Pışt, çakma Polyanna ne yapıyorsun?" diyerek yanıma kurulduğunda en yakın arkadaşım olan Emir, başımı yaklaşık yarım saattir uğraştığım çizimimden kaldırdım.
"Ordan bakınca halay çekiyor gibi mi görünüyorum?" diyerek sorusunu yanıtladığımda, ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı ve sırıttı.
"Sakin ol, güzelim. Bir şey demedim," dediğinde minik bir tebessüm belirdi yüzümde ve başımı arkadaşımın omzuna yaslayıp dudak büzdüm.
İsyan edercesine "beceremiyorum!" dediğimde, göz ucuyla çizimime baktığını ve hemen ardından göz devirdiğini gayet iyi biliyordum. Çünkü çizmeye çalıştığım kişi, onun nedenini bilmediğim bir şekilde delicesine nefret ettiği fakat benim deli gibi aşık olduğum ya da öyle olduğumu sandığım Deniz'den başkası değildi.
"Ne buluyorsun bu zübbeden anlamıyorum" diye mırıldandığında başımı omzundan kaldırıp ona baktım. Deniz'e hakaret edilmesinden hoşlanmıyodum. "Ona öyle deme, o gerçekten öyle biri değil," diyerek onu savunduğumda, oturduğu yerden kalktı. Hadi ama, trip yapmayacaktı, değil mi? Yapmamalıydı. O benim en yakın arkadaşımdı ve benim yanımda olması gerekiyordu. Üstelik Deniz için deli olduğumu en iyi o biliyordu. Onun ardından bende hemen oturduğum yerden kalktım ve eteğimi düzelttim.
"Nereye gidiyorsun?" diye sevimli olduğunu düşündüğüm daha doğrusu umduğum bir tavırla konuştuğumda, "Deniz isminde zübbelerden bahsedilmeyen herhangi bir yere." Diye sertçe yanıtladı beni.
"Emir!"
"Okyanus!"
Parmak uçlarımda onun boyuna yükseldim ve boynuna sarıldım. Ne zaman onu kızdıracak bir şey yapsam ki, genelde onu kızdıracak çok fazla şey yapardım, hep sarılırdım. Sarıldığım zaman hemen yumuşardı. Kollarını belime dolayarak sarılışıma karşılık verdiğinde, ufak çaplı taktiğimin yine işe yaradığını anlayıp gülümsemiştim.
"Hadi hadi, zil çalacak şimdi," dedim ondan ayrılırken. Başını sallayarak beni onayladığında, bahçeden uzaklaşıp okula girmiştik. O, kendi sınıfına çıkarken ben kendime su almak için kantine girmiştim. İçeceklerin bulunduğu dolabın karşında durduğumda, suların en üst rafta olduğunu görmüştüm. Hadi ama, ciddi misiniz siz?! Dolabı açıp üste uzanmaya çalışırken içimden okul görevlilerine sövüyordum. Acaba bilerek mi yapıyorlardı dalga geçmek için. Mesela okul müdürümüz Murat bey şuan kameradan bana bakıp, "bak bak nasıl da alamıyor suyu" diye dalga geçiyor muydu benimle? Ah, ne saçmalıyordum ben? Kendi saçmalıklarıma kıkırdarken görüş alanıma giren, damarları belirgin elle, başımı çevirmiştim. Karşımda gördüğüm manzara yutkunmama sebep olurken buraya neden geldiğimi bile unutmuştum. Hakkaten ya, ne için gelmiştim ki ben şimdi buraya?
Hiç bir zaman düzenli olmayan saçları, ve her zamanki gibi siyah kıyafetleriyle tam yanımda duruyordu, Deniz. Tamam, kabul etmem gerekir ki o bana değil içecek şişelerine bakıyordu. İnsan hiç içecek şişesi olmak ister mi arkadaşlar? Ben istedim. Kusura bakmayın ama Deniz kadar yakışıklı ve havalı birinin size bakması için bir içecek şişesi olmanız gerekiyorsa evet, bunu isterdiniz.
Bir şişe su aldıktan sonra parasını ödemek için görevlinin bulunduğu kısma gittiğinde, buraya neden geldiğimi hatırlamıştım. Evet, evet su almak için gelmiştim! Tekrar uzandım ve şükürler olsun ki suyu bu sefer alabildim. Ben görevlinin olduğu kısma yürürken o çoktan aldığı suyun parasını ödemiş geri dönüyordu. Tam yanımdan geçerken kesinlikle yanlışlıkla(!) ona çarptım. Ah, dönüp bakmadı bile! O çıkana kadar arkasından bakmış gözden kaybolduğunda ise kıvırcık saçlarımı karıştırıp görevlinin yanına gitmiştim. Suyun parasını ödedikten sonra kendi sınıfıma girdim. Ne yazıkki Emir'le aynı sınıfta değildim ve sınıfımdakilerle de pek iyi anlaşabildiğim söylenemezdi. Yerime geçtikten bir kaç dakika sonra zil çalmış ve hoca derse girmişti.
