ilk kar

262 26 22
                                    

Ertesi günlerde uyku düzenim ve okul notlarım doğru orantılı olarak bozulmaya başlamıştı. Sadece hala deli gibi pratik yapmaya devam ediyordum. Derslerin büyük bir çoğunluğunu uyumamaya çabalayarak geçiriyordum. Kimseyle konuşmuyordum. Konuşamıyordum, çünkü kafamın içinde beynimi yiyen düşünceler buna pek izin vermiyordu.

Hyuck'un gözleri kız arkadaşından başkasını görmüyordu. Benim yaptığım tek şey ise ikisinden birisi gördüğüm anda bulunduğum ortamı terk etmekti. Donghyuck arada bir laf atıyor, basit birkaç soru soruyordu. Onun dışında hiçbir iletişimimiz yoktu.

Aradan neredeyse iki üç hafta gibi bir süre geçmişti. Dürüst olmak gerekirse pek mutlu değildim. Yalnızlığa bayılmıyordum da. Ama insanlar arasında boğuluyordum, konuşmak içimden gelmiyordu, sahte bir mutluluk sergilemek bana göre değildi. Bu yüzden yavaşça uzaklaşıyordum. Jaehyun hyung, olanların farkına varan sayılı kişilerdendi. Gelip neyim olduğunu sormuştu. Geçiştirmiştim. Zaten ona ne anlatacaktım ki? Anlatmak için anlamam gerekliydi. Kendimi ben bile anlamıyordum.

Hislerimin tuzağına düşmüştüm. Gözlerim durduk yere yanmaya başlıyordu. Zarar görüyordum ve buna yine ben sebep oluyordum. Tek dileğim kısa bir süre içinde geçmesiydi. Geçeceğini biliyordum, hiçbir şey sonsuza kadar sürmezdi çünkü.

Duvarlarında güne akan çiçeklerinden motiflerin olduğu bir kafede buzlu bir çay içiyordum. Arka fonda ise çok yüksek olmayan bir sesle The Civil Wars şarkıları çalıyordu. Şarkı tanıdıktı. Sözlerini biliyordum ama ismini bilmiyordum. Genelde şarkıların isimlerini hatırlayamazdım, noonaların isimlerini ve bazı köpek cinslerinin isimlerini de... İsimlerle çoğunlukla bir problemim vardı ama şu iki ay içinde Lee Donghyuck altında taburesiyle zihnimin içine oturmuş ve hiçbir şekilde aklımdan çıkmayı kabullenmiyordu.

Basit bir arkadaşım olarak gördüğüm bir insanı bu kadar çok düşünmek artık sinirlerimi bozuyordu. Aklımdan defolup gitmesi için Donghyuck'u her an yumruklayabilir gibi hissediyordum ama bu yüzünü gördüğüm gibi aklımın en ucra köşelerine saklanıyordu. Teni çok güzeldi. Ona vuramazdım. Ve bunu kendime itiraf etmiş olmak da beni çileden çıkarıyordu. Artık zihnimin içindeki kavgadan yorulmuştum. Biteceğini düşünmüştüm ama bitmiyordu. Bir anda hayatım allak bullak olmuştu.

Aylardır bu halde olmam tek bir şeye yaramıştı. Şarkı sözleri yazmama. Yapımcılar yazdığım ve bestelediğim şarkılara daha fazla ilgi göstermeye başlamışlardı. Bunların bile beni mutlu ettiği süre çok kısıtlıydı. Sanırım tuhaf bir duygusal çöküş yaşıyordum... Ve lanet olsun ki daha çok gençtim. Bunlar dolu dolu yaşamam gereken zamanlardı.

Çayımı bitirip parasını da ödedikten sonra kafeden çıkmış adımlarımı otobüs durağına çevirmiştim. Bugün günlerden pazardı ve şirket yalnızca bugün için tatil yapmamıza yapmamıza izin vermişti. Üç hafta sonraki performanslarımız için daha sıkı bir tempoya girebilmek için iyice dinlememiz gerektiğini düşünmüşlerdi. Önümüzdeki üç hafta boyunca soluksuz pratik yapmamız gerekecekti. Okula giden stajyerler haftaiçinin son üç günü hep izinli sayılacak ve okula gitmek yerine şirkette sabahlayacaklardı. Okula gitmeyecek olmak benim için harika bir nimetti. Okuldan son zamanlarda nefret eder olmuştum.

Otobüsün uzaktan görünen silueti ile elimi kabanımın cebime daldırıp otobüs kartımı çıkarmıştım. Ardından da kulaklığımı ve telefonumu çıkarmıştım. Yurda varana dek karmakarışık bir sürü şarkı dinlemiştim. Dün gece doğru düzgün uyuyamadığım için uyku göz kapaklarımın üstüne akmaya başlamıştı. Bunu hissedebiliyordum.

İnmem gereken durağa yalnızca iki durak kaldığında gözlerim gökyüzüne doğru kaymıştı ve birden hızla yağmaya başlayan karı fark etmiştim. Yılın ilk karıydı bu. Otobüsün basamaklarından indiğimde yokuştan aşağı koşturmuş ve sola dönerek sokağın sonuna kadar gitmiştim. Yurdun içine girdiğimde kulübesinde oturan sarı saçlı güvenlikçi noonaya başımla hızlı bir selam vermiştim.

touch of the sun ↬ markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin