Seokjin az önce yaralı koluna pansuman yaptığı bedenin sağlam kolunun üstünde uzanırken heyecandan ölmediği için tanrıya şükretmekle meşguldü.
Joon huzurlu bir şekilde gözlerini kapatmış dinleniyordu. Elleri doktorun köyü kahverengi saçlarında dolaşıyordu usul usul.
İkisi de ne ara bu hale geldiler bilmiyorlardı ama birbirlerini kaybetme korkularını tadınca gereksiz mesafeye ikisi de şimdilik ara vermişti. Seokjin hep kendine söz vermişti bu alanda bir daha kimseye bağlanmayacağım diye. Ama bu sözü tutmakta fena halde zorlanıyordu. Hele de aşık olduğu adam parmak uçları ile saçlarını okşuyorken daha da zorlanıyordu.
Bakışlarını tavandan alıp saçını okşayan bedene döndü Seokjin.
"Bir gün öleceğiz." Diye konuştu. Neden konuya böyle girdi bilmiyordu. Ama ölüm korkusu ile yaşam hevesini kaçırıyordu çoğu zaman. Joon gözlerini açmadan cevap verdi ona."Ölelim, en azından birlikte ölmüş oluruz yan yana, el ele." Sesi huzur doluydu. Öyle rahattı ki. Asla ölümden korkan biri değildi çünkü. O ölümü severdi. İnsanlara sonsuz bir yaşam hakkı verilseydi o zaman ne için mücadele ederlerdi ki.
Seokjin omuz silkti.
"Ölümü unutamıyorum. Joon ben seninle pembe panjurlu evde yaşama hayali kurmak istiyorum. Seninle sevişme belki de birlikte balık tutma hayali. Ama hayal kurmaya başlar başlamaz aklıma karanlık düşünceler hücum ediyor."
Seokjin ensesine dayanan metalin hissettirdikleri ile bir karar vermiş ve cesaretini son kırıntılarına kadar kullanmaya başlamıştı.
Joon duyduğu kelimeler ile şaşırsa da belli etmedi. Kolunu Seokjin'in omzuna biraz daha sardı ve alnına uzun bir öpücük bıraktı."Pembe panjurlu ev hayali biraz zor çiçeğim. Balık tutmakta bu savaşta çok zor. Ama seninle sevişebilir, liseli aşıklar gibi yemek saatlerinde çadırın arkasında deli gibi öpüşebiliriz. Bu savaş alanında seninle yapılabilecek her şeyi yapabiliriz. Ama sen aylardır benden kaçıyorsun çiçeğim. Ellerini saklıyorsun benden tutamıyorum seni." Seokjin duyduklarını daha sindiremeden Joon devam etti konuşmaya. Bir yandan da Seokjin'in omzunda daireler çiziyordu.
"Defne çiçeğinin efsanesini biliyor musun? Seni o çiçeğe benzetiyorum." Seokjin güldü kendi kendine. Onun kendi sorusuna kendinin cevap vermesine güldü. Bir şeyler anlatmak istiyordu belli ki.
"Bilmiyorum Joon, uykun yoksa anlatmanı çok isterim. Bana çiçek sıfatını yakıştıran bu hikaye içimde büyük merak uyandırdı." Seokjin konuşurken bir yandan da gülümsüyordu. 8 aydır uyanma sebebi olan bu asker konuştukça onu daha çok içine çekiyordu. Ona aşık olduğu için kendiyle gurur duyuyordu.
O şu nefret ve kanın olduğu yerde içindeki sevgi ve çiçeği kurutmadan yaşatan tek insandı Kim Namjoon."Beni iyi dinle bir yerlerde sen saklısın çoğu ayrıntı benzemiyor belki ama ben seni ilk gördüğümde defne çiçeği kokusunu hissettim burnumda." Utandı Seokjin. Kendisini çiçeğe benzetmesi çok ince bir hareketti onun için. Kalbi hızlanıyordu Joon ona çiçek dedikçe.
Güneşin, müziğin ve okun tanrısı Apollon bir uçtan bir uca gezerken gökyüzünü, elinde oku ve yayıyla bebek yüzlü aşk Tanrısı Eros’a rastlamış. Eros’un bebeksi yüzüne ve elindeki ok ve yaya bakan Apollon kendisini tutamamış ve Aşk Tanrısına şöyle demiş “ Ey aşkın tanrısı! Bu savaş araçları senin eline hiç yakışmıyor. Onları bana verirsen, uygun olan yerde, yani savaş meydanlarında kullanırım. Bilirsin benim attığım ok yerini bulur, bu konuda benim üzerime yoktur” Apollon’un bu sözleri çocuk gözlü, bebek yüzlü Aşk Tanrısı Eros’u çok kızdırmış. Güzel gözleri sinirden alev alev parlamış.
Apollon’a demiş ki; “Ey Güneşin, müziğin, okun Tanrısı güçlü ve akıllı Apollon. Söylediklerinde elbette ki doğruluk payı var. Senin oklarının her şeyi vurabilir mutlaka. Ama unuttuğun bir şey var ki o da benim oklarım seni bile vurabilir. Benim işimi neden böyle küçümsüyorsun” Eros sözlerini bitirdikten sonra Apollon’un yanından hızla uzaklaşmış. Ama bir yandan da Apollon’a oklarının tadını tattıracağına yemin etmiş. Apollon günlerden birgün yine yeşillikler içindeki ülkesinde oturmuş lirini çalarken, ormanda yalnız başında dolaşmakta olan güzeller güzeli su perisi Daphne’yi görmüş. Onu görür görmez bütün vücudunu bir titreme almış. Kendinden geçmiş bir halde tanrıçaları bile kıskandıran bir güzelliğe sahip olan bu su perisini izlemeye başlamış. Ancak onları izleyen birisi daha varmış. Aşk tanrısı Eros. Eros, Apollon’un kendisini küçümsemesinin intikamını almanın vaktinin geldiğini görünce sevinmiş ve hemen sadağından sadece tanrıların görüp hissedebildikleri oklarından nefret okunu çekip Daphne’nin yüreğine saplayıvermiş. Eros’un Tanrısal okları kalbine saplanan Daphne’nin kalbi artık yeryüzünde aşka kapatılmış böylece. Eros sadağından çıkardığı aşk okunu da Apollon’un kalbine saplayıvermiş. Apollon’un kendini beğenmiş sözlerinden böylece intikam almış aşkın Tanrısı Eros. Daphne ailesinin ve babasının tüm ısrarına rağmen evlenmeyi kabul etmiyormuş. Bu güzel su perisi her gün ormana çıkıp yeryüzündeki bütün canlıları güzelliğine hayran bırakarak dolaşıyormuş.
Apollon da artık hergün bu güzeller güzeli su perisini görebilmek için gökyüzündeki krallığından inip ormanda dolaşın bu büyüleyici güzeli izliyormuş gizli gizli. Artık ne savaşlardaki başarısı, ne avdaki keskin nişancılığı ne de ustaca çaldığı lirin tanrısal ezgileri tatmin etmiyormuş Işığın ve avcıların tanrısı Apollon’u. Hergün ormana gidip kalbini esir alan Daphne’nin tanrıları kıskandıran güzelliğini izliyormuş. Günler geçtikçe onu uzaktan uzağa izlemek yetmez olmuş güçlü ve yakışıklı Apollon’a. Kendi kendine demiş ki “ben ışığın ve müziğin tanrısı güçlü, yakışıklı, korkusuz Apollo’yum. Niye çekiniyorum ki. Gidip şu ormanın güzel kızıyla konuşayım. Aşkından dalgalanıp, göğsümü delen şu kalbimin acısını bastırayım” Kendi kendine böyle cesaret verdikten sonra güzeller güzeli Daphne’nin karşısına çıkmış Apollon. Daphne aniden karşısına çıkan Tanrı Apollon’u görünce korkmuş ve ondan kaçmaya başlamış.Uzun konuşmasına burada ara verdi Joon. İkisi de kıkırdadı aynı anda. 8 ay boyunca asker Joon'u gizliden gizliye izleyip sonra da onun olduğu her yerden kaçan Seokjin'i hatırlatmıştı efsanenin burası ikisine de.
Joon gülmesini durdurup derin bir nefes aldı ve devam etti.Apollon da onun peşinden koşuyormuş. Bir yandan da Daphne’ye, O’na olan aşkını haykırıyormuş. “Dur, kaçma benden güzeller güzeli peri kızı. Ben Apollon’um, güneşin, müziğin ve ışığın tanrısı. Senin düşmanın değilim. Bütün bu yeryüzünde bana aşık olmayacak tek bir canlı bile yokken sen niye benden kaçıyorsun.” Daphne’nin durmaya hiç niyeti yokmuş. Tam aksine kalbindeki nefret okunun etkisiyle Apollon’un bu aşk sözlerinden daha da korkmuş ve ciğerlerini yırtarcasına kaçmaya devam etmiş.
Apollon çaresizlik içinde Daphne’yi kovalamaya devam ediyormuş. Bir yandan da şöyle sesleniyormuş ona” Kaçma benden ne olursun ey güzeller güzeli. Bak ben ışığın tanrısıyım ama senin aşkından gözlerinden gözlerim kör, okun tanrısıyım ama kalbime saplanan bu aşk okunun dermanı yok bende. Dur ne olur kaçma benden, beni senin peşinden koşturan aşktır, düşmanlık değil!"
İçeri giren asker ile lafı kesildi Joon'un. Aslında bitmişti efsane. Devamı mutsuz bir sondu. Ve onu anlatmak istemiyordu.
Seokjin hemen doğruldu yattığı yerden. İçeri giren asker onların uzanan bedenlerini umursamadan konuştu.
"Cepheden 2 yaralı geldi Doktor Kim." Seokjin ayaklandı ve başıyla onayladı onu.
"Geliyorum asker." Kenardaki tıbbi malzeme kutusuna uzandı Seokjin.
Sonra sedyede onu izleyen bedene döndü."Özür dilerim sonunu sonra anlatırsın olur mu?" Namjoon gülümsedi.
"Bitmişti zaten sonunda Daphne kaçmayı bırakıp Apollon ile mutlu bir son yaşıyor." Seokjin kaşlarını çattı. İyi de bu çok saçmaydı. Sonu böyle klasik bitse bu yıllarca anlatılan bir efsane olmazdı ki. Yine de şimdilik düşünmedi bu olayı ve sedyedeki bedenin yanına adımladı hızlıca.
Dudaklarına uzanıp kısa ama sevgi dolu bir öpücük kondurdu kalın dudaklara.
"Ben hemen geleceğim sen de uyu tamam mı? Uyandığında yani başında olacağım." Namjoon gözlerini kapatıp başını aşağı yukarı salladı. Seokjin çadırın kapısına gelip fermuarı aşağı indirdi.
Asker çıkarken saygı amaçlı fermuarı çekmiş olmalıydı."Yanı başımda olma seni uyandığımda kollarımın arasında görmek istiyorum defne çiçeğim." Namjoon o çıkmadan konuştu arkasından. Güldü Seokjin.
Gülümseyerek çıktı çadırdan. Savaşın ortasında kalbinde kocaman bir çiçek yeşermişti ve o çiçeğin suyu, oksijeni güneş ışığı hepsi Kim Namjoon'du.
Efsaneyi sakın araştırmayın bir dahaki bölüm Namjoon anlatacak.
Umarım beğenmişsinizdir.
Vote verip fikirlerinizi yorumda belirtmeyi unutmayın. 🥰
ŞİMDİ OKUDUĞUN
War of love || Namjin
Truyện NgắnNamjoon düşman tarafından, sıhhiye Seokjin ise asker Namjoon tarafından tam sol göğsüne bir kurşun yemişti.