Zil çaldığında, bu aşırı sıkıcı tarih dersinin son bulmasının verdiği sevinçle yerimden kalktım. Telefonumu, ders başlamadan önce tıkıştırdığım çantamdan aldım ve cebime atıp sınıftan çıktım.
Emir'e bakına bakına kantine ilerlemeye başladım. Ama ne yazıkki koridorda değildi. "Belki de kantinde beni bekliyordur," diye mırıldandım kendi kendime ve kantine girdim. Fakat tekrar etrafa bakındığımda, burda olmadığını anlayıp dudak büzmüştüm. Diğer arkadaşlarıyla takılıyor olmalıydı. Anlaşılan, bu tenefüsü de yalnız geçirecektim. Kantindeki masalardan birine geçtim ve öylece ordaki insanları incelemeye başladım. Yalnız kaldığımda hep bunu yapardım. Bir oyun gibi ayarlamıştım. İnsanları inceliyor ve onlar hakkında bir takım teoriler üretiyordum. Ve hayır, siz sormadan söyleyeyim ruh hastası falan değilim. Tam karşımda duran masadaki 2 kız 1 erkekten oluşan arkadaş grubuna baktım. Kızlardan birinin başı, çocuğun omzundaydı ve bir şeyler konuşuyorlardı. Sevgili olduklarını tahmin etmiştim. Diğer kız ise dünyaya ut vurmuş şekilde telefonuyla ilgileniyordu. Her hâlinden belliydi arkadaşlarlarıyla çok samimi olmadığı. Sanki orda zoraki duruyormuş gibiydi. Ardından yandaki masada oturan iki kıza baktım. Gülüşerek bir şeyler konuşuyorlardı. Çok yakın iki dost olmalıydılar. Yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Hayatım boyunca hiç böyle bir arkadaşım olmamıştı. Bir tane kız arkadaşım vardı sadece onunla da bu kadar samimi değildik zaten. Kendi kendime omuz silktim. Alışmıştım, umrumda olmamalıydı.
Cam kenarındaki masaya baktım. Bu masaya, "Deniz'lerin masası" demeliydim sanırım. O ve arkadaşları hep o masada oturur kendilerinden başka kimseyi oturtmazlardı. Orada olabilmek için her şeyimi verebilirdim. Ona baktım uzun uzun. Diğer arkadaşları gülüşerek bir şeyler konuşuyordu. Onun ise bu konuşmaları dinlemiyor ya da umursamıyor gibi bir hâli vardı. Öylece boş gözlerle arkadaşlarına bakıyordu. Gözlerimi zor da olsa ondan alıp diğer arkadaşlarına baktım. Hepsi çok...farklı görünüyordu. Ya da ben fazla sıradandım. Mesela, Deniz'in hemen yanında oturan esmer kız benden farklıydı. Güzeldi, bakımlıydı her şeyden önemlisi boyu uzundu! İçimdeki kıskançlığın daha fazla büyümesine fırsat vermeden gözlerimi kızdan alıp, kenarda oturmuş deli gibi gülen çocuğa çevirdim. Bir şey söylemeye çalışıyor ama gülmekten söyleyemiyor gibiydi. Bu nedenini bilmediğim bir şekilde gülümsememe sebep olmuştu. Ardından gözlerimi gülmeyi hayat felsefesi edinmiş olduğunu düşündüğüm çocuktan alıp yanındaki çakma sarışın olduğuna emin olduğum kıza baktım. Gözlerini sabit bir noktaya dikmiş dikkatlice oraya bakıyor, üstüne üstlük gülümsüyordu. Kızın bakışlarını takip ettiğimde, Deniz görüş alanıma girmişti. Yutkundum. Yoksa bu kız....Yok canım, daha neler? Olamaz,değil mi? Olmamalıydı. Çünkü eğer öyle bir şey varsa, ben biterdim. Kelimenin gerçek anlamıyla biterdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tutsak kalp
RomanceVe güzel kızlar, yakışıklı erkeklerle sonsuza kadar mutlu yaşıyordu okuduğum her kitabın, izlediğim her filmin sonunda. Peki ya güzel olmayan kızlar ve yakışıklı olmayan oğlanlar? Biz mutlu sonu haketmiyor muyuz? Sadece güzel insanlar mı hakeder güz...