2-HİPNOZ

147 40 14
                                    

Yeni uyanmış olmanın verdiği mahmurlukla afallamış olmalıydım, ya da hala rüyadaydım bilmiyorum. Evden ayrılmıştım her ne kadar baba dediğim o adamdan nefret etsem de o eve bir daha adımı atmam desem de ortada günahsız bir kardeşim vardı, hiçbir şeyden haberi yoktu ve dün gece ben evden giderken ki ağlayışları hala gözümün önündeydi, sımsıkı sarılmıştı bana ‘’ablacığım, gitme nolursun’’ derken hıçkırıklarıyla savaşıyordu. Bende ağlıyordum tabii ki ama sadece kardeşim için. O adam için asla ağlamam.

Kardeşimi özlediğimi onu merak ettiğimi farkettim.

Acaba şuan napıyordu? Beni sorduğunda ne söylemişlerdi ona? Kardeşime iyi davranıyor muydu acaba o adam yoksa bana yaptığı gibi ona da mı vuruyordu? Hayır, kardeşime vuramaz! Buna izin vermezdim, bana çektirdiklerinden sonra kardeşime de aynı şeyleri yaşatamazdım. Ben onun ablasıyım, onu korurdum. Korumam gereken kişi babam olsa bile onu babamdan da korurdum ben zaten. Canım yanıyor, içim de hep bi pişmanlık duygusu var. Evden ayrıldığıma pişman hissediyordum sonra da kendime kızıyordum. Neden pişman olayım ki en doğrusunu yaptığımdan emindim oysa ki kafamın içinde dönüp dolaşan düşüncelerle savaşamıyordum artık yorulmuştum. Kafamın içinde ki düşüncelerle savaşmaya çalışırken bir de başıma bu gelmişti şimdi.

Uykuya daldığım sırada sahil kenarında bir bankta olduğuma yemin edebilirdim. Ama bu ev, buram buram kokan erkek parfümü, mutfaktan gelen mis gibi koku… Anlam vermekte zorlandığım olağandı. Gerçekten buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyorum, bir yabancıyla bütün gecemi geçirmiştim. Beni hiç uyandırmadan buraya kadar nasıl getirmişti ki mutlaka hissetmem gerekirdi. Anlayamıyorum. En çok merak ettiğimde beni buraya neden getirdiğiydi ama içimden bir ses ‘’sus’’ diyordu. ‘’Sus, hiçbir şey sorma sadece anı yaşa.’’ Neden böyleydi bilmiyorum.

Ben normalde hislerimi kontrol edebilen biriydim kafamda ki onca sorunun da gayet farkındaydım, bir o kadar da açık sözlüydüm de bir çırpı da kafamın içinde beynimi kurcalayan o soruların hepsini mutfaktan bana bakıp gülümseyen o yabancıya sorabilirdim, cesurdum. Ama soramıyordum işte. Sanki bir güç beni ele geçirmiş gibiydi, ağzımı açıyordum ama içerden birisi kelimelerimi vakumlarcasına geri çekiyordu. Karşımda ki de ne halde olduğumu anlamış olmalı ki ‘’bir sorun mu var?’’ diye sordu usulca.

‘’yok’’ diyerek gülümsedim.

Niye böyle davranıyordum ki ben bu değilim ki. O bir yabancı. Onu tanımıyorum bile ama gözlerimi açtığımda onun evinde onun yatağında uyanıyordum. Her şey ne kadar da saçma oysaki. Sen kimsin? Ben neden burdayım? Burası neresi? Beni buraya nasıl getirdin? Diye soramıyordum bir türlü. Benim tanıdığım Ezgi sorardı, çekinmezdi. Ama şuan anlayamadığım bir şekilde bambaşka bir haldeydim ve tek kelime edemeden onun gülümsemesine gülümseyerek karşılık veriyordum.

‘’Banyo merdivenleri çıkınca sağdan ilk kapı gidip elini yüzünü yıka istersen açılırsın, sonra da aşağıya gel kahvaltı hazır istersen beraber kahvaltı yaparız.’’ Dedi bana hala gülümsüyordu.

‘’Tamam, teşekkür ederim’’ deyip bende ona güldüm.

Aman Allah ım bu ben olamazdım bir yabancının evinde ve onun yatağında uyanıyordum, aklımdaki milyonlarca sorudan hiç birini dile getiremiyordum. Hayır, bu kesinlikle ben değildim. Değişiyordum. Nedenini bilmediğim bir şekilde değişiyordum. Evden ayrılmıştım ve sahil kenarında uyumuştum ama uyandığımda burnuma mis gibi gelen parfüm kokusunun hakim olduğu bir evdeydim. Parfüm kokusu gerçekten de etkileyici, bunu inkar edemem. Ama sormam gerek sorular vardı ve ben konuşamıyordum, dilim tutulmuştu sanki. Neden?

Merdivenlerden yukarı çıkarken evi inceliyordum, ev çok sadeydi fazla eşya sevmeyen biri olduğu her halinden belliydi ama genellikle koyu renk kullanmıştı evin içini çok fazla karanlık yapmıştı bu. Karanlığı sevdiği de çok açık bir şekilde belli oluyordu.

ZAMANSIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin