O adamı görmeye gidiyordum.. evet sadece görmeye.
Elbette onu öldürmemek için bir sebep bulmak için gitmiyordum.
Kiralama şirketinden bir araba kiralayıp yola çıktım, tüm merakımla.Oraya vardığım da gece epey ilerlemişti. Arabamı restorantı göreceğim bir yere park ettim ve beklemeye koyuldum.
Kalbimin ritmi değişmiş, ne beklediğimi bilmeden arkama yaslanmıştım. Stresliydim ve gergin. Bir süre daha arabada bekledim ama artık sabrım kalmamıştı. Bir şey bulmak umuduyla indim arabadan ve restorantın etrafına şöyle bir göz attım. İçeri girebileceğim kapı dışında başka bir giriş bulamayışımla sessizce kapıya doğru ilerledim. Cebimden kapıyı açabileceğim ufak bir maymuncuk çıkardım. Hadi ama, kapı kilitli bile değildi.
Olabildiğince yavaş hareketler ile kapıyı açıp içeri girdim. Bu saatte kapının kilitli olmayışı beni tedirgin etse de merakım ağır basmıştı. Elimin tersiyle alnımda belirginleşen ter yığınını silip ayakkabılarımı çıkardım ve elime aldım.
Biraz ilerdikten sonra bir ışık huzmesi ve ufak bir tını olarak duyduğum ses ile olduğum yere çakılmıştım. Tedirginliğime eklenen korkum da merakımı yenememişti. Kalbimin hızlanmış ritmine aykırı bir şekilde ölü adımlarla ilerliyordum. Heyecan ve korkudan her an kusabilirdim.
Ter silme işlemini tekrar ede ede nihayet ışığın ve sesin kaynağına ulaşmıştım. Kalbimin sesinden asıl sesi anlayamıyordum bile. Nefesimi dahi tutup asıl sese yoğunlaştım.
Aman Tanrım! Bu da neydi böyle?
Bu duyduklarım.. Kalbim bağımsızlığını ilan etmişcesine dört nala koşmaya başlamıştı, nefesim sıklaşmıştı ve artık silmeyi bıraktığım terim alnımdan aşağı doğru süzülüyordu. Kulaklarım cennet nağmelerinde kaybolmuştu.Bu neydi böyle?
Yüzümün ıslandığını hissediyordum. Neden bu kadar terlemiştim bilmiyorum. Nefes alamayacak kadar boğucu gelmiştim kendime. Ağlıyordum, yüzümün ıslanması bundanmış.
Tanrım, bu da neydi böyle.
İyi değildim.. Uyuşturucu krizi miydi? Hayır, hayır iyi tanırdım bu o değildi ama neydi? Neydi böyle kalbimin huzuru ve azabı aynı anda tatması. Sarsılmıştım. Ufak bir hıçkırık kaçtı ağzımdan hızla kapattım ağzımı. Bu kadar çok ağlıyor olamazdım.
Ve o mükemmel ses... Hayır hayır mükemmel olan ses değildi.. Ve o mükemmel kelimelerin kulağıma erişimi kesilince korkum iki katına çıkmıştı. Nefesimi tuttum ve en çok kalbimi. Sessiz olmalıydım, dünyada hiç var olmamış gibi.
Hayır hayır devam etmiyordu. Ben devam etsin istiyordum, hiç susmasın, hep söylesin. Kalbim büyük bir ayrılığa gebeymişcesine sancılanıyordu. Adamdan ses çıkmıyordu. Ne olmuştu böyle? Bakmaya cesaretim yoktu. Sanki baksam o da hazırda bana bakıyormuş gibi hissediyordum.
İyi değildim, hala..
Olabildiğince sessiz hareketlerle çıktım restoranttan. Çıktım ama ruhum ve kalbim deli gibi orada kalmak istiyordu.
Çıktığımda nefes nefeseydim. Derin soluklar aldım. Gece üşütse de gözyaşlarım bir cemre gibi yakıyordu beni. Mantıklı değildi bu, değildi.Neydi bu? Neydi yaşadığım?
Duyduğum şey.. Hayır, bu sadece duymak değildi bu duymanın da ötesindeydi. Bu bir şarkı mıydı? Peki ya bir şarkının böyle hissettirmesi mümkün müydü? Asla.
Hayır, bu bildiğim hiçbir şeye benzemiyordu.Arabaya bindim. Az önceki halimin aksine donuklaşmıştım. Kalakalmıştım. Kalbim dahi durmuş gibiydi. Ortamda tek hareketli şey göz çukurlarımda doluşup yanaklarıma süzülen gözyaşlarımdı.
Ben ağlayan bir adam değildim. Ben gözyaşlarının üstüne toprak atmış bir adamdım. Duygusuz, kalbini dahi hiç hissetmeyen bir adam. Beni küçük bir çocuğa çeviren şey neydi?
Gözyaşlarımı sildim ve tüm odağımı restoranta verdim. Çok geçmemişti ki, günün yorgunluğuyla beraber uykum odak noktama baskın gelmişti.
Uyandığım da, gün çoktan aymış, restorant dahi açılmıştı. Bazı insanlar girip bazıları çıkıyordu. Restorantın ismini henüz görmüştüm.
The Halal Restaurant
Gidip gitmeme konusunda muallaktaydım. Abdullah'ı yakından görmek istiyordum ve mümkünse dün gece ki şeyin ne olduğunu öğrenmek.
Arabanın aynasından suratıma baktım. "Tanrım! Gözlerim şişmişti ve dağılmıştım"
Su şişesini alıp arabadan indim. Su ile yüzümü yıkayıp, kazağımın etekleriyle kuruladım. Islak ellerimle saçlarıma da ufak bir müdahalede bulunup montum elimde restoranta doğru ilerlemeye başladım.Dün gece aklıma geldikçe heyecandan ölecek gibiydim. Sakin kalmaya çalışarak kalbim ağzımda restoranta girdim. Abdullah kapıdaydı Tanrım sanırım öleceğim heyecandan. Gülümsüyordu.
Bana mı?
Arkama baktım.
Evet bana.Elimi ayağımı nereye koyacağımı bilmeden gülümsemeye çalıştım bende ama tam olarak gülümsedim mi yüz felci mi geçirdim bilemiyorum.
"Hoş geldiniz beyefendi" dedi. Sesi sakinleştiriciydi. Dün gece aklıma gelince bakışlarımı çevirdim ve sadece başımı aşağı doğru sallayıp içeri doğru ilerledim ve herhangi bir yere oturdum. Sanırım Abdullah arkamdan geliyordu?
"Tekrardan hoş geldiniz" deyip menüyü masaya bıraktı. Başımda bekliyordu. Göz ucuyla bakıp kapattım. "Karar verebildiniz mi?" Dedi tekrardan tebessüm ederken. "Şey.." Karar vermemiştim. Şimdi düşüneceğim en son şey yemekti. "Kahvaltı"dedim.
"Peki, Türkiye'li aşçılarımız var ve sizin için Türkiye'ye has güzel bir kahvaltı hazırlayalım İnşaAllah"
O konuşurken onu inceliyordum. Sarı sakalları vardı ve saçları gibi sakallarına da beyazlar epey bir karışmıştı. Mütebbessim bir ifadesi vardı, kibardı. Müşterilerine olan ilgisi hoşuma gitmişti ama ben bir müşteri değildim. Ben bir... her neyse müşteri olmadığımı bilmek yeterliydi. Fazla uzun değildi kısa da sayılmazdı.
Cümlesinin sonunda kullandığı kelimeyi anlamamıştım.
Tuhaftı.Dün gece hiç dikkatimi çekmeyen restoranta göz gezdirdim. Oldukça sade ve şıktı. Telefonumun çalmasıyla dikkatim dağıldı. arayan Jim'di.
Açmak istemiyordum. Açmayacaktım da.
Ama o da ısrarla aramaya devam ediyordu. Derdi neydi bu adamın?
Pes ettim."Efendim Jim?"
"Hey, neredesin adamım? Telefonlarımı da açmıyorsun?"
"İşim var jimmy. Ne oldu?"
"Ne işi? Hey, yoksa Wilson'u mu öldürüyorsun dostum?" Deyip kahkaha attı.
"Ne saçmalıyorsun Jimmy. Hem kimseyi falan öldürmeyeceğim" dedim sesimi kısarak.
Sert bir şekilde nefes verdi.
"Yine en başa mı döndük Adrian? Hadi ama dostum, düşüneceğim demiştin""Düşündüm Jim. Ve kararımı verdim. Daha fazla uzatmadan kapat konuyu sende"
"Peki Adrian. Seni çok önemli biriyle tanıştıracağım. Şimdiye kadar öğrenmeni istemedim ama madem kesin olarak böyle düşünüyorsun sana göndereceğim adrese gel. Wilson'u öldürmeye can atacaksın dostum" dedikten sonra kapattı.
Bu da neydi şimdi?
Bıktım artık Jim'in imalı konuşmalarından, ısrarlarından. Gitmeyecektim.
Ama Abdullah'ı öldürmeye niye can atayım ki? Neden?
Şu merakımı yenebileceğim bir gün gelecek mi acaba?!
Yan sandalyeden montumu alıp çıktım restoranttan. Umarım beni boş yere çağırmıyorsudur Jimmy. Bu kez sabrımın sınırlarını zorluyorsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÂHİ
Ficção Geral-Burası neresi biliyor musun Ahmed? diye sordum derin düşüncelerimin arasından. Ahmed anlamaz bir ifadeyle bana baktı, hissediyordum ama bakışlarım hala aynı yerde sabitlenmişti. "Amerika" dedi, dünyanın en basit sorusunu cevablarcasına. Bütün hırs...