Hızlıca gözlerini sildi ve Ryan'dan destek alarak doğruldu. Arkadaşının kolundan çıkıp titremesini durdurmaya çalıştı. Başaramayınca hızlı adımlarla kafeteryayı terketti.
...
"Lou?"
Kafamı sıradan kaldırıp çok iyi tanıdığım sese gözlerinin içine bakarak cevap verdim.
"Tanrım sikime benziyorsun! Ben her gün bu şiş ve kızarmış gözlerle, iğrenç çirkinlikte yüzle karşılaşmak zorunda mıyım?"
Gözlerimi devirip yeniden sıraya yumuldum. Sınıfı boşaltmış olmama rağmen dilediğimce bağırarak ağlayamıyordum ve bu çok sikik bir duyguydu. Hıçkırıklarım boğazımda düğümlendiğinde tarif edilemez bir acı oluşturuyordu.
Kapının açılış sesini duydum fakat Finn olduğunu düşünüp, yerimden kımıldamadım.
"Ryan bize biraz izin verir misin?"
Harry'nin sesini duyduğumda gözlerimde tükendiğini sandığım yaşlar bir anda birikti ve akmamaları için ısırabildiğim kadar ısırdım dudağımı.
Uzun bir sessizlikten sonra adım sesleri duyuldu ve sonrasında kapının kapanış sesi.
"Lou?"
Tepki vermedim. Bu halde ona gözükmeyi istediğim pek söylenemezdi.
Dağınık saçlarımda gezen bir çift el hissettiğimde kalbim sanki haddineymiş gibi hızlanmıştı. Şaşkınlıkla -istemsizce- kafamı kaldırıp gözlerinin içine baktım. Yeşilleri gamzeleriyle birleşmiş bana gülümsüyorlardı. Bir kaç ay önceki ezik, görünmez çocuk gitmiş, yerine kararlı, kendine güvenen biri gelmişti sanki. Öyle ki eskiden gözlerinden okunan "ben korkağın tekiyim. Herkes beni kolaylıkla alt edebilir. İnek ve işe yaramazım." bakışları yerini "Buralar benden sorulur. İstediğim herkesi becerebilirim ve seni böcek gibi ezerim." bakışlarına bırakmıştı. Sanki.. Sanki o benim kıvırcık, zümrüt yeşili gözlü ve gamzeli halimdi. Ve güzel. Çok güzeldi. Fakat benden en büyük farkı, o kimsenin karşısında erimeyecek bir özgüven kazanmıştı. Bense onun aşkıyla burada salya sümük ağlıyordum. Kendimden herşeyden fazla utanıyorum.
"Ağlamayı kesecek misin artık?" dedi gülümsemesinin arasından.
Benimle dalga mı geçiyordu bu?
Derin bir nefes aldım ve kararlı bir şekilde konuşmaya başladım.
"Neden? Artık ne için ağladığımı biliyorsun. Dalga geçmek için geldiysen bunu başka bir yerde yapabilir misin? Ağlamamı engelliyorsun çünkü."
Kaşlarını kaldırdı.
"Harry siktir olup gidecek misin artık. Şu siktiğimin gülümsemesini de kes. Acı çekiyorum burda."
Aslına bakarsanız artık her onun için ağladığımda bir yalan uydurmak zorunda olmamaktan, açık açık onun için ağladığımı bilmesi özgür hissetmemi sağlamıştı.
Gülümsemesi daha fazla yayılıp, bir sırıtışa dönüştüğünde suratına bir yumruk geçirmemek için kendimi zor tuttuğumu farkettim.
Hırsla ayağa kalkıp kapıya doğru yürümeye başladım. Bir kaç adım atabilmiştim ki kolumu tutan sıkı bir el beni kendine çevirdi. Tanrı aşkına bu piç hangi ara bu kadar güçlenmişti?
Yüzündeki gülümseme silinmiş, yukarıdan bana düz bir surat ifadesiyle bakıyordu.
Kolumu kurtarmaya çalıştıysam da, başaramamıştım. Gerçekten güçlüydü. Tuttuğu yerin sızladığını hissettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOUCH THE SKY (LARRY STYLINSON)
Fanfic"Aşk ile nefret arasında ince bir çizgi vardır." derler.Peki bu teori kendini kardeşi gibi gören birine 4 yıldır umutsuzca aşk besleyen bir "İBNE" için geçerli mi? Bir tarafta hayatını boka çeviren sikik duyguları yüz...