highway to heaven.

822 55 31
                                    

Güneşli bir öğleden sonraydı. Neredeyse boş olan otobanı dolduran kahkahalar ve bağırışmalar araba motorunun sesine karışıyordu. Rüzgâr gülleri ise pek âşina olmadıkları misafirlere aldırmadan dönmeye devam ediyordu.

Sıcaktan erimeye yüz tutmuş asfaltın üzerinde 1973 model, açık mavi Ford Bronco pek de aceleci olmayan bir şekilde ilerledi. Önde dört kişi otururken arabanın geniş arkasına beş kişi yerleşmişti. Jaehyun kolunu arabanın koltuğuna atmış, sevgilisinin başını geriye atarak kıkırdamasını izliyordu. Lacivert tutamlar yere doğru savruluyor, sonra rüzgarın etkisi ile gökyüzünün mavisine karışıyordu. Pembe dudakları mükemmel bir sırayla dizilmiş dişlerinin üzerinde serilmiş, gözleri ise kapanmıştı.

Derince bir nefes verdi Jaehyun. Kıkırdarken rüzgârın nazik dokunuşlarında kendini kaybeden sevgilisinin kolundan tuttu ve onu kendisine çekti. Zayıf beden kolunun altında kendisine bir yer edindiğinde hâlâ kıkırtıları yüzünden vücudu sarsılıyordu. Bir süre diğerleri ile konuşan çocuğu izledi Jaehyun. Gülümsemesinin etkisi ile şişen yanaklarına, kapanan gözlerine ve adem elmasının yutkunurken yaptığı harekete dikkat kesildi. O an Doyoung'un en güzel mutluyken göründüğüne karar verdi. Sevdiği insanların yanında, tam da kollarının altındayken. Bu düşünceyle alnını sevgilisinin yanağına yasladı. Burnunu kulağının arkasına sürtüp, mırıldandı.

"Sana göstermek istediğim bir şey var."

Başını salladı Doyoung. Dikkatini henüz ona vermiyor gibiydi. Siniri bozulan Jaehyun bir öpücük bıraktı açıkta olan boyna. Bu, sevgilisinin ilgisini çekmiş olacak, başını ona doğru döndürmüştü.

"Benimle gelecek misin?"

Gözlerini sevgilisinin gözlerine dikti. Bir süreliğine etraflarında dolanan sesler kısılmış, birer uğultuya dönüşmüştü. Olumlu bir cevap için karşısındaki kahvelikleri aradı. Orada mutlu bir parıltının yanında alaycı bir hınzırlık vardı. Doyoung inatlaşıyordu, bunu sadece bakışlarından bile anlayabiliyordu Jaehyun. İç çekti tekrardan. Kolunu geniş omuzlardan çekip doğruldu ve kulaklarını Jungwoo'nun söylediği ve şu anda pek umrunda olmayan konuşmaya vermeye çalıştı. Gözleri arada Doyoung'a kaydıysa da, bunu onun bilmesine gerek yoktu.

Johnny sonunda arabayı park ettiğinde gökyüzü maviliğini yumuşak turunculuklara bırakmaya başlamıştı. Yuta kırmızı saçlarını neredeyse aynı tona bürünen gökyüzüne karşı savurup koştururken, Johnny onu takibe düşmüştü. Jungwoo ve Taeil, Taeyong'a kertenkele avında yoldaş olmaya giderken; Mark ve Haechan yüksek taşların tepesine tırmanmaya başladı. Jaehyun arkadaşlarının koşuşturmacasını izlerken tuttuğu eli bıraktı. Dengesini bir süreliğine kaybeden çocuk kaşlarını çatarak sevgilisine baktı. 

''Ne o? Bensiz dengeni sağlayamıyor musun?'' 

Amacı sevgilisini sinir etmek değildi, hayır. Doyoung sinirlenince onun etrafında bile olmayı istemezdi Jaehyun.  Yine de derin kahveliklere düşen alevi görmek onu heyecanlandırmıştı. İkisi de doğuştan çok rekabetçi kişilerdi ve Doyoung çok çabuk gaza gelirdi. Jaehyun ise bunu kendi yararına nasıl kullanacağını öğreneli çok olmuştu.

''Yarışmaya var mısın o zaman?''

Kaşlarını kaldırdı Jaehyun. Sevgilisi rayların üzerine kararlı bir şekilde çıkarken usul bir kahkaha attı. Bu, onun alay etme yöntemiydi.

''Niye? Kaybedesin diye mi?''

Ayaklarını yere daha sağlam bastı Doyoung. Kollarını denge bulmak adına iki yana açtı. Yüzündeki sert ifade yumuşadı ve raylara bakarak yavaş adımlar attı. Jaehyun da onu takip etti.

nonsense bungaku • dojae one-shotsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin