Medyada Lilith var. İyi okumalar.
Kendi kendime sakin olmamı öğütlemekten yorulduğumu anladığım an sahilde hızlı hızlı yürümeyi kestim. Bir plan yapmalıydım. Bir sonraki adımımı hatta daha sonrakileri bile hesaplamalıydım. “Sakin ol Michael. Akıllıca düşün.”. Kendi kendime konuşmayı kesip tekrar düşünmeye başladım.
En önemli şey güvenliğimdi. Eğitimini tamamlamış ve eşini aramak için yer yüzüne inmiş bir melek bulup hayatta kalmayı öğrenmeliydim. Etrafıma bakındım. Kocaman binalar ve sakin sokaklar vardı. Düşerken kendimi kurtarmak için yaptığım şeyi kimse görmemiş olmalıydı. Şans bana ilk açık verdiğimde yardım etmişti. Ama işimi şansa bırakamazdım. Daha fazla açık vermem ölmem demekti. Daha kötüsü, iblislere bile yakalanabilirdim.Üstümdeki kıyafetler burada garip kaçabilirdi. Vücudu sıkı sıkıya saran bir antrenman kıyafeti kesinlikle insanların dikkatini çekerdi. Yeni kıyafetler almalıydım. Tabii bu çulsuz halimle kim bana ne verirdi ki! Para bulmalıydım. Ama nasıl? İnsanlara gözükmeden ara sokaklara girip yürümeye başladım. İlk adımımı başarıyla tamamlamak için fikir üretmeye çalışıyordum. Ara sokağın sonuna geldiğimde durdum ve düşünmeye başladım. Tam o sırada tiz bir kadın çığlığıyla irkildim.
“İmdat! Yardım edin! Hırsız var! Yakalayın şu adamı!”
Neler olduğunu anlamaya çalışırken beni ittirip duvara yapıştırdıktan sonra koşarak uzaklaşan, siyahlar içinde bir adam gördüm. Bana zarar vermeye kalkmıştı! Acaba beni biliyor muydu? Ama nasıl anlamış olabilirdi ki hiç açık vermemiştim, düşüş olayı hariç tabii. Peki niye kaçmıştı ki? Beni almalı ve iblislere teslim etmeliydi. Korkunç düşünceler arasında boğulurken kızıl saçlı bir kadın parmağıyla uzaklaşan bir adamı göstererek:
-İşte o! O çaldı çantamı! Yakalayın onu bayım lütfen!
Bana zarar vermeye çalışmamıştı! Hırsızlık yapmıştı ve kaçıyordu. Bu fikrin kafama dank etmesiyle koşmaya başladım. Adamın peşinden koşarken ayaklarımın bastığı yerler çöküyordu. Sakinleşmeliydim. Kendimi ele vermek üzereydim. Gücümü kontrol ederek koşmaya devam ederken, eğer üstünlüğümü kullanmazsam yakalayamayacağımı anlamamla elimi adama uzatmam bir oldu. Bir yandan koşmaya devam ediyor, bir yandan da adama uygulayacağım kuvveti dengelemeye çalışıyordum. Elimi birazcık gevşettim ve hazır hissettiğimde parmak uçlarımda hissettiğim enerjiyi kullandım. Ve bam! İşte ayağını çekmeyi başarmıştım ve yerde yuvarlanarak durmuştu. Ayağı incinmiş olmalıydı ki kalkamıyordu. Yanına geldiğimde çantayı aldıktan sonra suratının ortasına ayakkabımın tabanıyla bir tekme yapıştırdım. Kesinlikle haketmişti.
-Teşekkürler, çok teşekkürler. Siz iyi misiniz?, diye sordu bayan.
-Önemli değil, ben iyiyim.
-Sizin için ne yapabilirim, lütfen söyleyin. Elimden ne gelirse yapmaya hazırım.
-Teşekkürler ama karşılık için yapmadım, yapmam gerekiyordu.
-O zaman en azından bir kahve ikram edeyim size. Evim hemen şurada.
-Peki o zaman, dediğiniz gibi olsun.Kahve içtiğimiz zaman diliminde zaman kazanabilirdim. Düşünmek için daha fazla vaktim olurdu. Bu fikri beğenmiştim. Fakat kahve nasıl bir şey bilmiyordum. Acaba kötü bir şey miydi? Beni mi denemişti? Bir şifre miydi?
Kadın önden giderek bana rehberlik ediyordu. Kızıl dalgalı saçları beline ulaşıyordu. Siyah bir mini elbise giymişti. Sade fakat şıktı. Göğüs dekoltesi ayrı bir cazibe katmıştı. Beyaz topuklu ayakkabıları, beyaz ojeleriyle belli bir uyum yakalamıştı. Kadın başlı başına bir harikaydı. Hafif makyajı bembeyaz tenine uymuştu. Gülümsemesi ise o kadar doğaldı ki aniden içinizi ısıtıveriyordu. Bu kadına kapılmamak elde değildi yani.
Birkaç bina sonra kadının evine geldik. Dışı taşlarla döşenmiş villasının bahçesi yoktu fakat diğer binaların arasında sıkışsa da güzeldi. En azından müstakildi. Kapıyı açtıktan sonra beni içeri davet etti. Ev de en az kendisi kadar sade ve güzeldi. Koltuklara istediğim gibi oturmamı söyledikten sonra Amerikan mutfağa girdi ve kahverengi fakat rengi siyaha kaçan bir içecek getirdi.
-Filtre kahve., dedi kadın.
-E-evet çok severim. Teşekkürler.
-Bir an daha önce hiç denememişsiniz gibi geldi de özür dilerim., dedi gülümseyerek.
Sıcak fincanı ağzıma götürdüm ve bir yudum aldım. Tadı oldukça güzeldi. Rengine baktığımda düşündüğüm kadar bayıcı bir şey değildi. Beğenmiştim. Ardından bir yudum daha aldım.
-Adınızı bile sormadım affedersiniz., dedi mahcup bir gülümsemeyle.
-Adım, şey, adım, Mi-Mike. Sizinki nedir?
-Memnun oldum Mike, ben de Lily.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Öz
FantasyTanrı kendinden sıkılırsa ne olur? Ya yalnızlıktan bunalırsa? Tanrı olmaktan sıkılırsa ne olur? İşte bunlar olursa Michael'ın nefes kesen serüveni başlar. Fantastik edebiyata amatörce ama farklı bir bakış getiren kitapta aslında gerçek hayatta sürek...