Sam Smith - Fire on Fire
Sam Smith - HIM🌼
"Ufacık bir çocuğu manipüle etmenin en kolay yollarından biri, 'aile' bağlarını ona karşı silah olarak kullanmaktır," dedim gözlerim birbirini kovalayan akrep ve yelkovanda oyalanırken, "Henüz ne vicdanını ne de mantığını olması gerektiği gibi kullanabilecek bir yaştadır, bu yüzden dıştan gelecek her türlü etkiye açıktır. Bunun farkında olan Mallory, başrolümüz olan minik Judas ile aynı yoksunlukları çektiklerini fark edince ona yaklaşıyor ve manipüle etmeye çalışıyor."
Gözlerimi saatten çekip dikkatle beni dinleyenlere çevirdim, Neil göz göze geldiğimiz anda dudaklarını araladı. "1980," dedi, "Vietnam Savaşı ve sonrasında yetim kalan onca insan. Baba figürü çoğu çocuğun hayatında eksik, güvende hissetmek istiyorlar, korkuyorlar."
Ağır hareketlerle kafamı salladım ve ortamın boğucu havasının üzerimdeki etkisini azaltmak adına gömleğimin yakasını biraz daha açtım.
"Mallory, Fransızca kökenli bir isimdir ve şanssız, bahtsız anlamına gelir. Başrolümüz için Amelie ile özellikle bu ismi seçtik. Mallory, hayatında hiçbir şeyi yolunda gitmemiş bir karakter olarak insanlara büyük bir öfkeyle dolmuş ve bu onu azılı bir suçluya çevirmiş. Kendisi gibi olan minik Judas ile ortak nokta yakaladığında onu bir silaha dönüştürmek istiyor. Kendince güttüğü davasına katmak istiyor. İnsanlar işsizlik yüzünden geçinemiyorlar, fabrikalarda çalışmaktan canları çıkmış durumda ve başka ülkelerden gelenlerin rahat yaşadığını görünce onları suçlamaya başlıyorlar, sistemi suçlamaları gerekirken."
Bir süre duraksayıp derin bir nefes aldım ve daha sert bir sesle konuştum. "80'ler insanında böyle bir zihniyet var. Kendinden zayıf ve yaralı olanı al, silaha çevir, ırkçılığı zihnine aşıla. İngiliz olmayan her kim varsa onu suçla, sistemi değil. Durum tam olarak bu. Çok sikik bir olay."
Herkes anlattıklarımdan notlar alırken ve son dediğime kıkırdarken önümdeki kağıtları inceleyip bir sonraki sayfaya bakındım, kulüp toplantımızın bitmesine az kalmıştı. Kenardaki çayımı bitirirken, "Morrissey," dedim, "Irish Blood English Heart şarkısında bundan bahsediyor. İngiliz olmanın kötü olmadığı, bayrağın yanında dikilmenin utandırmadığı ya da ırkçı hissettirmediği zamanların hayalini kuruyorum diyor."
Amelie gülümseyerek kafasını salladı. "Çok güzel anlatıyor şarkısında her şeyi." Çember şeklinde oturmuş olan on yedi kişiden onaylarcasına sesler çıktı, ben de kafamı sallayıp tebessüm ettim.
"This is England gibi," diye mırıldandı Jongin hemen yanımda. Dediğine karşılık dudaklarımda bir tebessüm daha oluşurken ona baktım, "Aynen öyle," dedim, "Tıpkı Shaun ve Combo gibi. Oyuna başlamadan önce bundan bahsedeceğim. Ama bu sefer bu oyunda kimsenin doğru yolu bulduğu yok, Shaun'un aksine Judas yolunu kaybediyor. Irkçılığın ne kadar vahşi ve kanlı olabileceğini en kötü yönden tecrübe ediyor, küçükken dostum dediği onca insanın sırf farklı milletten oldukları için öldürülmesini izliyor, hatta Mallory tarafından zorlanarak kendisi de öldürüyor."
"Final için ne düşündünüz?" diye sordu balık hafızam yüzünden adını unuttuğum kız.
"Aynasızlar peşlerindeyken Judas, Mallory'i öldürüyor ve yakalanıyor. 12 yaşında, bir sürü kişiyi öldürdüğü için hapse atılıyor. Kimse çocuk olmasını umursamıyor."
"İnanılmaz hoşuma gitti, bu seneki oyun gerçekten güzel olacak," dedi Neil hevesle ellerini çırparken. Gülümsememe engel olamadım.
"Güzel bir film seçtiğimiz için şanslıyız, diğer ekibe göre daha iyi bir iş çıkardığımızı umuyorum. Umalım da Miller bizi seçsin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kasım yağmurları düşmüş yıldızına | chanbaek
FanficYıldızımdan gitmeyen yürek sızım, Gözyaşlarımı yıkayan yağmurla geçer sandım. Geçmedi. Üzerime getirdiğin sonbahar hiç bitmedi. 🦋🍂