girmişlerdi? Bu düşüncelerle meşgulken yere çömeldim ve başımı ellerim arasına aldım. Burada olmaları hepimizin sonu anlamına geliyordu. Tam da bunları düşünürken bir elin beni kolumdan tutmuş çekiştirdiğini hissettim.
-Michael kalk! İçerideler!, konuşan Uriel'di. Buradalar Michael! Kaçmamız gerek!
-Nasıl girdiler?
-Konseyde sadece dört kişi değiliz. Lucifer, beşinci öz. Eğitimini tamamlamış olmalı. Bütün gücüyle kalkanlarımızı yıkmış. Hadi! Bunları sonra konuşuruz!
-Ama savaşmalıyız öylece kaçamayız!
-Michael, hiç neden yerlerin neden cam olduğunu düşündün mü? Bu cam düşmemizi engelliyor. Kırılmaz bir cam. Tek şey kırabilir ve ona ulaşmak üzereler.
-Tanrı'nın tırnağı!
-Evet! Düşmeden kaçmamız gerek! Ayağı kalkıp koşmaya başladık, daha sonra yeni hayatımın başlangıcı dediğim o olay oldu. Hafif bir titreme, çatlayan bir cam sesi ve çığlıklarını duyduğum düşen melekler... Arkama dönüp baktığımda çatlağın büyümeye başladığını fark ettim. Bize doğru geliyordu. Geçtiği her yer mavi, parlak dumanlara dönüşerek onu takip edercesine yok oluyordu. Hızla gelen çatlağı ayağımın altında hissettiğimde gözlerimi kapadım. Nefesimi tuttum. Yok olan camın dumanını yüzümde hissettim ve düşmeye başladım. Sert bir rüzgar suratımı yalarken hızlıca düşünüyordum. Ölmemeliydim, diğer yarımı bulmalıydım. Bir bulutun içinden geçerken ıslandım. O anda nasıl kurtulacağımı buldum. Düştüğüm yerde su varsa hayatta kalabilirdim. Gözümü zorlukla açtım, işte tam altımda okyanus vardı! Kendimi zorlayarak elimi aşağı doğru uzattım ve avcumu açtım. Kolumu yukarı kaldırdığımda kocaman bir su parçası hortum gibi havaya kalktı. Tam ortasına düşecek şekilde hizaladım ve küçük hortumun ortasından içeriye daldım. İki kolumu da yan açtıktan sonra kendime sarıldım ve su emrime uyup beni sardı. En ufak bir hasar dahi almadan yere inmiştim. İlk aşama başarılıydı. Sırada gidip diğer yarımı bulmak vardı. Sudan çıktıktan sonra kendimi kumlara attım. Güneşe bakarken Kalbime giren ağrı ve beynimi dolduran çınlamayla yerde kıvranırken acı çekiyordum. Neler olduğunu anlamaya çalışırken aniden kesildi. Daha önce hissetmediğim bir duyguydu. Bu duygunun ne olduğunu anladığım an yüzüm uyuştu, ellerim titremeye başladı. Konseyimden biri ölmüştü.

ÖzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin