"Tanrı seni duydu. Ve beni senin için gönderdi."
Yapmacık bir şekilde güldüm. İnanmayan yüz ifadem içerisine serpiştirdiğim hüzün kırıntılarım bende ağlama isteği uyandırıyordu. Ne zamandır boş bir suratla yaşadığımı bilmiyorum. En son ne zaman güldüğümü de, gülmek bana yakışır mıydı, onu da.
"Senin için buradayım."
Gerçekleşme imkânı olan ve olmayan olaylar vardır. Hani şu imkanı varsa bir, yoksa sıfır dediğimiz... Ve bu olay benim gözümde kesinlikle gerçekleşmesi imkansız bir olaydı. Evet, gecelerce tanrıya dua etmiştim. Ondan birçok şey istemiştim. Beni yanına almasını mesela, daha düzgün bir hayata sahip olmayı da olabilir. Bu kadar acının aciz bünyeme fazla geldiğini ona anlatmaya çalıştım defalarca. Gözlerimden damla damla yaşlar akarken çaresizce sonumun gelmesini istedim. Bir kavanoz içerisinde ya da yedin yedi kat derininde yalnız kaldığımda huzurlu olacağımı anlattım kendime. Bu sadece içimde hissettiğim acının ancak ölümle son bulacağını anlatan bir teselliydi.
Eğer tanrı benim için birini gönderecek olsa ona dua ettiğim zamanlarda gönderirdi. O geç kaldı.
Artık istemiyorum.
"Kimsenin benim için burada olmasına ihtiyacım yok, tanrının da, senin de. Eğer tanrı beni duysaydı şu anda bu durumda olmazdım, tamam mı?"
Sağ elimle omuzundan tutup onu sarsarken gitmesi için kapıyı gösteriyordum. Ona inanmıyordum. Kimse inanmazdı. Benim için sadece dolandırıcıydı.
"Haklısın, sana bu konuda bir şey diyemem. Şimdiye kadar kimse yanında olmamış olabilir, ya da sen olmak isteyenleri reddetmiş olabilirsin. Ama ben beni reddetsen de gitmeyeceğim. Hep senin yanında olacağım, yalnız olmayacaksın."
Öyle şefkatli konuşuyordu ki benimle neredeyse ağlayacaktım. Sesindeki o zarif tını ve gözlerinde gördüğüm o bakış şimdiye kadar ihtiyacım olan yegâne şey olabilirdi. Fakat bunu kabul edemedim. Yalnızlığa bu kadar alışmışken, ışığa olan hasretim bu kadar azalmışken ve daha da önemlisi artık karanlıktan korkmamayı öğrenmişken birinin gelip beni içinde bulunduğum durumdan çıkarmak istemesi beni sinirlendiriyordu.
"Ben dünyayı yedi milyar insanla paylaşırken yalnızım. Nasıl olur da sadece seninle yalnızlıktan kurtulabilirim. Bu benim hayatım! Karışma bana!"
Gözlerimin dolmaya, burnumun sızlamaya başlamasıyla ağlamamak için alt dudağımı ısırdım. Bir elim hâlâ kapıyı işaret ederken dermanı kalmamış dizlerimin titremesiyle yere düşecek gibiydim. Ona gitmesini söylüyordum. Fakat eminim ki gözlerim sadece benimle kalmasını istiyordu.
Bir süre bir şey demedi. Sağ yanına hafifçe yatırmış olduğu başı, yüzündeki küçük, buruk gülümseme ve derin gözlerindeki bakış bana hiç yardımcı olmuyordu. Yüz ifadesini anlatamazdım. Sanki biliyorum, diyordu. Aynısını ben de yaşadım...
Tekrar büyük bir titreme bedenimi ele geçirdiğinde yere düşmeyi bekledim. Belki kafamı sehpaya falan çarpar da bu boktan durumdan kurtulabilirim diye düşündüm. İsteğim asla gerçekleşmedi. Beni sıkıca tutup düşmemi engellemişti.
Beni koltuğa oturturken bırakmadı. Sandığımın aksine başımı boynuna gömüp saçlarımı okşadı. O bana böyle şefkatli davranırken ağlamama karşı koyamadım.
"Şimdiye kadar güçlü olmuş olabilirsin. Artık güçlü olmana gerek yok. Her şeyi taşımana da gerek yok, boyundan büyük acılara kendi başına karşı gelmeye çalışma. Yorulduğun zaman bana söylemen yeterli. Senin için her şeye göğüs gerebileceğimden emin olabilirsin. Uyuyamadığında sana uyumanı sağlayabilecek şarkılar söyleyeceğim, ağladığında gözlerini sileceğim, düştüğünde kaldıracağım, gidecek bir yerin olmadığında her zaman evin olacağım."
Şu birkaç cümleyi duymayı kaç yıldır bekledim acaba? Yorulduğumda sırtımı yaslayabileceğim birileri olan hayalleri kaç kere kurdum? "Evim" diyebileceğim birinin yokluğunu kaç gece çektim yapayalnız yatağımda? Sanırım ben hiç hissetmemiştim bunların varlığını. Belki bu yüzden ne zamandır bu durumda olduğumu hatırlamıyordum.
Hıçkırıklarım iyice seyrekleşmişken burnumu çekip saçlarım arasında gezinip beni mayıştıran elinin üzerine elimi koydum.
"İnsanların söylediklerine güvenilmemesini bilecek kadar çok yaşadım."
Büyük bir kahkaha attı. Gülerken sesi çok güzel çıkıyordu. En sıradan kelimeleri bile öylesine güzel söylüyordu ki şaşırıyordum.
"Belki." Dedi. "Fakat bana güvenebilirsin." Diye ekledi. Sağ eli üzerinde olan elime aldırmadan hâlâ saçlarımı karıştırmaya devam ederken sol elini yanağıma koydu. Baş parmağıyla nazikçe ıslak yanağımı okşuyordu. Elinin sıcaklığı beni mutlu ediyordu. En azından şimdilik ona karşı gelmeyecektim. Çünkü şimdiye kadar yana yakıla aradığım huzuru kolları arasında bulmuştum. Ve bu benim için inanılmaz bir şeydi.
Yirmi dört yıldır aradığım huzuru tanımadığım bir yabancının kolları arasında bulacağıma asla inanmazdım.
"Kızmıyorum diye seni kabul ettiğimi sanma sakın."
Dudakları arasından kaçan küçük kıkırtı başımı yasladığım yerin hafifçe titreşmesine sebep olmuştu. Rahat hissetmediğimden bacaklarımı biraz kendime çektim. Kolumu omzuna attığımda nasıl bu hale gelmiş olabileceğimi düşünüyordum. Kimseye güvenmeyen ve sevmeyen ben yabancı birine tabiri caizse bir koala gibi yapışmıştım ve daha da tuhafı bu hoşuma gidiyordu. Kendime saçmalamam gerektiğini söyledim. Şimdiye kadar nasıl devam ettiysem sonrasını da öyle getirebileceğimi söyledim. Birileri olmadan yaşamaya alışkın olduğumu anlattım. İşe yaramadı... yine kendimi onun kolları arasında durmak isterken buldum.
"Peki, öyle olsun."
Sonrasında daha ne kadar o şekilde durduk bilmiyorum. Zaman algımı yitirmiş gibiydim. Gözyaşlarım dinmiş ve uykum gelmişti. Uyumak istediğimi düşündüm. Uzun zamandır yapmadığım gibi rahat bir şekilde uyumak. Saçlarımda gezinen elleri hissederek ve birinin nefes alış seslerini dinleyerek.
"Kalk yatağında uyu. Sabaha kadar her yerin tutulacak."
Omuz silkip istemediğimi belirttim. Fakat pek işe yaramış gibi değildi.
"Bak çocuk, bana güvenebileceğini söyledim ama yatağına gitme işini en azından kendin yapsan çok iyi olur."
Oflayarak bulunduğum yerden kalktım. Neredeyse gözlerimi açamıyordum ve etrafı bulanık görmek de benim için her şeyi zorlaştırıyordu. Birkaç kez sendelediğimde birinin beni kolumdan tuttuğunu hissettim. Yatak odama giden yavaş adımlarım birkaç saniyeliğine durdu. İnanmakta zorluk çekiyordum. Düşüncelerim beynimi kemiriyordu ve ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Ama şimdilik sadece düşünmemeyi seçtim.
Kapıyı açtı ve benden önce yatağıma ilerleyip yorganımı kaldırdı. Yüzüstü içine zıplayıp sağıma yattım. Sarhoş gibi hissediyordum.
"Neden sana güveneyim ki?"
Sabahtan beri ona güvenmemi söyleyen cümlelerini göz ardı etmiştim fakat şimdi neden böyle dediğini öğrenmek istiyordum. Bir nevi nabzını ölçüyordum da diyebilirim sanırım. Verdiği cevaba göre ne yapacağıma karar verecektim. Bana tekrar gülüp üzerime yorganımı güzelce örttüğünde çok fazla güldüğünü düşündüm.
"Çünkü ben insan değilim. Güvenilir bir meleğim."
Söyledikleri her ne kadar komik ve saçma da olsa bir yanım ona inanmak istiyordu, bunu reddedemezdim. Bir meleğin benimle ne işi olabilir ki, diye tekrar sordum kendime. Bir süre dalga geçtim içinde bulunduğum durumla. Onun duymasına izin vermedim tabii. Her ne kadar insanlar benim duygularımı umursamasa da ben kalp kırıklarının ne kadar acıttığını bildiğim için kalp kırmamaya özen gösterirdim.
Dudaklarımın istemsizce kıvrıldığını hissettim. Dişlerim de görünüyordu bu seferki gülüşümde. Ve zaten şiş olup bir de güldüğüm için kısılan gözlerimle görebildiğim kadar ona baktım.
"Peki bu melek bey, ben uyuyana kadar yanımda kalıp saçlarımı okşar mı?"
Sonrasında yatağıma oturduğunu anladım, gözlerini üzerimde hissettim ve sımsıcak ellerinin tekrar saçlarımda dolanmaya başlamasıyla kendimi uykuya teslim ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I'm Here Too
FanfictionVe tanrı, acı çektiğini bildiği kullarına birer hediye gönderir... {nakamotoyuta+leetaeyong}