Merhabalar arkadaşlar.Biz 11 senelik arkadaş bağına sahip -daha çok ayrı bedenlerde yaşayan aynı ruh gibiyiz- iki kişiyiz: Dalya ve Yağmur. Bizi zaman geçtikçe tanıyacaksınız zaten :D O yüzden bu tanışma faslını kısa kesiyorum.
Kitaba gelicek olursak; ilk bölüme bakıldığında kitabın baş karakteri olan Jeff'in klasik, o her kitapta mutlaka olan kötü çocuklardan biri olduğunu düşünebilirsiniz. Ama Jeff asla sandığınız gibi biri değil. Bizimle birlikte onunda gerçekte kim olduğunu öğreneceksiniz.
Kitabın konusu daha önce yazılan hiçbir kitaptan ve ya çekilen hiçbir filmden alıntı ve onlara benzer değildir. Bu Yağmur'un gördüğü bir rüya sonucu ortaya çıkan yepyeni bir kurgu.
Aksiyon, heyecan, gizem ve tabiki aşk dolu kitabımızda sizinle olmak çok güzel olacak.
Not: kitabın isminin piyon olmasının nedenini ilerleyen bölümlerde öğreneceksiniz.
Keyifli okumalar. Yorum ve beğenilerinizi bekliyoruz :)))
Bölüm şarkısı: Rihanna Rehab ft. Justin Timberlake
*******************************************************************
1 yıl sonra, Washington, Tacoma, Pierce“Sevgili günlük. Annemin yoğun ısrarı üzerine seni yeniden yazmaya başlıyorum. Bugün yine her zamanki gibi berbattı. Sıradan can sıkıcı okulumda, sıradan can sıkıcı insanlarla, sıradan can sıkıcı bir gün daha. Hayatımdan bir gün daha buruşturulup çöp kovasını boylamış durumda. Ne var ki ben odamdan çıktığım andan itibaren suratımda aptal bir gülümseme ile insanlara ‘ben harikayım’ izlenimi vermeye devam ediyorum. Çevremdeki insanları gerçekten anlayamıyorum. Saçma sapan küçük şeyleri dert edindikleri yetmiyormuş gibi aynı konu üstüne haftalarca konuşuyorlar. Bazen ben mi fazla mantıklıyım diye düşündüğüm çok oluyor. Gerçi mantıklı olmak duygusal olmaktan iyidir. En azından bu dünyada. Sevmek, önemsemek gibi duygular genelde ya dalga konusu olur ya da seni en kötü duruma düşüren. Ve bu duygulardan birini tattığın anda vazgeçemiyorsun. Devamını istediğinde de daha çok tökezliyor ve daha çok rezil oluyorsun. Bu tezimi okulumda geçirdiğim ilk yılın sonunda koymuştum. Şimdi bir son sınıf öğrencisi olarak diyorum ki ‘denedim ve resmi olarak onayladım’.
Okulumdaki samimiyetsiz hava beni böyle karamsar bulutların altına itti belki de diye düşündüğüm çok olsa da kafa patlatmaktan yorulup boş vermek haricinde önemli bir sonuca ulaşamadım. Bu duyguları özellikle okulumdaki insanlara uygulamadan yaşamaya devam etmeye ve genelde tabletten oyunlar oynayarak tenefüslerimi geçirmeye başladım. Suratımda en sevimli gülümsememle ve her şey yolunda izlenimi veren sahte ruh halimle iyi gidiyor gibiyim. Ara sıra bocalasam ve insanların bana duvar gibi söylemlerde bulunmasına neden olsam da mutluyum. Yani biraz. En azından başımı yastığımı koyduğum ve kulaklığı taktığım zamanlar mutluyum. Kendi hayal dünyamda yaşadığım sürece her şey güzel. Çünkü orada her şey benim kontrolüm altında ve bu özgürlüğün doruklarında hissetmemi sağlıyordu. Aslına bakarsan bana geçici olarak da olsa özgür hissettiren biri var. Aramızda mesafeler olsa ve günlerce görüşemesek de bana gün boyu yanımda olan her insandan daha yakın olan biri: Diana. Her şeyi rahatça konuştuğum, en ufak bir şeyde aramaktan çekinmediğim, tezcanlı, sabırsız, aklına eseni yapabilecek kadar özgüvenli ve gerçekten çok güzel bir kız. Koyu kahve saçları ve bal rengi gözleriyle bulunduğu ortamda hemen ilgiyi üzerine toplar. Kendisi kadar sesinin de büyüleyici bir güzelliği var. Bana her gün en az bir tane ses kaydı atıyor ve bu bana özel hissettiriyor. Onu gerçekten çok seviyorum. Sanırım bunun nedeni beni bırakıp gitmeyeceğini biliyor olmam. Kalbimi kırmayacağını ve hata yaptığımda beni kollarımdan tutarak iyice sarsıp kendime getireceğini biliyorum. İşte bu şahane kız benim tam tersim. O tam bir hayalperest ve hala hayatının ideal erkeğini aramak gibi bir delilik içerisinde. Bunu yapmaktan vazgeçmesi için ona çok dil dökmüş olsam da o çılgın ve aynı zamanda komik halleri beni gerçekten çok eğlendiriyor. Tabi bu mutluluğum onun yanından ayrılıp hayat enerjimi sömüren ve benim gibi sıradan olan okula gidene kadar sürüyor. Ne kadar şanslıyım ki (!) onunla aynı okulda değiliz. Her neyse.” Kalemi defterin arasına koyup darmadağınık çekmecemin içine tıkarken kapım paldır küldür açıldı.
“O defteri gün sonunda yazman gerekiyordu.” Gün başlamadan neler olacağını biliyordum. En fazla ne olabilirdi ki? Tarihten, esrarengiz bir şekilde yüksek almam pek olası olmadığına göre, hayır hayatımda kayda değer bir değişiklik olmazdı. Ed’e delici bakışlarımı yollarken bana pis pis sırıtıyordu.
“Kurallar çiğnenmek içindir ve bu seni ilgilendirmez, küçüğüm. Ayrıca sana daha kaç kez kapımı çalmadan içeri girmemen gerektiğini söyleyeceğim!” Bana gözlerini devirip söylediklerimi olabildiğince kalın bir sesle taklit ederken ona arkamdaki pembe pofuduk yastığı fırlattım. Ne var ki yastık ona ulaşamadan yere düşmüştü.
Ayağa kalkıp yerdeki üç beş kıyafetin arasında terliklerimi ararken, Ed her sabah görev edindiği beni çileden çıkarma işlemine devam ediyordu. Terliklerin yerde olmadığına kanaat getirip çalışma masamın üstündeki yığın haline gelmiş kitapların arasını kurcalamaya başladım. Tamam, terlik aramak için masa üstü garip bir yer ama o terlikleri her yere bırakmış olabilirdim ve genelde aradığım şeyler en beklenilmedik yerlerden çıkardı. Ed, dilini damağına şaklatıp içeri girdi ve yatağıma doğru yürüdü. Tam ona dışarı çıkması için bağırmaya hazırlanıyordum ki yorganımın altından çıkardığı puantiyeli terliklerimi ayağıma doğru attı.
“Annem seni öldürecek, Eris. Bu evde dağınıklık yasak hatırladın mı? Gerçi sen ‘kurallar çiğnenmek içindir’ teorinle kesinlikle (!) annemi sakinleştirebilirsin. Akşam ona anlatsam iyi olacak” Bana alayla gülerken kapının koluyla oynuyordu. Gıcırtı sesi kulağımda büyüdü, büyüdü, büyüdü ve öfkemin üstüne çığ gibi düştü.
“Şunu yapmayı kes!” diye bağırdığımda yüzündeki sırıtış daha da büyüdü. Sarıya çalan saçlarını arkaya doğru atıp ukala bir şekilde konuşmaya başladı.
“Neyi? Kapı koluyla oynamayı mı yoksa seni anneme ispiyonlamak konusunda tehdit etmeyi mi?” Gözlerimi kapatıp sakince alıp verdiğim üç derin nefesten sonra terlikleri giyip ona doğru yöneldim. Tanrım! Neden benim de filmlerdeki gibi küçük tatlı bir kardeşim yoktu ki? Neden beni sinir etmek için bu kadar efor sarf ediyordu.
“İkisini de yapmayı kesiyorsun yoksa okula yürüyerek gitmek zorunda kalacaksın. Aby’nin dağınıklıktan hoşlanmadığını biliyorum ama burası benim odam ve eşyaların karma karışık olması hoşuma gidiyor. Bari buna karışmasın!” Bu kadar bağrışmanın ardından Aby’nin otoriter sesinin duyulmasını bekledim ama hiçbir ses duyulmadı. Yine erkenden gitmişti. Kendi işleri ve o yere göğe koyamadığı kariyeriyle o kadar meşguldü ki onu ancak akşam yemeklerinde görüyorduk. O zamanda genelde ya benim sorumsuzluğumdan yakınıyordu ya da Ed ile özel derslerim hakkında konuşuyordu. Olacağım meslekten çalışacağım iş yerine kadar her şeyi belirlemişti ve ona karşı çıkmama bile olanak tanımadan lafları ağzıma tıkıyordu. Ona anne demek doğru olamazdı. Bizim her adımımızı yönlendiren bir kontrol manyağıydı. Bir kez olsun beni anlamaya çalıştığını görmemiştim. Çocuk büyütmekten anladığı falan yoktu.
Ed’in beni Aby’e şikayet etmesinden korkmuyordum ama bunu yapması için onun dikine gidecekte değildim. Aby en fazla yerdeki kıyafetlerimi üzerime atıp avazı çıktığı kadar bağırırdı. Tıpkı benim ona yapacağım gibi. Bu olaylar beni geriyordu ve onunla atışıp durmaktansa uzak durmayı tercih ediyordum. Sonuçta ne kadar ilgisiz, dediğim dedik biride olsa benim annemdi ve birbirimizi kırmamız ikimizin de hoşuna gitmiyordu.
“Bu onun en gözde kuralı ve sen onu ihlal ediyorsun tabi ki karışacak. Üstelik bana ‘küçüğüm’ dediğin için günlüğünü sabahtan yazdığını da ona yetiştirmek gibi bir pislik yapacağım. Sen kaşındın sevgili ablacığım.” Bana cevap verme fırsatı vermeden hızla arkasını döndü ve hızlı adımlarla aşağı inerken bağırdı.
“Senin yüzünden okula geç kalacağım bayan dağınık! Acele et!” Kapının eşiğinde durup sinirle hiçte insancıl sayılmayacak bir ses çıkardıktan sonra gardrobuma gidip dolaptan dar kotumu ve siyah düz askılı bluzümü alıp üstüme geçirdim. Akşam Aby’nin çenesini çekmemek için odamı hızlıca elden geçirdim. Yerdeki kıyafetlerimi bir top haline getirip dolaba tıktıktan sonra kitaplarımın bir kısmını çorap çekmecem attım. Geri kalan kitapları üst üste düzenli bir şekilde odamdaki tek rafa yerleştirdim ve masanın üstünde kalmış silgi pisliklerini elimin tersiyle yere süpürdüm. İşimi bitirip etrafı incelediğimde dolap ve çekmecelerim kapalı durduğu sürece düzenli gözüktüğüne kanaat getirip memnun bir gülümsemeyle odamdan çıktım. Koridorun sonundaki, annemin çılgın ve benim tanımıma göre saçma banyosuna girdim. Duşa kabinin büyük bir fiyonkla süslendiği nerede görülmüş, Tanrı aşkına! Göz alıcı sarı ve açık mavi temel renklerdi ki bu bende kusma isteği uyandırıyordu. İki renkten de ölümüne nefret ediyordum. Tabi bu düşüncelerimi anneme hiçbir zaman söylemedim. Kendi odam haricinde evin bütün odalarını onun dizayn etmesine izin verdim. Sonuçta burası onun eviydi ve ona karışmak istemiyordum. Babamla boşanmalarının ardından kendini evin dekor işleriyle oyalamıştı bir süre. Ardından kariyerine sardığı merakıyla çocuklarıyla ilgilenmekten vazgeçtiği gibi bundan da vazgeçmişti.
V kesim aynanın önüne geçip yüzümü her yere su sıçratarak yıkadıktan sonra kahverengi gözlerimin çevresine kalem çektim. Biraz rimel ve parlatıcı ekledikten sonra saçımı taradım. Saçımı şekillendirmeyi sevmiyordum ve onlarda kendilerini düzene sokmamdan nefret ediyorlardı. Neyse ki düz saçlıydım ve bu inatçı kıl yumaklarıyla çok fazla uğraşmak zorunda kalmıyordum. Aslında kıl yumağı dediğime bakmayın, saçlarım benim için çok değerlidir. Belime kadar uzanan ince telli kumral saçlarım kendimde en çok sevdiğim şeydi. Yüzümün, Diana’nın aksine, abartılacak bir güzelliği yoktu. Çıkıntısı olmadığı için dua ettiğim küçük bir burnum ve oldukça iri gözlerim vardı. Çenemde ara sıra belirgin olan bir gamzeye ve son derece standart dolgunlukta dudaklara sahiptim. Arkadaşlarım fiziğim konusunda seksi terimini kullansa da ben o oynak kızlardan değildim. Seksi kategorisine girmediğim gibi tatlı kategorisine de girmiyordum. Ben…Bendim işte. Dışarıdan sıradan sakin kız izlenimini versem de beni bile zorlayan bir kişiliğim vardı ve yorucu olabiliyordum, özellikle bana karşı yanlış yapmış biri varsa. Ne var ki benim kızgınlığımda, kırgınlığımda saman alevi gibiydi. O an esip gürler sonrasında hiçbir şey olmamış gibi devam ederdim.
Aynada ki yansımamı incelemeyi bırakıp hızla merdivenlerden aşağı indim. Ed mısır gevreğinin büyük bir kısmını bitirmiş yumurtasını soyuyordu. Kasedeki ikinci bir yumurtayı görmemle tüm yaşam enerjimin çekildiğini hissettim. Ed iç burkan bakışlarımı takip edip babacan bir tavırla konuşmaya başladı
“İki gündür yumurta yemiyorsun, Eris. Kahvaltı bir dilim ballı ekmek ve koca bir tabak mısır gevreği yemek değildir. İtiraz istemiyorum! Üstelik senin için kendi ellerimle soydum.” Sinirle oflayıp ayağımı yere çarptım. Ben yemek seçen bir kız değilim ama yumurtadan -tavada kırılmadığı sürece- gerçekten nefret ediyordum. Üstelik bu sabah ki fazla pişmiş ve sarısı oldukça açık bir renk almıştı. Burnumu kırıştırarak yumurtayı ağzıma tıkıp meyve suyunu ağzımın kenarlarından taşana kadar içtim. O, ağıza yapışan kuru ve ağır tadını almak istemiyordum. Bütün ağzım dolmuş ve çenemden akan meyve suları ile tek kelimeyle iğrenç gözüküyordum. Ed’in homurdanışını duyduğumda bu düşüncem kesinlik kazandı. Sonunda yutmayı başardığımda Ed üzerime bir peçete tomarı fırlattı.
“Gerçekten iğrençsin, Eris. Midemi bulandırdın” deyip yalancı öğürtülerle sofradan kalktı. Bu haline gülmeden edemedim. Ed, 14 yaşında bir zeka küpüydü ve onunla baş etmek gerçekten zordu. Beni sinir ettiği kadar eğlendirdiği de çok oluyordu. Annemle ilişkileri her zaman benden daha iyi olmuştu. Evin sempatik çocuğuydu ve ne yapıp ne edip istediklerini bir şekilde yaptırtıyordu. Benden daha anlayışlı ve ılımlı olduğu doğruydu ama yine de beni çileden çıkarttığı zamanlar onu şeytani bir yaratık gibi görüyordum. Ona ne söylersem söyleyeyim ve o beni ne kadar kızdırırsa kızdırsın bu hayattaki en değerli varlığımdı.
Çeneme doğru süzülen yemek artıklarını temizledikten sonra onun yarım bıraktığı mısır gevreğinin üstüne biraz daha ekleyip çabucak yedim. Ağzımdaki yumurta tadı kaybolduğunda keyifle gülümsedim. En son bir dilim ballı ekmeği de ağzıma tıkıştırıp kapıya yöneldim. Ed Sürekli acele etmemle ilgili zırvalarken, parlatıcıyı yemekten önce sürmekle ne büyük aptallık ettiğimi fark edip banyoya çıktım. Dişlerimi aceleyle fırçaladıktan sonra yeniden parlatıcımı sürdüm. Portmantodan asker yeşili çantamı alıp kırmızı spor ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Ayakkabı giymem beş dakikamı alıyordu çünkü ben bağcık bağlamakta beceriksizin önde gideniydim. En sonunda kapıdan çıkıp yukarı kıvrılmış bluzumu ve kotumun dışarı çıkmış ceplerini düzelttim. Telefonu çıkarıp Diana’ya günaydın mesajını attım ve çantamın ön gözünden motorsikletimin anahtarını çıkarırken telefonumu oraya bıraktım. Önce Ed’i okuluna bıraktıktan sonra kendi okulum yolunu tuttum. Hız tutkunu manyaklardan değildim ama Ed’i motordan indirdikten sonra ibreyi yükseltip rüzgarın yüzümde şakımasını seviyordum. Okula vardığımda motorsikleti her zamanki köşeme park ededip çantamdan kulaklığımı ve telefonumu çıkardım. Müzik, bu aptal insan topluluğundan zihnimi uzak tutmamı sağlıyordu. Şarkının sözleri kulağıma iliştiğinde beynimin düşüncelerle dolup taşan şalterini aşağı indirip o bölümün karanlıkta kalmasına izin verdim.
Don't Tell Me You're Sorry Cuz You're Not
Bana Üzgün Olduğunu Söyleme Çünkü Değilsin
Baby When I Know You're Only Sorry You Got Caught
Bebeğim Sadece Üzgün Olduğunu bildiğimde Yakalandın
But You Put On Quite A Show
Ama Tamamen Bir Gösteri Sergiledin
You Really Had Me Going
Gerçekten Gitmemem İçin Beni Kandırdın
But Now It's Time To go
Ama Şimdi Gitme Zaman
ı
Curtain's Finally Closing
Perde Nihayet Kapanıyor
That Was Quite A Show
Bu Tamamen Bir Gösteriydi
Very Entertaining
Çok Eğlenceli
But It's Over Now
Ama Şimdi Bitti
Go On And Take A Bow
Devam Et Ve Saygı amacıyla eğil
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PİYON
RandomAynı oyunun içinde dört tane şah Tüm şahları yutabileceğine inanan bağımsız bir vezir Tehlikenin tam ortasında aslan kesilen bir piyon Damalı tahta üstünde ulaşılmak istenen milyon dolarlık bir kasa Aynı oyunun içinde altı şah hüküm süremez Vezir t...