-Hemmings
Önümdeki kitapları incelemeye devam ederken aklımdaki düşünceler yüzünden okuduklarımı defalarca okumak zorunda kalıyordum. İçinde olduğum durum saçmaydı, içi bizim gibilerin 'Tanrı' olarak adlandırabileceği insanlarla dolu bir okulda kocaman gözlükler ve arkaya yatırılmış saçlar ile okulun kütüphanesinden yararlanmak... Sanırım kabul edilemezdi. Ama yaptığım şey bundan farklı değildi, elime aldığım bir kaç kitap ile sınıfa girdiğimde çıkıştaki o çocukların tekrar beni sıkıştırıp elimde ne varsa yoksa alacaklarını düşündüm, biraz irkilsem de korkak değildim. Tek kişiydim ama onlarla savaşabilirdim. Asla yenilgiye uğrayacak kadar güçsüz değildim. Her zaman toplu gelirlerdi, dayak yiyen ben olsamda onlara da zarar veremiyor değildim. Çok saçma şeyleri bile çok düşünüyordum, bu bazen beni çok sarsıyor ve kendimden emin olmam gerektiğini unutturuyordu. Sınıfta bir sessizlik olduğunu anladığımda içeri birinin girdiğini anlamıştım. Yoksa tek yaptığım önümdeki deftere bir kaç saçma söz yazmak ve mırıldanmaktı. Çok akıllı görünürdüm ki çoğunlukla öyleydim, ama daha çok kendi hayal dünyasında yaşayan bir çocuk olduğuma emindim. Bazen gerçekten keşke 18 olsaydım diyordum. 17 olduğunu söyleyen 16,75 'lik bir çocuk olmak istemiyordum.
''Peki sen bu konuda ne düşünüyorsun?'' sınıfta sessizlik olduğunda bir çok yüzün bana döndüğünü hissetmiştim.
Ayağa kalkıp sarsakça sorarak ''Efendim?'' dediğimde kıs kıs gülenlerin sayısı çoğalmıştı. Tahtada öğretmen olduğu belli olan kadın gülenlere kaşlarını hafifçe çatıp aynı kızgınlıkla bana döndüğünde tek kaşını kaldırıp merakla beni süzdü, ''İçeridekilerin akıllı derken senden bahsetmediğine eminim, adın ne?'' ağzım 'o' şeklini alırken başım hafifçe aşağı inmişti, elbette düşündüğüm şey ismim değildi, kimlerin söylemiş olabileceği, tahtadaki kadının ben olduğumu nasıl anlayıp beni kaldırdığıydı, Tanrım. İsmim alnımda falan mı yazıyordu, gene daldığımı etraftaki dürtüklemelerden ve kıkırdamalardan anlamıştım. Başımı kadına çevirdiğimde yüzündeki kızgınlık ile alt dudağımı ısırmamak için kendimi zor tuttum. Gülümseyip ''Luke.'' dedim. Girdiğim dersin öğretmenlerin bazı klasik konularda 'yardımcı' olmak için yaptığı karışık bir etüd olduğunu anlamıştım. Her sınıftan öğrenciler vardı ve şu karşıda oturan çocucuğun 17 olmadığına emindim. Kadın devamını beklediğini belli ederek yüzüme baktığında uzun bir nefes verdim ve devam ettim, ''Luke Robert Hemmings.''.
Zil çaldığında okulun tanımadığım bir çok insan ile dolduğunu farketmemek elde değildi. İleride kırmızı bir kıpırtı gördüğümde kapının arkasından onu net görebilmem gerçekten çok zordu, gözlüklerimi taktım ve daha da yaklaştım. Yüzünü görebilmek için yanına ilerlediğimde az önceki kadın eli ile beni işaret edip yanına çağırdı, kırmızı saçlı çocuk kapıdan çıktığında geç kaldığımı anlayıp derin bir nefes verdim. Nasıl olsa beni sıkıştıranlar arasında bugün o da olacaktı.
************
Karşımdaki kadının konuşması bittiğinde gözleri ile kapıyı gösterdi ve bende yerdeki çantayı sırtıma attım ve salak sınıftan çıktım. Kapıdan dışarı çıktığımda gözlerimi sıkıca yummuş dua ediyordum. 'Lütfen gelmesinler, Tanrım lütfen sen beni koru.' ve arkamdan gelen ses ile olduğum yerde kaldım. Kendimi bazen her günü yeniden yaşıyormuş gibi hissediyordum. Arkamı dönüp yamukça gülümsediğimde tek diyebildiğim korkusuzca ''Ne istiyorsunuz?'' olmuştu. Buna kahkaha attmışlardı, piç kuruları. Kolumdan sürükleyip okulun yanındaki o dayak yeme yerime gittim, evet burasının adı bu çünkü hem kameraların hemde bizi görebilecek bütün insanların kör noktasıydı. Yanlarına yaklaşan bir çocuk görmüştüm, herkes ona bakıyordu. Yanlarındaki herkes ona saygı gösteriyor gibi görünüyordu. Kırımızı saçlarından o yüzünü merak ettiğim çocuk olduğunu anlamıştım. Tanrım, meraklarım boşuna değildi. Gözleri büyüleyici bakıyordu. Yanındaki erkeklerin bile onu arzuladığına emindim. Ah ondan dayak yiycektim ama onun o güzel yüzüne vurabilir miydim bilmiyorum. O ise rahatsız görünüyordu. Yanlarındakinin kulaklarına eğilip bir şeyler fısıldıyordu. O buna zorlanıyor gibiydi ama herkese bunu yaptığına emindim. Peki sorun neydi, bunu yapmaları için gözlerinde fazla inek olmam mıydı? Siktir, öyle değildim bile. Andrew kollarını sıvayarak yanıma yaklaştığında kolumu tutan çocuğun penisine tekmeyi geçirmiştim. Kollarımı tutan kişiler birden sayamayacağım kadar çoğalmıştı ama O kırmızı saçlı çocuk hala kaşlarını çatmış Andrew'e bakıyordu. Andrew beni dövmekten en çok zevk alan kişiydi. İlk yumruğunu indirdiğinde yerimden hareket edemiyordum, Ağzıma dolan kan ile gözlerimi sımsıkı yumdum ve bitmesini bekledim. İkinci yumruk atıldığında bu sefer atılan yumruk bana değildi.Gözlerimi açtığımda Andrew elinin tersi ile burnunu silerken hala piskopatça gülümsüyordu. Bunu o kırmızı saçlı çocuk yapmıştı. ''Sorun ne Michael, *dudaklarını büzdü ve devam etti* Yoksa onun bebek mavisi gözleri çok mu ilgini çekti?'' çocuk bunu söylerken ciddi değildi ama Michael bunu fazla önemsemişti. İsmi, Michael'dı. En azından adını artık biliyordum ve bunun bir yumruğa değip değmeyeceği hakkında düşünüyordum. Ve onu sevebilmek için gay olup olmamam gerekiyor mu diye merak ediyordum. Her insan ondan etkilenebilirdi ama sanırım ben bunu biraz fazla abartıyordum. Kesinlikle değerdi. Michael gülümsedi ve çocuğa bir yumruk daha indirdi, elini gömleğine silerken bana o mükemmel bakışlarından birini gönderdi. Kendimi şanslı hissettim. Kaşlarını çatıp yanımdaki piç kurularına baktığında hepsi beni bırakmıştı. Andrew'i kaldırıp gittikleri zaman arkalarından baktı ve gittiklerinden emin olduğunda beni kontrol edip arkalarından gitti. Melekten farksızdı, kaşındaki piercing ile kurduğum fanteziler ile sürekli kendime erkek olduğumu hatırlatıyordum. Bakışları bile ona aşık olmam için yeterli bir sebep gibi görünüyordu. Kabul ediyordum ki onun için gay olabilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eighteen//Muke
Fanfiction''Bekleyecek miyiz?'' ''Bekleyeceğiz.'' ''Ben on sekiz olana kadar?'' '' Sen on sekiz olana kadar.''