1990’lı yıllarda Kanada’nın Québec eyaletine epey uzak bir kasabada yaşıyorduk. Evimize en yakın ev, 3 km uzakta oturan komşularımıza aitti. O zamanlar ben 6, kardeşlerim ise 4 ve 2 yaşlarındaydı. Soğuk bir kış gecesinde, birbirimize sarılmış uyuyorduk. Sonra alt kattan gelen seslerle uyandık. Yabancı bir adamın sesiydi ve anlayamadığımız bir dilde kendi kendine konuşuyor gibiydi. Babam bize sesimizi çıkarmamamızı söyleyerek, tüfeğiyle aşağıya indi. Ayak sesleri merdivenleri gıcırdattıkça nefesim biraz daha hızlanıyor, aşağıdaki kişinin (büyük ihtimalle hırsızdı) babama zarar vermemesi için dua ediyordum. Aradan yarım saat geçtikten sonra, babam yüzü bembeyaz olmuş bir şekilde geri döndü. Ne olduğunu sorduğumuzda “sadece fare” deyip geçiştirse de yalan söylediğini anlamıştım.
Ertesi gün olduğunda annem ısrarlarıma dayanamayarak olanlarını anlattı. Babam aşağıya indiğinde salonun ortasında deli gibi volta atan bir adam varmış. Bir yandan hızlı hızlı adım atıyor bir yandan da kendi kendine konuşuyormuş. Babamın “iyi misin” sorusu karşısında, adam aniden durup başını ona doğru çevirmiş. Gördüğü manzara karşısında ne yapacağını bilemeyen babam, hemen geri dönüp ışıkları yakmış ama salona yeniden döndüğünde karşısında hiç kimse yokmuş. Saniyeler önce gördüğü yüzü olmayan adamın şokuyla da bize “sadece fare” diyerek, olanları anneme anlatmış.
Annem bu hikayeyi anlattıktan kısa süre sonra komşularımızdan biri geldi ve birlikte sohbet etmeye başladılar. Ve duyduklarım karşısında daha çok korkmaya başladım. Çünkü gelen kadın anneme, gece yaşanan kazadan haberimiz olup olmadığını sorduktan sonra, genç bir adamın yolda kaza yapıp kafasına saplanan ağaç dalı yüzünden feci şekilde öldüğünü anlattı. Kadın heyecanlı heyecanlı anlatmaya devam ederken, bizim annemle düşündüğümüz tek şey dün gece evimize gelen yüzsüz adamdı!