6. Sil Baştan

97 14 5
                                    

      İçimdeki duyguları bastırabilmek için elimdeki bavulun sapını sımsıkı tutuyordum. Öyle ki bir süre sonra parmaklarıma kanın gitmediğini fark ederek biraz gevşemeye karar verdim. Şu anda kendimi kaybetmemem ve karşılarında güçlü bir şekilde durmam gerekiyordu. Ne yazık ki bunu nasıl yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Çünkü ben kötü bir oyuncuyum. Şimdiki bakışlarımdan da bunu anladıklarından emindim.

Cansu ufak bir hareketle bana doğru geldi, koluma uzandı ama onu sert bir şekilde geri çektim. Sesimin güçlü çıkmasını istemiştim ama başaramadığımı ağzımdan çıkan “bırak beni” kelimesinin tizliğinden anlamıştım. Sesimin tizliği orada oturan Caner adındaki çocuğun gülmesine yol açmıştı. Simge onu koluyla dürterek uyarmasa bütün siteyi ayağa kaldıracağından korktum.

   Uzun bir süredir bakışlarını üzerimde hissettiğim Onur’a baktım. Bakışlarını yere çevirdi. Diğerlerine baktım, sanki hepsi bir tiyatro izler gibi bakıyordu. İçimden ne diyeceğimi düşünüyordum. Dizilerdeki bu sahnelerde nasıl söyleyecek bir şey bulabiliyorlardı ki? O anda yaptıkları konuşmaları nasıl da yerli yerine oturtup karşısındakileri pişman edebiliyorlardı? Ama benim elimde önceden hazırlanmış bir senaryom yoktu ki. Elimden başka hiçbir şey gelmiyor, ağzımdan tek bir kelime bile çıkmıyordu ve en sonunda bakışlarımın yetmiş olabileceğini düşünüp, hiç bırakmadığım bavulumu alıp arkamı döndüm. Gitmeye karar verince Onur’un ilgisini çekmiş olmalıyım ki arkamdan geldi.

    Kolumu tuttu ama onu geri çekemeyeceğim kadar güçlüydü. Bu kez sesimi toparlamış olduğumu umarak sert bir şekilde “bırak beni “ diye bağırdım. Cansu gibi bakmıyordu, pişmanlık yoktu gözlerinde, daha çok, babasının arabasını kullandığında ona kızarken annesine baktığı gibi bakıyordu. Yaptığı etik olarak yanlış olsa da onu mutlu ediyor gibi. 

“Özür dilerim.” Dedi. Özür mü? Bu da ne şimdi? Ne diyebilirim ki bu durumda? Kalbim mi? Yok ya önemli değil ne olacak kır gitsin mi? Yüzüme anlamsız bir ifade takındım. Harflerin üstüne basa basa ;

“Özür?”

“Bak Özge, gerçekten çok üzgünüm, böyle olmasını istemezdim ama…”

“İstemezdin evet, bende bunu yapmamış olmanızı dilerdim!”

Hala yüzüme bakmaya bile cesareti olduğuna inanamıyordum. Kaç yıllık arkadaşlarım beni resmen sırtımdan bıçaklamış, arkamdan iş çevirmişlerdi. Ben aldatılmıştım! Hem de bir değil, iki kişi tarafından! Sessizce Onur’a baktım. Gözlerinde biraz olsun çaresizlik, pişmanlık görmeyi umdum. Sadece Cansu’nun yüzüme bakmaya cesareti yok gibiydi. Yinede peşimden gelemeyecek kadar korkak görünüyordu.

   Sanırım konuşmak ve içimi dökmek istiyordum. Artık yüzlerini görmeyecektim zaten. Onur bir şey söyleyecek gibi oldu, ama sanki sonra söyledikleri onun da canını yakacağını hissedercesine sustu. Kelimelerini özenle seçercesine;

“Bak, şimdi çok kızgınsın Özge, eğer yarın da buradaysan yarın konuşalım.”

“Ne konuşacağız ki? Benden ayrılmak istediğini ve en yakın arkadaşımla çıktığını mı söyleyeceksin bana? Ne? Artık yapabilirsin zaten seni tutan yok! Zaten artık benim en yakın arkadaşlarım bile yok!”

  

     Cansu’nun hıçkırığını duydum. Ağlamaya başlamıştı. Ben bile böyle bir durumda duygularımı kontrol edebilirken, onun kontrol edemiyor oluşuna, içimde oluşan ve saniyeler içinde kaybolan acıma duygusuna kızıyordum. Çok karmaşık bir durumun içerisindeydim. Sevgilim beni en yakın arkadaşımla ve en yakın arkadaşımda beni sevgilimle aldatmıştı. Bu durumun saçmalığından kurtulabilmek için bir an önce buradan gitmeliydim. Onur’un kesik bir “Özge” sesinden sonra arkamı dönüp boğazımın kuruluğuna aldırmadan “ Allah belanızı versin!” diye bağırdım. Ardından bir küfür savurup sitenin dışına koşmaya başladım.

Ne kadar süre koştuğumu bilmiyordum. Elimdeki bavulun ağırlığı sanki vız geliyordu artık. İçimdeki ağırlıkla kıyaslanamayacak kadar. Artık bavulun arkamda bir pelte gibi yuvarlanıp pislendiğini fark ettiğimde koşmayı bıraktım. Biraz oturup dinlendim fakat ağlamadım. İçimden ağlamak bile gelmiyordu.   Tek istediğim buradan tekrar uzaklaşmaktı, bir an yaptığım seçimin çok da yanlış olmadığını fark ettim. Aptallık falan yapmamıştım. İzmir’e gitmek hayatımda yaptım en akıllıca seçimdi.

Maalesef bu saatte geri dönemeyeceğim fikri beni çok üzüyordu. Evime geri dönmek zorunda kaldım.

    Odamı, kitaplarımı, tablolarımı ve diğer eşyalarımı özlemişim. Bunun farkına ancak şimdi varabilmiştim. Ya da içimdeki diğer özlemlerin yok oluşuyla bunlar ön plana çıkmıştı. Annem geldiğimi görünce sevinç çığlıkları atmıştı ve şimdi de salonda sevdiğim dizinin başladığını haber veriyordu. Bir hafta önce onu izlememe izin bile vermiyorken hem de!

Ona biraz odamda kafamı toparlamak istediğimi söyledim. Anlayışla karşıladı. Odamdaki koltuğa oturup etrafı seyrediyordum. Koltuğumun yanındaki gitara takıldı gözüm. Ne zamandır çalmıyordum acaba… Onu sessizce kılıfından çıkarmaya çalıştım ama bu beceriksizliğimde gitar koltuğa çarptı ve zangır zangır sesler çıkardı. Kıkırdadım. Komik olmadığının farkındaydım, sanırım yalnızca gülmeye ihtiyacım vardı.

Gitarı, elimden geldiğince sessiz çalmaya çalışarak bozulmuş akordunu düzeltmeye çalıştım. Başımı gitarın üst kısmına dayadım ve sadece gitardan gelen seslere odaklandım. Bir süre sonra yalnızca aptal bir solo çıkarabildiğimi fark ettim… Şebnem Ferah- Sil baştan. Şarkının sözlerini hafifçe mırıldandım. Ağlamak istiyordum ama bir şey buna engel oluyordu. Gurur mu? Hayır burada tek başımayım bu yüzden olamazdı. İçimdeki sıkıntının bitmesi için tek istediğim ağlayabilmekti. Ama mümkün olmadı. Bir süre sonra gitar elimden yavaşça kaydı ve bende kendimi oturduğum koltuğa ve uykunun kollarına bıraktım.

   Sabah, yağmurlu bir gün olacağını belirtircesine karanlıktı. Uyandığımda saçım başım birbirine girmişti ve içimdeki sıkıntı da büyümüştü sanki. Uyurken ağlamış olmalıyım, çünkü yanaklarım ve yastığım ıslaktı. İşte dizilerde olup gerçek hayatta olmayan bir şey daha! Dizilerdeki karakterler her zaman güzel uyanırlar.

 Böyle berbat bir sabaha rağmen güzel bir kahvaltı yaptım ve annemi, bugün gitmek istediğim konusunda zar zor ikna edebildim. Zaten akşam yolculuğu yapmak istediğim için beş otobüsüne inmeye karar vermiştim. O saate kadar da odamdaki kitaplarımla vakit geçirdim. Tozlarını alıp raflarına dizdim ve en sevdiğim kısımlarını bir daha okudum. Gitme vakti geldiğinde hazırlanıp bavulumu elime aldım.

 Sitenin kapısını açıp dışarıya çıktım, kapıyı kapatırken arkama baktım. Derin bir iç çekip, önüme döndüm ve “arkana bakma” diye fısıldadım kendime. Çünkü A bloğun camından bakan kişi Cansu’dan başkası değildi.  

   Sonunda İzmir otobüsündeydim artık. Çok ilginçtir ki cam kenarındayım ve harika bir manzara var.Cama düşen ve birleşerek camın alt köşesinde toplanan yağmur damlalarını izliyordum. Kulaklığımı takıp telefonumdaki “rastgele” listesini çaldım. İlk çıkan şarkı “Şebnem Ferah- Sil baştan.”  Şarkının etkisiyle yanaklarımdan süzülen yaşları fark etmemişim. Burnum sızlıyordu ve ben hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum, ama yanımdaki teyze ( bu teyzeler de nereye gidiyor sürekli yanımdalar ya ) şimdiden bana ters ters bakmaya başlamıştı bile. Of ya hep böyle olur zaten, dün akşam odamda rahat rahat ağlayamadım, şimdi böyle otobüste herkesin ortasında ağlıyorum.

 Kendimi toparlamam gerektiğinin ciddiyetine vardığımda kulaklıkları çıkardım kulağımdan. Yağmurluğumun cebine koyduğum mendil paketini aramaya başladım ama yağmurluk buradaydı, mendil yoktu. Etrafıma uzun süre bakındım, fakat bulamadım. Bir yerde düşürmüştüm herhalde.

        Sonra, bana önceki yolculuğu anımsatan şekilde arka koltuktan biri kolunu uzattı, elindeki mendili bana doğru salladı. Sinirlenmiştim ve tam çıkışacağım sırada “kabul et, bu sefer tam yerinde bir şakaydı.” Dedi. Koltuğun arkasındaki kişi Barış’tan başkası değildi.

AY SENİ TERKETMEZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin