Gözlerini açtığında sıcacık günışığının gözlerine dolmasına rağmen tekrar gözlerini kapattı adam.
Oysaki bilmiyordu kendini neyin beklediğini. Büyük bir savaş yaklaşmaktaydı eğer durdurulmazsa. III. Dünya Savaşı'ydı bu. O kadar çok ülke bu savaştaydı ki artık kimin kim olduğu belirsizdi.
Tenini yakmaya başlayan sabah güneşi, adamı huzursuz etti. Yavaşça esneyerek yatağından kalktı ve duşa girdi. Ancak duştan çıkınca varmıştı saatin farkına. İşine geç kalacaktı. Bir an önce iş önlüğünü ve eldivenlerini giydi. Alelacele sarı botlarını da ayağına geçirdiğinde bir korna sesi duydu.
Servisin en fazla 1 dakika beklediğini bildiğinden üçer üçer adeta uçtu merdivenlerden. Telefonunu ve anahtarını da aldığında artık hazırdı. Ne yazık ki kapıyı açtığında karşılaştığı manzara gri betonlar arasında kalmış kararmış ve çatlamış bir yoldu.
Servis yine onu almadan gidiyordu. Bu elbette ilk değildi. Adam alışkındı bu duruma. Erken kalkmayı bir türlü beceremiyordu gece geç saatlerce çalıştığından. Yaptığı iş, onu çok yoruyordu. Zaten evli değildi, çocuğu da yoktu. Yaşı kırkı geçecekti.
Fabrikaya doğru yürümeye başladı. Cebine bakındı belki bulurdu biraz para da yürümek zorunda kalmazdı upuzun yolu. Cebinden çıkanlar toz ve kıldan oluşmuş yumaklar dışında mavi ve küçük bir çemberdi.
Adamın bu çember hakkında en ufak bir fikri dahi yoktu. Belki de dün içtiği suyun kapağıydı? Ya da diğerleri gibi değersiz bir başka çöp. Neyden yapıldığını anlamak için ısırmayı denedi. Cidden çok sertti. Belki de değerli bir parçaydı. Adam, bu parçayı tanıdığı bir tüccara sormaya karar verdi. Gelirken yolun kenarına bakarak yürüdü. Belki tüccar için değerli başka şeyler bulurum diye umut ediyordu. Yoldan buldukları ise yarısı çiğnenmiş bir sakız, pek çok plastik atık ve bozuk bir ampul oldu.
Fabrikaya vardığında mesaisine çoktan 1 saat geç kalmıştı bile. Fabrikaya giriş yaptığını belirten kartını makineye okuttu. Geç kalmanın cezası olarak bu sefer yakınlardaki bir cezaevinin bir katının tamamını temizleyecek, paspaslayacaktı.
Önceki cezası daha kötüydü. Havaalanındaki uçakları temizlemiş ve hostluk yapmıştı. Adamın yüksekliğe karşı çok büyük bir korkusu mevcuttu. Bu yüzden de yeni cezası için şükretti.
İşinin başına koyuldu ve tüm gün kavanoz kapağı kapattı. Yarın ise paketleme bölümünde çalışacaktı. Öğle arasında cezaevine uğramış ve işin büyük bir kısmını halletmişti. Sırf bu yüzden adamcağız aç kalmıştı.
Evine döndüğünde tüccara uğramayı unuttuğunu farketti. Yarın giderim düşüncesiyle evine gelir gelmez uykuya daldı. Alarmı, adamı uyandırabildi bu sefer. Sonuçta erken yatmıştı. Alarmla uyanmayı başardığına sevinerek yeniden duşa girdi adam.
Dün temizlediği cezaevinde saçlarına çok fazla toz ve duman girmişti. Duman girmesinin sebebi o gittiğinde böcek ilaçlamacılarının mahalleyi turlamasından kaynaklanıyordu.
Saçlarına çok dikkat ederdi. Yemek yemezdi ama her gün duş alır saçını tarar ve kremlerdi. Saçları onun vazgeçilmeziydi.
Servise zamanında yetişen adam, işine vaktinde gitti, öğle arasında kalan cezasını bitirdi. Ama bir daha geç kalmamayı kafasına koydu çünkü temizlik yaparken saçı çok kirleniyordu. Bir keresinde saçı bitlenmişti ! Az kalsın istifa edecekti ki tüccar ona yardım eli uzatmış ve kafasını temizlemişti.
İşini erkenden bitiren adam tüccara uğradı. Fazla uzak değildi. Fabrika ile arasında en fazla 20 dakikalık mesafe vardı.
Tüccarın dükkanına girer girmez önce selam verdi. Selamına karşılık alamayan adam nedenini merak etti. Tüccar onu farketmemişti bile! Gerindi ve daha yüksek sesle selam verdiğinde tüccarın korkudan ödünün patladığını gördü.
Adamdan mı korkuyordu? Oysa adam ona ne yapmıştı ki? Ardından cebindeki mavi çember geldi aklına. Cebinden çıkarıp avuçlarına aldı. Mavi çember etrafına çok güçlü bir ışık saçıyordu. Tüccara yaklaştı adam elindeki ile. Tüccar sanki kör olmuştu da adamı göremiyordu. En sonund mavi çemberi tüccarın masasının üzerine yavaşça koydu ve öksürdü. Tüccar dostu sanki uzaylı görmüşçesine donup kaldı.
"Nereden çıktın sen ?" diye soruverdi Tüccar. Tüccarın bu sorusu karşısında afallayan adam, "Gayet sesli bir şekilde gelerek sana selam verdim dostum. Neden beni görmezden geliyorsun?" dedi.
Bu kez şaşırma sırası tüccardaydı. "Ben de yoktan sesler duymaya başladığımı düşünmüştüm. Selamını duydum dostum. Etrafa bakındığımda kimse olmadığını farkettim. Bu yüzden önemsemedim ama daha yüksek bir sesle aynı cümleyi duyduğumda delirmeye başladığımı düşündüm. Seni bir türlü göremedim. Yoksa camın arkasına geçip beni mi ürkütmeye çalışıyordun sevgili dostum !? Hiç komik değildi haberin olsun." diye çıkıştı tüccar.
Arkadaşının ruh haline anlam veremeyen adam, fazla düşünmedi bu konu üzerinde. "Ee, ne düşünüyorsun ?" dedi adam mavi çemberi göstererek. Fakat dostu adamın neyden bahsettiğini anlamadı. "Ne diyorsun be adam? Kimden bahsediyorsun?" diye sordu tüccar. "İşte masaya bıraktığım mavi cisimden bahsediyorum, bak parlıyor!" diyen adama hayretler içinde bakakaldı tüccar. Masada ne ışık vardı ne de mavi bir cisim. Aksine kırmızı masa daha bir tozlu gözüktü tüccarın gözüne.
"Saçma saçma konuşacaksan hiç gelmeseydin. Ben de seni dostum bilirim ama bu deli saçması cümlelerini kendine sakla. Yapacak çok işim var!" diyerek adamı kapı dışarı etti tüccar. Önce kendini ardından da taşı inkâr eden dostunu düşündü. Neden göremiyordu? Yoksa kendi mi delirmeye başlamıştı. Koca mahallede konuştuğu tek kişi o tüccardı ama sanırım artık konuşamayacaktı.
Evinin yolunu alırken zihnini az önce yaşadıkları ile dolduruyordu. Adam, her zamanki gibi evine yorgun dönmüştü. Paltosunun cebinde bıraktı taşı ve duşa girdi. Çıktığında kendini daha huzurlu hissettiği muhtemeldi ancak tek dostunu kaybetme düşüncesi içini suçlulukla kabartıyordu.
Neyi yanlış yapmıştı? Kaba bir şey mi demişti? Yoksa tüccar onun hakkında kötü bir söylentiye mi kulak asmıştı? Bütün bu sorular kafasında dönüp dururken oturduğu koyu yeşil koltuğunda uykuya daldı.
Sabah yine alarmın sesini duymayı bekliyordu. Ama hayır, bu çok ilginçti! Alarmdan tam bir saat önce uyanmıştı. Bu nasıl olurdu ? Üstelik uykuya bu denli düşkün bir adam 1 saat erken kalkıyor ve kendini çok dinç hissediyordu. Kesinlikle alışılmadık bir hadiseydi.
Bugün haftanın son iş günüydü. Dinç hissettiğinden yeniden duş aldı ve güzelce karnını doyurdu. Kahvaltısı yulaf , yoğurt , muz ve tereyağından oluşuyordu. Hepsinden azar azar kalmıştı zaten. Kahvaltısını yapan adam, buzdolabında yalnızca iki pet şişe su ve bir adet muz kaldığını farketti. Yakında markete uğramalıydı.
Dün eve gelince dinlediği radyodan domates ve biberin ucuzladığını ancak yumurta , bal , peynir gibi gıdalarınsa fiyatlarında fazlaca artış olduğunu hatırladı. Hazır erken kalkmıştı, işe gitmeden önce kısa bir market alışverişini elbetteki yapabilirdi. Üzerini giyindi , paltosunu da rüzgardan korunmak için yanına aldı ve evden ayrıldı.
Markete doğru ilerlerken marketin tabelasının ha düştü ha düşecek gibi durduğunu farketti. Geçen ay çıkan hortum rüzgarı fazla güçlü olmasa da kendi evinden de uydusunu söküp almıştı. Bu da hortumun bir başka eseri olsa gerekti.
Hızlı adımlarla markete adım attığında içerdeki is ve nemden dolayı elini çabuk tuttu. Maalesef sadece 2 yarısı çürük domates ve 3 de kopuk biber bulabildi. Market, market değil çöplüğü andırıyordu. Adeta dün gece markette domates için savaş verilmişti.
Yine de buldukları için sevindi adam. Evine girdi, buzdolabına yerleştirdi sebzelerini. Ardından saate baktı. Servisin gelişine 10 dakikadan az kalmıştı.
Radyosunu açtı ve dinlemeye koyuldu. Bazı gereksiz haberler haricinde radyo, adamın çok işine yarıyordu. Uydusu koptuğundan beri televizyonu çalışmıyor bu yüzden de radyo dinliyordu. Yeni uydu alacak parayı asla bulamazdı.
Tam servisin kornasını duyduğunda radyodan kalın bir ses, "Yaklaşan fırtına yüzünden devlet her mahalleye birer sığınak inşa edecek fakat fırtına henüz buna izin vermeyecek. Sevgili dinleyenler, eğer bunu duyuyorsanız tehlikede olduğunuzu bilin! Fırtınanın yarın başlaması bekleniyor. Büyükşehirlerde sığınaklar tam kapasitelerine ulaştı. Eğer şehirlere uzaksanız mahzenlerinize saklanın yoksa yüksek ölüm riskiniz mevcut. Dinlediğiniz için teşek-k-k-r..." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurt Sürüsündeki Ala Geyik
Ciencia FicciónEtraftakilerin kim veya ne olduklarından bihaber yürüyorlardı. Birden önlerine çıkan varlığın ne olduğunu anlamaya çalıştılar. Sadece bir sincaptı. Onlara göre öyleydi. Aslında sincapların nesli 2 asır önce tükenmişti.