Merak gizemle buluştuğu zaman ortaya çıkan düşman çok çetin olur.

7.5K 67 31
                                    





Çocukluğumda en sevdiğim ve en çok oynadığım oyunlardan biri sokak futboluydu. Eminim mahalle ortamında büyümüş erkeklerde benimle aynı fikirdedir. Kız arkadaşlarımızla oynadığımız; yakan top, istop ya da dokuz kiremit gibi oyunlarda güzeldi ama futbol tüm oyunlara bedeldi. Yaptığımız her maç; sanki şampiyonlar liginde final maçı ya da Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynanan ligin son maçı ve kazanan şampiyon olacak havasında geçerdi. En sevimsiz durum ise maç esnasında kendini kaybedip topu bir evin bahçesine veya taraçasına kaçıran arkadaşımızdı. Hayati bir hata yapmış da muhalefetin acımasız eleştirilerine maruz kalan iktidar misali o arkadaşımızın linç edilmesi. Tabii ki sözle... En komik durum ise topu kaçırdığımız evin sahibine yapılacak olan yalakalık. Bu işi en iyi, arkadaşımız Kurtuluş yapardı. Genelde topu o kaçırırdı. İri yarı dev gibi biriydi. Gerçi hala öyle! Ayı futbol liginde oynaması gerekirken çocuk liginde bizimle oynuyordu. On dört senelik futbol hayatımda burnumu kanatan tek canavardı o bu dünyada...


Yine kaçırdı topu. İnsan ötesi ayağıyla vurduğu top Nemciye Teyzenin evinin bahçesine... Yolun üstünde evi olup da bahçesi yolun altında olan tek evdi. Tuhaf değil mi ev? Diğer evler gibi yolun üstünde ama bahçesi yolun altında. Kurtuluş'u linç ettikten sonra doğru evin kapısına gönderdik.


-Tak. tak. tak...

-Necmiye Hanım Teyzeeee.

-Necmiye Hanım Teyzeeeee...

-Ne var Kurtuluş?

-Şey Necmiye Hanım Teyze, nasılsınız?

-Topu attım. Bir daha kaçırırsanız vermem!

-Teşekkür ederim Necmiye Hanım Teyze...


Tabi maç esnasında top kaç kere kaçtı, Kurtuluş kaç kere yıkama, yağlama ve bağlama çekti siz tahmin edin... Bütün gün sokakta oynardık. Sabahtan akşama hatta gece yarısına kadar! Ne enerji varmış. Benim çocukluğumda ortalık bu kadar bozuk değildi. İnsanlık vardı, komşuluk vardı. Herkes birbirini kollardı, uyarırdı bizi büyüklerimiz, sahip çıkardı. Şimdiki nesil teknoloji bakımından çok şanslı ama sosyal açıdan Afrika da açlık, yoksulluk çeken çocuklar gibi yalnızlar. Ellerinde her türlü imkân var ama bütün gün o makinelerin başlarında, çocukluğunu doyasıya yaşamak varken sanal bir dünyada o güzelim yılları heba ediyorlar...

Yine sokaklarda oynuyoruz. Bu kez muhitimizde cephanelik adı verilen çok büyük bir araziye gidiyorduk. Ağacı, yeşili bol, kocaman bir park gibi ama aslında orduya ait! Tel örgülerle çevrili olmasına rağmen insanlar oraya girer, piknik yapar, sevgililer orada buluşur, gençler orada eğlenir ve uçurtmalar uçurulur. Hatta uçurtmaların kasnaklarına jilet takar, havada onların tabiriyle kapışırlardı.

Yokuştan iniyor, kanlı Kezban'ın evinin önünden geçiyorduk. Görüntüsü çok soğuk ve ürkütücü bir evdi. Aslında çoğu zaman fark etmediğimiz, diğer evlerden farksız bir ev. Önünden defalarca geçtiğimiz ama umursamadığımız bir ev. Elbette adına yakışır kötü bir hikâyesi vardı ama büyüklerimizin bizi durdurmak için söylediği, uydurduğu yalanlardı. Ya da gerçekti! Evin hikâyesi büyüklerimizin anlattığına göre;

Kezban ile Mustafa adında yeni evli bir çift taşınmış bu eve. Mutlu bir evlilikleri varmış, birbirlerini çocukluktan beri tanır ve severlermiş. Edirne'den gelmişler; Mustafa vergi dairesinde memur, Kezban ise ev hanımı. Sonra bir oğlu olmuş bu çiftin. Ali koymuşlar adını. Ali bir yaşındayken sünnet ettirmek istemiş babaannesi. Yazın akrabaları gelmiş Edirne'den. Bir sürü insan; eş, dost ve akraba. Ne olduysa o sünnetten sonra olmuş. Her gün bağrışmalar, kavgalar, tabak, çanak ve bardak kırılmaları. Ali'nin ve annesinin feryatları! Komşular bu duruma hem çok üzülüyor hem de çok sinirleniyorlarmış. Gündüzleri Kezban ve Ali ile ilgilenen komşular, geceleri ise duruma seyirci kalıyorlarmış. Sonunda mahalleli karar almış ve bir akşam topluca bu aileyi ziyaret etmişler. O mülayim, cana yakın, ağırbaşlı ve efendi delikanlı, bir canavara dönüşmüş. Durduk yere her şeye sinirlenen, kızıp bağıran bir adam olmuş. O akşam Mustafa, komşularına bir şey ikram etmediği gibi hepsini kovalamış evden. Mahallenin erkekleri bu duruma çok öfkelenmiş ve bir daha ilgilenmemeye karar vermişler, eşlerini de bu konuda uyarmışlar. Bizim geleneklerimizde karı koca arasına girilmez. Ama kadınlar, aralarında bu aileye yardımcı olmak için anlaşmışlar. Yaşlılar bu olayın apaçık büyü olduğu kanısında ortak fikir delermiş. Çoğu insan koca karı safsatası der ama eskiden çok eskiden gelen bir yanlışmış bu büyü denen olay. Peygamber (S.A.V) efendimiz zamanından bugüne. Hatta peygamber (S.A.V.) efendimize bile büyü yapmışlar. Yahudi bir hizmetçisi varmış peygamberimizin. Tarağındaki saç kalıntılarını Yahudi olan Lebid bin A'sam'a götürmüş. O da büyü yapıp hain hizmetçiye vermiş. Sonra hizmetçide onu Eris kuyusuna gömmüş. Cebrail (A.S) ile Nas ve Felak sureleri inmiş. Cebrail (A.S), peygamberimize (S.A.V) büyüyü yapanları ve yerini söylemiş. Peygamber efendimiz (S.A.V ), Hz. Ali'yi (R.A) o kuyuya göndermiş. Kuyuyu boşaltan Hz. Ali (R.A) taşın altındaki düğümlenmiş saçı alıp peygamber efendimize (S.A.V) getirmiş. Efendimiz Felak ve Nas surelerini okuyarak düğümleri çözmüş ve büyüyü bozmuş...

YÜKSÜKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin