unfortunate

1.8K 110 83
                                    

"Peki ya Jake?"

Yatağının kendi tarafında uzanırken karşısındaki boşluğa baktı. "Jake olabilir."
"Beğeneceğini biliyordum."

Yataktan kalkıp kulaklığını düşmemesi için sabitledi "En geç yarın orada olacağım. Seni seviyorum, Potts."
"Ben de seni canım."

Telefonu kapatıp yatağına fırlattıktan sonra camın önüne geçip aydınlanan şehri izledi. Kendini fazla oyalamayarak bavulunu hazırlamaya koyuldu.

Kaç kez çocuğun doğardı ki? Yani bir kaç kez olabilir tabi ama ilk seferin heyecanı bir başkadır. O da heyecandan duramıyordu zaten. Doğuma birkaç gün olmasına rağmen hemen istiyordu çocuğunu kucağında.

Son parçayı da katlayıp valize sokuşturdu ve kapanması için kemerini bağladı. Zar zor da olsa kapanan valizin yanına oturup kendine dinlenmek için biraz süre verdi.

***

"Üzgünüm, Buck. Dediğim gibi ailemi ziyaret etmem gerek. Siz Sam ile takılın. Hem belki sonunda kendinizi-"

Telefonun öbür ucundaki adam sinirle bağırdı "Steve! Sam'e aşık değilim. Birazcık hoşlantı sadece. Hem nereden biliyorsun karşılık alacağımı?"

Steve gülerek konuştu "His diyelim. Yatağı kırmayın." Daha fazla bağırışı duymak istemediği için telefonu yüzüne kapattı ve bavulunu çekiştirdi.

Uçağa bindiğinde koltuğunu bulup arkasına yaslandı ve kulaklıkların taktı. Küçük camdan bulutları izlerken yavaşça uykuya daldı.

***

"Rhodey, Rhodey, Rhodey. Sen neden sevgilinle ilgilenmiyorsun? Kendi başımın çaresine bakabilirim."
"Üniversitede de bunu demiştin. Sonra seni sokaklardan toplamıştım hatırlıyor musun?"

Adam omuzlarını silkti "İnsanları kötü anılarıyla yargılama." Arkadaşının omzunu sıkarak "Özle beni tamam mı? Ben seni özleyeceğim" Rhodey'e sımsıkı sarılıp kontrol noktasına yürüdü.

Çantasını bırakıp gelmesini beklerken telefonunu eline aldı. Sevgilisinden aldığı mesajla gülümsedi "Jake ve ben seni özledik. Çabuk gel olur mu?"
"Geleceğim, söz veriyorum."

Çantayı almak için diğer uca yürümeye başladığında gözlerini telefonundan ayırmıyor, yüzüne liseli aşıkların takındığı gülümsemeyi yerleştiriyordu.

Kendisinden daha büyük bir bedene tosladığında telefonu elinden kayıp yere sertçe çarptı.

"Önüne bakmayı bilmiyor musun sen?!" Sinirle karşısındaki sarışın adama bağırırken telefonunu almak için eğildi.

"Aslında önüne bakmayan sendin. Kendi suçlarını millete atma."

Telefonunu açmaya çalışıp başarısız olunca ve adamın söylediklerini duyunca sinirle iç geçirdi. Alnını ovarak "Biliyor musun, umrumda değil. Yenisini alabilirim. Benden cevap bekleyen hamile sevgilim korkudan doğum yapmaz umarım."

Steve'in yüzündeki sinir bakış yerini üzgüne bıraktı "Özür dilerim. Benim telefonumu-"
"İstemiyorum! Ankesörlüyü kullanırım, sen de önüne bakmayı öğrenirsin." Bavulunu almak için adamdan uzaklaşırken tüm vücudu sinirle titriyordu.


Yapacak hiçbir şeyi olmadığı için Steve de aldı çantasını. Kendini çok pişman hissediyordu. Ya kadın doğum yaptıysa? Ya yanında kimse yoksa? Ya bebek- Düşünme, Steve. Düşünme.

Çıkışa giderken istemeden adamın konuşmasına kulak misafiri oldu.

"Pep, özür dilerim. Bir kaç gün sonra Manhattan'da olacağım. Bir süre gelemeyecek gibi-"
"Ne diyorsun sen?! Yarın, Tony Stark! En geç öteki gün, yanımda olacaksın! Mazeret kabul etmiyorum!"
"Pep, çantamı kayıp ve-" telefon suratına kapanırken küfretti.

Steve onu dinlemiyormuş gibi gazetelerle ilgilenirken Tony başka bir numara tuşladı "Rhodes, benim Tony."
"İyi misin?"
"Çantamı kaybedip telefonumun kırılması ve sevgilimin bana kızması dışında iyiyim."

James içini çekti "Dediğim gibi oldu değil mi? Geliyorum."
"Gerek yok. Araba kiralayıp gideceğim. Teşekkür ederim yine de."
"Her zaman."

Sarışın adam dışarı çıkıp kendine kiralık bir araba aramaya koyuldu.

***

"Dalga geçiyor olmalısın."
"Hayır, efendim. Sonuncuyu sarışın bir beyefendi aldı." dedi küçük çocuk ağlamaklı bir tonda.

Tony kafasını okşadı "Senin adın ne?"
"Peter."
"Güzel isimmiş. Dert etme, bir yolunu bulurum."

Çocuğun boyuna eğilip saçlarını düzeltti ve kirlenmiş yüzüne baktı "Burada neden çalışıyorsun?"
"Siz neden çalışıyorsunuz?"
"Haklısın."

Cebinden küçük bir kart çıkarıp uzattı "Bir şeye ihtiyacın olursa burada olduğumu bil. Aramaktan çekinme." Küçük çocuk gülümseyerek uzaklaştığında Tony gülerek onu izledi.

Duyduğu korna sesiyle korkup arkasını döndü "Yine mi sen?"

Sarışın adam yüzüne gülümseme yerleştirip adama baktı "İstemeden kulak misafiri oldum da-"
"Şimdi de telefonlarımı dinliyorsun yani? Nesin sen? Beni öldürmek için mi, içten içe çökertmek için mi kiralandın? Bu arada o arabayı ben kiralayacaktım."
"Ne ile tam olarak?"

Tony elini arka cebine atıp cüzdanını yokladı "Siktir." Arabaya yanaşıp cama eğildi "Peki sen bunu nereden biliyordun?"
"Cebinde görememiştim."
"Şimdi de götümü mü-"

Sarışın olan derin bir iç çekti "Çok konuşuyorsun." Ona öldüren bakışlar atan adamı görmezden geldi "Ben de Manhattan'a gidiyorum. Görünen o ki senin yapacak hiçbir şeyin yok. Bana katılmak ister misin?"

Esmer adam yüzüne yapmacık bir gülüş kondurdu "Hayır. İyi yolculuklar."

Yürümeye başladığında araba da onunla geliyordu "Adını bilmediğim adam buralarda çürümek mi istiyorsun? Hem sevgilin çok sinirliydi."

Tony durup derin bir nefes verdi "Tony. Adım Tony." Sinirle arabanın öteki tarafına dolandı ve kapıyı açtı.

Koltuğuna otururken "Buna mecbur olduğum için seninle geliyorum. Sana güvendiğimi falan sanma."

Steve gülerek Tony'e baktı "Ya seni kaçırıp böbreklerini satarsam?"
"Tamam, gidiyorum." Kapıyı açmaya yeltendiğinde Steve güldü "Şaka yapıyorum. Bana güvenebilirsin. Birkaç güne Manhattan'da oluruz."

on my way | stonyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin