Bir yerden başlamak lazım...
Öyle değil mi? Tabiki, ne istediğini bilmek çok önemli burada. Bu cümleye dikkat edin, hayat felsefeniz ola bilir. Her kes oturup bazı konularda "niye acaba?" diye düşünüyordur elbet. Peki hiç düşündünüz mü, "aşk nedir?" diye? Mesela, niye aşık oluyoruz? Niye birini hayatımızın merkezine koyup etrafında dolanıyoruz? Aşık olmak ne demek? Acıkınca yemek yemek istiyoruz, susayınca su içmek, ya da özleyince birini onu görmek istiyoruz, peki aşk ne? Aşık olunca ne istiyoruz? Nasıl oluyor yani? Niye mesela, o değil de bu? Niye ilk gördüğünde değil de 5 ay sonra mesela? Bu hissi özel kılan ne yani? Hangi ihtiyaç?
Bence bu nasıl bir şey biliyor musunuz, hani bazı hisler vardır ya yaşarız, ama adını koyamayız, tanımlamak zor olur, onun gibi. Yaşayıp da tarif edemediğimiz bişey ve bunu gerçekten aşık olanlar çok iyi anlar. Şu an çok iyi anlıyorum...
Her kesin kendi hikayesi ona göre muhteşemdir, eşişizdir, acıysa en acısı, tatlıysa en tatlısıdır. Bizim hikayemizde de aşkda cesur olan kazandı.
Size onu anlatayım mı? Hayır, onu ilk gördüğüm andan başlamayacağım, bana ilk kez nasıl ilanı aşk ettiğini anlatacağım. Bilirsiniz, kadınların sezileri kuvvetlidir, bilhassa egoluysa bir kadın kendine gülerek selam veren her erkeğin ondan hoşlandığını düşünür. Neyseki ben egolu değilim, bir erkeğin beni seve bileceğine ya da sadece hoşlandığına kendimi inandırmakta zorlanıyorum. Ama onu gerçekten hiss etmiştim , neredeyse bir yıl öncesinden hiss etmiştim ve o belli edene kadar bu düşüncemi kimseyle paylaşamıyordum. Biz aynı sınıftaydık, hatta aynı sırada çoğu zaman, birlikte cok vakit geçirirdik ve onunla zaman geçirmek gerçekten çok zevkli. Tabi başka arkadaşlarım da vardı, en yakın kız arkadaşım Ponti,birinci siniftan bir sınıftayız ve yıllardır arkadaşız, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez dediklerinden. Genelde kızlara pek güvenmem, o yüzden erkek arkadaşlarım da çok oldu. Romeo da arkadaşımdı, kısa süre tanımama rağmen ona çok güveniyordum. Bi de Rebel vardı, hala var. Onla da çok garip bir ilişkimiz var, hem çok yakın hem mesafeli, hem seviyoruz hem didişiyoruz, ama nihayetinde dostluğumuz sağlam. Tabi zaman-zaman yanlış anlaşıldık, dedikodularla karşılaştık ama sanırım bu pek umrumuzda olmadı. Sadece önemsediğim kişilere durumu açıklamaya özen gösterdim hep, gerisi boştu. Romeoyla Rebel eskiden pek iyi anlaşamazlardı, ya da bir birinden pek hoşlanmıyorlardı bilmiyorum, ama biz çoğu zaman Ponti, Romeo ve ben takılırdık. Rebel sessiz, kendiyle olmayı seven, biraz da kendine kapanık bir tipdi belki de o yüzden. Buna rağmen birlikte iyi vakit geçirebiliyorduk, çok güzel oyunlar oynardık, sohbet ederdik, hiç bir şey yapmasak bile kantinde oturup ayranla simit yediğimiz o 15 dakika çok mutluyduk, en azından ben öyleydim. Bunlar genelleme, yani itiraftan önce ve sonra icin.
Itiraf günü, 11 aralık 2014. Sınıfta üçümüzdük - Romeo, Ponti ve ben. Bi ödev vardı, yazı yazıyorduk. Biz Pontiyle aynı sırada, hemen arkamda da Romeo oturuyordu. Hepimiz yazdığımız için sessizlik olmasın diye telefondan müzik açmıştım. Arada tabi laflıyorduk ve bu sebepten de işimiz uzuyordu. Belki de bu işimize geliyordu, birlikte zaman geçirmek çok keyifliydi. Sonra Emre Aydın - artık özlemek istemiyorum şarkısı çalmaya başladı, o sıralar bu şarkıyı yeni keşfetmiştim ve çok seviyordum, ben de mırıldanmaya başladım. Arada da bir birimize laf atıyoruz filan, tatlı didişmeler var. İş nereden nereye geldi tam hatırlamıyorum doğrusu. Sizce onu gaza getiren şarkı mıydı? Bence pusuya yatmış aslan uygun zamanı kolluyordu sadece. En son ne söylediğimi hatırlamıyorum, hatta bişey söylemiş miydim onu bile hatırlamıyorum. Ama ortam şu, adam tam arkamda, fonda dramatik bir şarkı, sınıfta neredeyse yalnızız ve bir anda gelen ses " seni seviyorum" dedi. O andan biraz öncesi ve sonrası yok bende, hatırlamıyorum. Evet bekliyordum, bir gun söyleyeceğini biliyordum, özellikle son zamanlarda bayağı kabarmıştı bu konu, neredeyse her kes biliyordu ama bilmiyormuş gibi yapıyordu, ben de dahil. Adama söylememesi için üstü kapalı mesajlar veriyordum ama anlaşılan pek almamış mesajları. İlgisini hiss ettiğim andan, eğer bu ilgi büyür de itiraf edecek hale gelirse, ne derim diye düşünüyordum açıkçası. Onu çok seviyordum, çok iyi arkadaşdık, çok iyi bir çocuktu, çok iyi zaman geçiriyorduk, ama ona aşık olamazdım, biliyordum kendimi ben aşık olamazdım, olamıyordum. Tabi o sesi duyduğum an donup kalmıştım. Ne yapmalıydım? Ne söyleye bilirdim ki? O an ona " ben de seni seviyorum" dan başka ne desem kalbi kırılacaktı. Romeo çok hassas bir çocuktu, bence hala öyle ama belli etmemeyi başarıyor az-çok. O an ne söyleyeceğimi neredeyse 10 ay filan düşünmüştüm ama bir cevap yoktu. O kadar çaresizdim ki, o an kaçmak istedim, onun söylediğine göre de kaçmayı da çok iyi başarıyormuşum. Ama malesef kaçan ben olmadım, ben ne yapayım diye düşünürken, Ponti bir bahaneyle ( sanki o an çokta önemliymiş gibi) sınıftan çıktı. O gitdikden sonra bişeyler konuştuk mu pek emin değilim, dediğim gibi donmuştum ve hafıza kaydı motoru muhtemelen çalışmıyordu. Hayatımda ilk kez biri duygularını yüzüme söylemişti. Ben hep "biri beni ne kadar seviyorum dese de bunu karşıma çıkıp yüzüme söyleme cesaretini gösteremiyorsa çok önemsemem" diyordum. Şimdi durum çok önemliydi. Sonrasına dair hatırladığım Pontinin elinde bir kaç simitle sınıfa girmesi ve biraz sonra Romeonun sınıfı terk etmesi. Sonra Pontiyle ne konuştuk, ödev noldu, eve nasıl gittik, ne yedim, ne yaptım hiç bişey hatırlamıyorum. Ben böyleysem o kim bilir ne haldeydi. Ona bir mesaj yazmıştım, onu bile ne zaman yazdığımı hatırlamıyorum. Ama mesajin nasıl gittiğini çok iyi hatırlıyorum. Mesajı yazmıştım ama göndermeden önce sakin kafayla tekrar okuyup ne söylemek istediğimden emin olmak istiyordum, gerekirse ilaveler ya da bazı cümleleri silmek gibi değişiklikler yapmayı planlıyordum. Tabi bunun için en uygun zaman akşam eve gidip odama kapanınca olacaktı. Dediğim gibi o benim için çok değerliydi,ona da hep söyledim bunu, onu kaybetmek istemiyordum, orta yolu bulmam lazımdı ve onu kırmadan ya da en az hasarla bu işi nasıl yoluna koyarım diye düşünüyordum. Bu arada biz son sınıftık ve üniversite sınavı için hazırlıklara gidiyorduk. Akşam 5 gibi matematik dersi vardı, hocanın evine gidiyorduk. O saate kadar nasıl nefes aldım o da yok bende, önceki dersleri nasıl geçiştirdim orası da. Bi de bizim grup matematiğe girerken onlar çıkıyordu hep, karşılaşmamışmıydık? Akşam dersteyiz, ve hocanın iki dakikalık su içmeye çıkmasında bile tartışılan konu belli. Ha bu arada matematikte 3 kişiyiz zaten, Ponti, ben ve bizimle ayni sınıfta okuyan kuzenim. Kendine kapanık ve huysuz biri olduğu için ona Baykuş derdik aramızda. 3 kişinin yarattığı sessizlikten faydalanan sevgili arkadaşlarım hemen üstüme çullandılar, "ne yaptın?", "ne yapacaksın?" da değil, direk şunu yapmalısın diye baskı yapıyorlardı. En cok da Ponti:
- Çocuk perişan olmuştur şimdi, merakta bırakma kızım.
- Konuşacağım zaten, ben en az zararla hall etmenin peşindeyim.
- Ne zararı, kızım, zarar ne? Bu çocuğu geri çevirmeyi düşünmüyorsun değil mi?
- Şu an o kafada değilim, bana göre değil bu işler artik.
- Salak salak konuşma, gül gibi çocuğu elinle geri mi iteceksin? Bak sonra çok pişman olursun, benden söylemesi. İçkisi yok, kumarı yok, hahaha tertemiz çocuk, hahaha daha ne istiyorsun?
- Evi var, arabası var hahaha- Baykuş
- Dalga geçmeyin be, ben çocuk kötü mü dedim? Ne yaşadığımı siz biliyorsunuz, yorgunum, kızlar, bu işler laylayloma gelmez, adam ciddi, oyle 3gunluk bisey deil bu, başından net tavrımı koymam lazım, çocuk boşuna umutlanmasın, sonda hepimiz çok üzülürüz en çok da o.
- Evet en çok da o üzülecek. Ama benden sana söylemesi.. Aha hoca geliyor..
- Sus, suss. Kaçıncı soruda kalmıştık ya..
Kafam çok karışıktı, devamlı ne yapacağımı düşünüyordum. Çözüm bulamamak da ayrı bi delirtiyordu. Romeoyu az da olsa iyi tanıyordum, çok temiz bir çocuktu. Hislerinden emin olmadan ya da ciddi olmasa bana bişey söylemezdi, çünkü en azından arkadaşdık. En çok da bu karıştırıyordu ortalığı. Ben en yakın arkadaşımın aksine hiç bir zaman güzel bir kız değildim, hanım hanımcık, zarif, bakımlı filan değilim. Tamam, iyrenç de değildim, sınıftan da çıkma teklifi almıştım ama bunlar benim için önemsizdi, nihayetinde ben kendimi öyle hissetmiyorum. Ben Romeonun aşık olacağı kız değildim, ama onun sesindeki netliği, önceden de sezdiğim tavırları çok netdi. Onca kızdan beni ayıran neydi? Bu güne kadar hep bunu düşündüm- "Niye ben?"
Romeo temiz ve dürüst olduğu kadar da çok kırılgan,bunu belli etmemeye çalışıyor hep ama öyle. Onu kırmamam lazımdı, onu kırmadan halletmeliydim, anlatmalıydım durumu. Daha önce böyle hissetmemişdim, hem onun gibi birinin kalbinde olmak hoşuma gidiyordu, hem de onu kırmanın, incitmenin endişesi beni deli ediyordu. Başkası olsa hiç düşünmeden olmaz der kapatırdım konuyu ama bu durumda yapamıyordum. Niye,bilmiyorum."Keşke ona aşık ola bilseydim..."
- Bana bak, ne zaman konuşacaksın?
- Konuşmayacağım, mesaj yazacağım, yüzüne bakarak konuşamam.
- Ne yazacaksın diye düşündün heralde?
- Yazdım aslında ama..
- Hadi versene okuyayım, ne olur, merak ediyorum.
- Dur göndermedim daha.
- Mesaj yazdıysan niye göndermedin ki? - Baykuş,- cos60 kaçdı ya..ha burda, doğru tahmin etmişim.
- Ay bu da bi alem ha, sen de gelme üstüme, daha tam netleşdirmedim, öylesine, bi ilk bişeyler yazdım sonrasına bakarız, değiştire bilirim bazı..
- Tamam değiştirirsin de ben bi o ilkine bakayım ne yazdın, abla tavsiyesi lazım olur belki
- Ne ablası, kızım, ben senden iki gün büyüğüm.
- Konumuz bu mu şimdi? Nasıl kıvırıyor, yiyeceğiz sanki Romeosunu, okuyacağım sadece,ver işte.
- Tamam, al oku, ama bak dikkat et, bişeye basma.
- Tamam, merak etme
- Bana da söyleyiiin,- Baykuş
- Ay sen burdamıydın, hahaha, tamam küsme be, göstereceğim.
Mesaj okundu, üstüne geyik bile yapıldı, en acıklı halimizde bile espiri yapmaya bayılırdık Pontiyle, dramdan komedi yaratıp saatlerce gülmek belki de en iyi yaptığımız şeydi. O mesaj Romeoya olduğu gibi gitti, hiç değiştirilmeden, ama ben yazsam da bana kısmet olmadı o mesjı göndermek.
- Kızım bak dikkat et, allah aşkına
- Ay gören de elimdeki nükleer bomba filan sanır
- Ne alakası var, ben sadece dikkatli ol diyorum.
- A mesaj gitti
- Ne? Ne gitti? Nereye gitti? Naptın kızım?
- Ben bişey yapmadım kendi gitti
- Ay zaten gönderecektin işte abartma- Baykuş
- Kendi gitti ne demek ya, manayakmısın kızım, delirtme beni, sana dikkatli ol demedim mi? Ver şunu! Günah bende tabi, ne diye güvenip veriyorsun ki? Evet, gönderecektim ama daha net kafayla daha net bir içerikde. Onu kırmamam lazım, anlamıyorsunuz, çok dikkatli olmam lazım, siz işin eğlencesindesiniz ya.
- Onu kırmak istemiyorsan, kabul et işte.
- Sırf beni seviyor diye mi? O benim arkadaşım, hepimizin arkadaşı, ayrıca aşk konusunda ne durumda olduğumu en çok da senin iyi bilmen gerekiyordu. Nasıl böyle bilinçsizce davrana biliyors..
- Hoca geliyor, hoca geliyor, sus tamam.
- Konuşcaz senle, küçük cadı.
- Havada kan kokusu var,hahaha, ııı hocam ben bu soruyu çözemedim, anlatırmısınız?- Baykuş
Mesajın içeriğini net hatırlamıyorum, hem çok zaman geçti, hem de çok heyecanlıydım onu yazarken. Ama ona ne kadar değer verdiğmi ve bu konularda kötü tecrübe edindiğim için kırgın olduğumu anlatmaya çalışmıştım. Ve en önemlisi, hayatımda kimseye kurmadığım bir cümleyi kurmuştum, belki bir gün olur, ama şimdi değil demiştim. Tamamen kestirip atamamıştım. Niye peki? Belki de sırf bu cümle onu yıllarca umutlandırmıştı. Hata mıydı, bilmiyorum.
Ne hissetmişti acaba okurken? Aralı kapı bıraktığım için sevinmişmiydi, yoksa diğer cümlelere üzülmüşmüydü? Ya da ne bekliyordu?
Sonra dersten çıkıp eve gelene kadar yolda da konuştuk kızlarla, daha çok da Pontiyle, Baykuş pek konuşkan değildi, ara-sıra alakalı ya da alakasız laf atardı ortaya, o da kaynardı arada. O gün niye bilmiyorum, Baykuşlara gidecektim,birlikte onlara gittik. Romeo cevap yazdığında ordaydım çünkü, onu hatırlıyorum. Ne konuştuk o akşam hatırlamıyorum ama sanırım zamana bırakmak için anlaştık. Ertesi gün karşılaştığımızda nasıl davranmıştık, ne konuşmuştuk, nasıl bakmıştı bana hiç hatırlamıyorum, önemsemediğim için değil ama,o kadar çok şey yaşadık ki, kısa sürede, karıştı kafamda. Sadece bir kaç ay, ama o kadar çok duygu yaşandı ki, ne yazık ki bunların hepsi güzel olamadı. İtiraftan sadece 3gün sonra ilk kez dans ettik. Bi arkadaşımızın evinde toplanmıştık, mezuniyet çekimleri için, müzik açıp eğleniyorduk arada. Sanırım ben açmıştım şarkıyı, çünkü çok seviyorum o şarkıyı. Serdar Ortaç - mesafe, ilk bu şarkıya dans etmiştik, ne güzeldi...
Bir kaç gün sonra belki de hayatımın şokunu yaşamıştım, bir o kadar da kırıcı ve iyrenç bir olayın içinde bulmuştum kendimi. Bir dedikodu ya da gevezelik diye bilirim. Ortak bir arkadaşımızın bu "centilmenliği" benim Romeonun karşısında utanmamdan başka bir işe yaramamıştı. 16 aralık öğrendim ve bunu Romeonun da biliyor olması beni fazlasıyla utandırıyordu. Tamam mükemmel biri değildim ama bunu hak etmemiştim. Uzun bir süre yüz yüze gelmemeye çalıştık, bunu ben istemiştim. O da çok üzülmüştü, beni teselli etmeye, bir kabahatim olmadığına inandırmaya çalışıyordu ama bu olay onun da kalbini çok kırmıştı. Bazen bana öyle bakıyordu ki, daha ne kadar üzeceksin beni der gibi. Canım yanıyordu, küçülüyordum karşısında, yok oluyordum. Ve ben toparlamaya çalıştıkça daha çok kırıp döküyordum, bunu sonradan farkettim. Bu yüzden bir süre daha sakin kalmaya çalıştım. Zaten o arkadaşla da bi daha konuşmadım. Bu konuda bile yüzleşmedim. Sadece bi kere, uzun süre sonra, mesafemi görüp anlamıştı ve okul bahçesinde kısa bir konuşma yapmıştık. Sabah okula gelirken bahçede beni çağırdı, durdum, bişeyler söyledi, boş laflardı sanırım, içten gelen bişeyler değildi, özür diledi, hiç değilse ilişkiyi kesmeyelim, 5 yıl sonra bir yerde karşılaştığımızda bir birimize selam vere bilelim filan dedi, ben de olanları hak etmediğmi ve onun da bunu hak etmediğini söyleyip okula girdim. Koridorda Romeonun deminden cam arkasından bizi izlediğini gördüm, önceden haberi vardı sanırım. Kedimi toparladım ve yanına gittim, keyifsizdi, fazlasıyla hem de. Hiç birimiz bişey sormadık. Bizim sorunumuz bu sanırım, problemleri zamanında tartışarak hall etmememiz, hep üstünü kapatmamız, yokmuş, hiç olmamış gibi. Ama daha önemli bir sorunumuz vardı: Ben bu adamı sevmiyordum ve her haraketim, her lafım ona umut oluyordu. Birlikte zaman geçirmekten gayet memnundum ama aynı şeyi düşünmüyorduk, hissetmiyorduk. Ben bir ilişki düşünmüyordum, buna gücüm yoktu, ama o her fırsatta bunu istediğini belirtiyordu. Sevgisini daima hiss etdirmesi beni boğuyordu. Belki yoktu ama ben hep üstümde baskı hiss ediyordum. Ve ne yazık ki, bu sadece Romeonun baskısı değildi, arkadaşlarım, en yakın dostlarım bile bana bu konuda baskı yapıyordu. Her kes benim hayatımdaki en büyük şansımın bu olduğunu düşünüyordu. Ben o kadar iğrenç bi insandım ki, sevilmeyi beceremediğim için ilk önüme gelenin sevgisine muhtaçtım onlara göre. Asla daha iyisi olmayacaktı ve ben körü körüne ona koşmalıydım. Her kes beni bu kadar ucuz görüyordu. Ve sırf bu yüzden ne hissettiğimin önemi olmadan ona karşılık vermemi istiyordu. Nankördüm onlara göre. Onun sevgisinin değerini bilemeyip ona layık olamadığım için hem de. Hep toplandığımızda illaki ima edilir, ya şakası yapılır ya da durumun dramatikliği konu olurdu. Bu beni fazlasıyla rahatsız ediyordu. Belki de sırf söz konusu olmamak için istemsizce ona gereğinden fazla iyi davranmaya başlamışdım ve bu da çok kötüydü. Beni rahatsız eden şey ona iyi davranmam değildi, zaten içimden ona kötü davranmak gelmiyordu ki. Ben zaten onunla konuşmaktan, yürümekten, ders çalışmaktan, onunla zaman geçirmekten çok mutluydum. Onun bana karşı duygularından haberdar olmadan önce de böyleydi bu, yani onun sevgisini istimal etmek değildi niyetim, hiç bir zaman da olmadı. Kötü olan onun benim ona her gülümsememde bile umutlanmasıydı, hareketlerimle istemeden de olsa onun duygularına karşılık vermiştim. Normal ilişkimiz hasar görmeden devam etmeliydi, en azından bir süreliğine. Çünkü üniversite hazırlığı dönemindeydik ve ani bir haraketle hayatımız fazla etkilene bilirdi. Ve ben bunu başaramamıştım. Yine her şeyi mahvetmiştim. Özellikle üzmemeye çalıştığım adamı farkında bile olmadan üzüyordum. Hatalıydım, telafi edilemeyecek hatalarım vardı. Zaman- zaman keşke beni hiç tanımasaydı dediğim oldu bu yüzden.
Bi keresinde kantinde oturuyoruz Ponti ve Rebel da ordaydı, genel konulardı konuştuğumuz birden niyeyse bana geldi konu, benim duygularıma. Adamın gözünün içine baktım dedim ki, ben birini seve biliyor olsaydım bu sen olurdun, ayrıca günün birinde birini seversem, söz, ilk sana söyleyeceğim. Kendimi ifade edemiyor gibi hissediyordum. Her fırsatta sorunun o olmadığını belirtme ihtiyacı duyuyordum, çünkü inanmıyordu kimse bana. O zamanlar en büyük hedefim hata yapmamaktı. Hiç bir şey yapmasam bile hata yapıyorum ben, bunu nasıl beceriyorsam çok başarılıyım. Onu çok üzeceğim de en başından belliymiş aslında, ona bu ismi ben takmıştım. Aslında her kese bir isim takarım ben, direk ismiyle hitap etmek fazla resmi geliyor ama ona sadece ben değil, arkadaş çevremizdeki neredeyse her kes böyle diyordu. Hatta bi keresinde bana bu ismi nerden taktın diye atar yapmıştı. Manyakça ola bilir, ama bazen beni azarlaması hoşuma gidiyordu. Yüzünde garip bir ifade oluşuyor, kaşları çatılıyor, gözler yere dikiliyor, dudaklar düşüyor filan. Sonra ben bişey diyorum o gülümsememek için kendini tutuyor, aslında kızgın bile değil belki ama ciddiyetini bozmamaya çalışıyor. Neyse işte geçiniyorduk böyle. Çok olaylı değildi günler ama az çok bişeyler oluyordu bazen. Şu bir kaç ayı atlatıp öyle karar verecektim sonrasına. Konuyu ortaya yatırıp tartışmamız lazımdı ama biz hiç tartışmıyorduk ki. Arkadaş olarak bile hiç bir konuda tartışmıyorduk. Garip değil mi? İkimiz de hiç sorun çıkarmayacak kadar mükemmel olamazdık, belli ki bana kıyamıyordu. Belki de sadece sorun yaratmamak için bir çok şeyi görmezden geliyorduk. Çünkü ben genelde birileriyle sorunları tartışan biriyim. Bilhassa Rebelle çok tartışırız. Dediğim gibi, aslında genelde iyi anlaşıyoruz ama ikimiz de kaba olduğumuz için sorun çıkıyor arada. Bi keresinde dozu fazla kaçırmıştık. Dersteydik, ingilizceden hocanın evinde, Ponti, Romeo, Baykuş filan az değildik, bizde yine bi sorun çıktı çünkü yanyana oturuyoruz ve sonu hiç güzel bitmedi:
- Doğru dürüst tutsana şunu.
- Sana ne oğlum, benim değil mi? Deli mi ne
- Göremiyorum akıllı, bişey göremiyorum
- Goremiyorsan, azcık zahmete gir ve kendine kitap getir, bana ne?
- Cadı!
- Öküz!
- Hipo!
- İspanyol öküzü! Sadece öküz! Pure yani, saf ve temiz, katkısız. 100% orijinal. Başka bir canlıyla alakası yok çünkü, bu kılıfa anca öküz olur!
- Bitdiyse test çözeceğim.
- Ya sen nasıl bir..
Boyle uzadı konu tabi. Adam kaç yıldır tanıyor, delirtmesini de iyi biliyor. Biz ufak bir şeyden bayağı tartışmayı uzattık, arada ben bunun ayağına vurdum, bu kalemle koluma vuruyo filan hiç işin ciddiyetinde değiliz ama, 5 dakika sonra oturup dertleşe de biliriz. Çocuk gibi davrandığımızın şu an farkına varıyorum. Ben bu arada Romeoya hiç bakmıyorum, adam delirmiş tabi, sinirden kıpkırmızı, surat düşmüş, deli gibi bakıyor. Rebel kaç yıllık arkadaşım , ilk tanıştığımız andan beri de atışıyoruz biz, hep böyleydik yani Romeonun böyle reaksiyon vereceği aklıma gelmemişti. Adam o kadar biriktirmiş ki, dayanamıyo artık bana. Çıkışta bişey demedi kimseye, hatta hiç konuşmadık sanırım. Ertesi gün okula gelmedi. Biz bu olaya bağlamadık tabi önce, çünkü Perşembe günü hazırlık dersi yoğun olduğu için gelmiyordu okula, Cuma da bazen. Cuma da gelmedi okula. Biz tabi orda şüphelendik. Aradık dersim var filan dedi. Ama bi kurt düştü içime dedim ki, kendime kızım sen bu çocuğu yine kırdın döktün. Ama öğlen yine ingilizce dersi var orda konuşuruz dedim. Tam olarak neye kızmış ya da kırılmış onu öğreneyim de ona göre savunaykm kendimi. Neyse gittik derste oturduk, daha gelmemişti, sorduk hoca gelmeyecek dedi, günü değiştirmiş. Bunu değince hoca her kes bana baktı, benim yüzümden, yine benim yüzümden. O an hem çok kızmıştım ona bu olayı büyüttüğünü düşünerek, hem de benim yüzümden yine üzüldüğü için kendimi çok suçlu hissediyordum. Adama ulaşmaya çalışıyorum cevap vermiyor, geri dönmüyor aramalara daha çok deliriyorum. Neyse akşama kadar bi kere konuştuk hiç takmıyormuş gibi her şey yolunda filan dedi, sesi telefonda iyi gelsin diye nasıl uğraşıyor bi de. O kısa konuşmada onu ikna etmem imkansızdı, kendisi aşırı keçidir. Ama o kadar üzülmüş ve daha çok ta kırılmış ki, kendime nefret ediyorum buna sebep olduğum için. Düşünsenize, çok sevmesine rağmen sevdiğini görmek istemiyor bir adam, onu görünce iyi hissetmesi lazım ama o sadece acı hissediyor, kırgınlık, öfke, belki de utanç hissediyor. Belki de kendine kızıyor niye onu sevdim diye. İşte o kadar hassas ve kırılgandı bizim Romeomuz.
Neyseki hocadan dersinin yarın erkenden olduğunu öğrendim. Kararlıyım, gideceğim, çünkü yine konuşmamız lazım ve biz yine pas geçiyoruz. Hiç bir şey olmamış gibi devam edemezdim hayatıma, deliye dönmüştüm zaten, bir an önce onu görmeliydim, sorun neyse çözmeliydik. Sabah kalktım erkenden hazırlandım, kahvaltıyı filan hazırladım, o sıralar annem şehirdışında babamla yalnız kalıyoruz, adam bu saatde nereye diye sordu, bunu hiç düşünmemiştim, ama yalan yok, ingilizceye gidiyorum.
Gittim oturdum, daha gelmemişti. Bekledim, ama 5 dakika bu kadar mı yavaş geçer? Oyalanmak için test çözüyorum, o stresle test çözülemez ki. Kafam o kadar karışık ki, o kadar çok korkuyorum ki toparlayayım derken daha çok dağıtırım, kalbini kırarım diye. Sanki kendimi ifade etmek için doğru kelimeleri bulmakta zorlanıyordum, anlatamıyordum, anlamak istemiyordu kimse. Kendi duygularımı bir kenara koymuştum artık, benim için o an benim hiç bir önemim yoktu. Tek maksadım bundan sonra onun yanında olmaktı, ona destek olmaktı. Ondan uzaklaşmak bana iyi gelmiyordu. Dün gece çok düşünmüştüm, ben onu kaybettikçe kendimi kontrol edemiyordum, ondan uzaklaştıkça kendime daha çok nefret ediyordum. Belki çok bencilce, belki sadece vicdan azabından, ama sonuçta kafama koymuştum, kendi duygularımı zorlama pahasına olsa bile onu üzmemeliydim. Eğer bensem sorun, bensem onu, hatta her kesi mutsuz eden, mutlu etmesini de bilmeliydim.
Bir kaç dakika sonra kapı açıldı, başımı kaldırıp bakmam çok sürmedi. Yüzünde o kadar garip bir ifade vardı ki. Şaşkınlık, kırgınlık, kızgınlık.. İlk kez belki de, beni gördüğüne bu kadar sevinmemişti. Sanki, niye geldinki der gibi umutsuz bir bakışla karşılaştığımda dün gece verdiğim kararın altını çizdim kafamda. Ortaya bir selam verdi, çünkü odada onun bir arkadaşı da vardı, durumu çok belli etmek istemiyordu. Her şey yolunda, hiç sorun yokmuş gibi davrandı. Hoca konuşalım diye dışarı çıktı ama sanırsam kapıyı dinliyordu, biraz sonra niye konuşup halletmiyorsunuz diye neredeyse kovdu bizi. Çıkın, dışarda ne konuşacaksanız konuşun, barışın öyle gelin gibi bir ifade kullandı. Romeo önce konuşacak bir şey yok diye istemediğini belli etdi ama ben ısrar edince çok uzatmadı. Çıktık, yürüyoruz sokakta. Ben konuyu açıp, tartışıp, hall etmeye çalıştıkça o kapatmaya, bastırmaya çalışıyordu. Açıkçası bu daha çok sinir bozucuydu. Söylemiştim, bu bizim en büyük sorunumuz ve farkımız. Bi de böyle durumlarda fazlasıyla can sıkıcı oluyor bu hal. Konuyu zar zor açtım, yüzüne bakamıyorum zaten. Hep söyleyemediği bişey varmış gibi hissediyorum, sormak istediği, kafasına takılan, durumları karıştıran bişeyler var ve o bunu açıkça söyleyemiyor, soramıyor gibi. Bunun için sürekli ona bunu soruyordum. Bilmiyorum, belki de benim paranoyamdı hepsi.
- Bak, kafana takılan her neyse açık açık konuşmalıyız, sormalısın. Ben de sana dürüst olacağıma söz veriyorum.
- Yo, ne ola bilir ki?
Bi de bu fırtınanın tam ortasında hiç bir şey olmamış gibi davranışı yok mu, beni çileden çıkarıyordu. Espri filan da yapıyor bazen, beynimden duman çıkıyor resmen.
- Nasıl, ne ola bilir ki? Bu kadar şey çok mu normal? Şu an burda bunu konuşmamız çok mu normal? Tamam hatalıyım, ben kendimi savunmuyorum, ama sen de bişey de be adam. Hiç bişey söylemeden çekip gitmek ne demek?
- Ne söylememi istiyorsun tam olarak?
- Aklından geçen neyse onu, kafandaki neyse onu, sorun neyse onu. Mesela, gününü niye değiştirdin? Okula niye gelmiyorsun? Niye benden kaçıyorsun?
- Iıı, senden kaçmıyorum, okula da aradığınızda da söyledim dersim vardı gelemedim, günü de böyle daha rahat oluyor diye canım istedi değiştim.
- Sağol valla çok tatmin edici oldu.
- Bi sorun olduğunu düşünen sensin, verdiğim cevapla da yetinmiyorsun, ben ne yapayım?
- Allah'ım adam ne kadar rahat, ben kaç gündür ne çekiyorum, adamdaki rahatlığa bak, sanırsın bizden kurtulmak için bahane arıyormuş.
- Yoo, öyle bişey yok.
- Ben var mı dedim? Zaten sorun senin bizden ya da sadece benden kurtulmak istemen değil, sen seni istemiyorum de hayatımda, ben tek kelime etmeden kapatayım konuyu. Sorun senin çözülecek ve ya konuşulması, tartışılması, açığa çıkarılması gereken konuyu hiç açmadan kapatıp, kaybolman.
- Kaybolmadım ki, buralardayım daha.
- Daha?
- Hep burada mı kalacağım?
- Niye ulaşamıyoruz sana peki? Niye açılmıyor telefonlar? Hatta çoğu zaman da kapalı. Madem sorun yok, niye böyle bakıyorsun? Normal mi bu konuşma? Sabahın sekizinde kalkıp oraya niye geldim ben?
- Belki biraz kafamı dinlemek istiyorum, olamaz mı?
- Allah aşkına sen beni delirtmeye mi çalışıyorsun?
- Yoo..
Kaç saat orda bu şekilde konuştuk, sonuç sıfır. Bi de donmuştum, nisan ayı olmasına rağmen hava çok soğuktu. Eve gitmem gerekiyordu, öğlen bi dersim daha vardı. Derse gittiğim okulda o da olacaktı, mutlaka konuşalım dedim orda. (konuşmamız da belli hani) Kafasını toplamasını, ciddi olmasını istedim. Ayrıldık öyle.
Öğlen erken geldim, derse vardı, konuşmaya çalıştık ama habire bişey çıktı, arkadaşım filan vardı yine doğru dürüst konuşamadık. Ama onu dönmeye ikna etmiştim. Biraz dramatiğe bağlayıp, biraz da atarlı konuşmam işe yaramıştı sanırım. Ama hemen dönmeyecekti. Biraz zaman istedi. Ben de bir haftaya kadar gelmezse, benim onun yanına geleceğimi dedim, anlaştık.
Bir hafta dolmadı bile. Bir ders sonra yine o açtı kapıyı. Ben arkası kapıya dönük oturuyordum. Kapı açıldı, içeri girdi, beklemiyordum doğrusu, sınırları zorlayacağını düşünmüştüm, hoca hoşgeldin değince bilinçsiz olararak geriye döndüm. Onu görünce o kadar sevindim ki. İlk kez dağıtdığımı toplamış gibiydim, onaramamıştım ama toplamıştım en azından. Her şeyi kurban vermek adına onu kaybetmeyecektim bu sefer.
Bir kaç ay kalmıştı zaten üniversite sınavına. Temmuz sonundaydı sınav, ona konsantre olmaya çalışıyorduk. Tabi o bir kaç ay da sorunsuz geçmemişti, illaki ufak tefek bile olsa tatsızlıklar oluyordu arada. Mayısta sınıf olarak daha çok zaman geçirmeye çalışıyorduk, mezuniyetden sonra toplanmamız zor olacaktı çünkü. Okuldaki mezuniyet töreninden önce kura çekmiştik, hediye alıyorduk bir birimize. Bir kaç kişiye hediye aldığım için kurada bana kimin çıktığını hatırlamıyorum. Romeoya hediye alırken çok düşünmüştüm. Güzel ve anlamlı bişey olmalıydı. Günlerce annemin başının etini yemiştim. Sonda tuttuğu takımın formasını almaya karar verdik. Aslında evde bi sürü forması vardı, bu hediyeyi özel kılması için üstüne Romeo yazdırmak iyi olur diye düşündüm. Ama şansıma makine bozulmuş. Elle yazdırdım, simli kalemle. Eh işte fena olmadı. Bence zaten giymeyecekti..
Büyük hevesle almama rağmen hediyesini bir türlü verememiştim. Son günlerde okula gelmiyordu. Bi de elinde bi sorun vardı bi kaç kere doktora gitmişti diye gelememişti. Onun da olayı ayrı tabi.
Elini incitmişti. Burda tam olarak suçlu sayılmam, kısmen bence. Çünkü işin aslını bilmiyordum. Romeonun kasabası bizim okula uzak olduğu için okula yakın bir evde kalıyordu. Ara sıra ailesini görmeye gidiyordu tabi. Mezuniyet törenine bir kaç gün kala ben kasabaya gidiyorum dedi, neden dedim işim var filan dedi, söylemedi. Ben de açıkçası çok ısrarcı değilim genelde, hele özel bir konu ola bilirse hiç. Konu kapandı orda, zaten 1-2 güne geleceğini söyledi, heralde özlemiştir filan diye düşündüm. O gittiği günün ertesi ingilizce hocamız okulda bana onunla ilgili imalar etdi, o geveze adamın sırıtak ve kendinden emince laf sokması hiç ama hiç hoş olmamıştı. Laf arasında biz Romeoyla dertleşiyoruz filan da deyince benim kafa atdı tabi. Romeonun gitmesini kaçmak olarak algıladım bir yerde. Mesajına filan da kısa cevaplar veriyorum. Haliyle adam ne oluyor diye merak ediyor, ama kasabada olduğu için karşı karşıya gelip konuşamıyoruz. Çok kızmıştım. Aramızdaki her neyse net bir şey olmadığı halde birilerine çok belirli bir ilişki varmış gibi mesaj vermiş olması düşüncesi aşırı sinir bozucu ve daha çokta kırıcıydı. Yüz yüze konuşmak en iyisi olacaktı, tabi o zamana kadar da sakinleşmiş olurdum diye düşünüyordum. Bi gün matematikten çıktık Pontiyle eve doğru gidiyoruz, onların sokağın başında sohbet koyulaştı, bari sokağa doğru yürüyelim zaman kazanırız diye onlara kadar yürüdük, kitap alıcam guya. Kapının önünde durduk.
- Dur bi kitap getireyim bahane olsun bari.
- Yarına lazım olmayacak bişey getir, defter filan da olur.
- Tamam, gelsene iki dakika otururuz biraz.
- Yok kızım, zaten geç oldu, annem merak eder, telefonum da yok, Baykuş eve varıyo sonra annem kızıyo niye geç geldin diye.
- Tamam, bekle iki dakika.
Kızım seninki gelmiş - bir kaç dakika sonra elinde bir kitap ve telefonla geldi Ponti.
- Benimki derken?
- Romeo işte.
- Nereye gelmiş? Niye erken gelmiş? Sen nerden biliyorsun?
- Baykuşu aramış, seninle konuşmak için hocanın evine gelmiş, biz de erken çıktık ya garibim bekliyomuş orda. Sonra Baykuşu aramış nerdesiniz diye.
- Ayy adamın kafası attı sonunda yemin ederim. Ama oh olsun, böyle deli ederler işte adamı.
- Yazık çocuğa, bi dinle. Bak boşuna atar yapıyorsun, pişman olacaksın. Sonra gelip bana " Yaa ben naaptıımm?" diye ağlama.
- Uff, sen de hep onun tarafındasın ha, yarın konuşuruz işte, madem gelmiş, anlarız neyin ne olduğunu.
- Arasak mı, gelse burada konuşsanız hall olsa, hiç yarına kalmasa?
- Haayıır! Şimdi olmaz! Daha kızgınlığım geçmedi.
- Ya bi gece de ne değişecek? Çocuk madem kalkmış gelmiş hocanın evine kadar, demek ki çok merak etmiş, bugün halledin işte.
- Kızım yok, böyle ulu orta ne gerek var. Rahatsız olurum, babam filan gelir görür, biliyosun durumları, bi de kaç saat ona laf anlat, hiiç uğraşamam.
- Birazcık geç kalmış ola bilirsin, çünkü geliyor seninki.
- Benimki? Ben bişey görmüyorum ki. O mu gerçekten?
- O, vallaha da o. Yalnız çocuk fena geliyor ha.
- Evet, gerçekten de gelen oysa fena geliyor. Ne yapacağım ben?
- Konuşacan, ne yapacan. Yalnız, siyah da bayağı yakışmış ha.
- He yakışmış, da bu niye böyle fazla sinirliymiş gibi geliyor? Korkmalı mıyım?
- Gibi? Öyle bence. Delirttin sonunda. Kork bence! Saçlar da nasıl savruluyor ama.
- Kız, sen bana ne gaz veriyon. Ben de ciddi ciddi dinliyorum salak gibi. Saçı sakalı niye karıştırıyorsun? Hiç iyi olmadı bu. Adam nasıl gazı almış geliyor, konuşulmaz ki şimdi.
- Valla daha fazla sinirlenirse ne yapar bilemiyorum. Uzatma bak, geliyor.
- Bak sen bişey söyleme, zırvalıyorsun böyle zamanlarda, toparlayamıyorum.
- Hıh! Sen önce kendini toparla. Aman da aman kimler gelmişş..
- Ben gidiyorum, sonra konuşuruz- dedim ve uzaklaşmaya çalıştım, adamın beyninden duman çıkıyordu neredeyse.
Sinirlenince kendime hakim olamıyorum, çok kırıcı oluyorum. Kendimi sakinleştirdikten sonra konuşursak daha verimli bir tartışma olurdu. Ama tabiki yine anlaşamadık. Israrla konuşmak istiyordu, ben de şimdi değil deyip hiç durmadan ilerliyordum. Ama çok sinirliydi. Tabi ben de biraz abartmıştım. Sokaktan çıktım, köşeyi döndüm, o durdu, beni çağırdı, ben de o an ona kızgınlığımdan daha çok birinin göreceği korkusunun telaşındaydım, istemsizce sesimi yükselttim ve hiç durmadan arkamı dönüp gittim. Tam arkamı dönüp bir kaç adım attığımda çat diye bir ses geldi. Ben telefonunu yere vurdu filan sandım, meğerse sinirden elini bir yerlere vurmuş. Eli de öyle yaralandı işte. Şimdi düşününce benim de suçum varmış.
Tabi o konu orda kalmadı, ertesi gün okulda konuşmadık, ne o konuyu konuştuk ne de başka bişey, yokmuşuz gibi. Niye bir birimize trip atıyorduk ki? Hep boş işler. Elden de hiç haberim yok bu arada, sonradan öğrendim.
Sonra sınıfta bi ara yalnız kaldık, ben israr ettim bu sefer konuşma esnasında adamın günahını aldığımı fark etim ve yine gönlünü almaya çalıştım. Bu konu çok uzamadı, hatta sonra hiç lafı bile edilmedi.
Mezuniyet töreni günü biz erkenden okula gitmiştik ama Romeo bayağı geç geldi. Terslikten hediyesini evde unutmuştum. Annemi aradım getirsin diye, zaten annemleri beklemem gerekiyordu. Annemler daha sonra geldiği için bahçeye çıkmadan önce veremedim. Bahçeye ikişer olarak sırayla çıkıyorduk. Ben Romeoyla, Ponti de Rebella çıkacaktı, ama Rebel okul birincisi olduğu için en önde tek duruyordu, Ponti de başka bir çocukla durdu. Bi de hoca tutturmaz mı el-ele tutsun her kes diye. Her kes el ele tuttu ama bahçeye çıktıktan sonra eli bırakmayı unutan bir tek bizdik. Sağ eliydi bir de, yaralı olan. Acımasına rağmen bırakmamıştı elimi. Oysaki canını daha çok yakacağımın farkında bile değildi.
Törenin sonlarına doğru, hediyeyi annemden almaya gittimde Ponti ve o da yanımdaydı. Sanırım onu annemle tanışdırmak istemiştim. Hangi akla hizmet acaba. Daha kötüsüde var. Şu an net hatırlamıyorum ama ben de daha doğrusu biz de, Pontiyle ben yani, onun annesiyle tanışmaya gitmişiz. Tamam arkadaşız filan da, ne gerek var yani. Ve tüm bunlardan sonra hediyesini verdim ona. Açdı ve çok sevdiğini söyledi, belki de sırf onun ne sevdiğini düşündüğüm için, onu özel hissettirdiğim için ki zaten öyleydi. Yüzünde çok masum bir ifadeyle sarıla bilirmiyim dedi, ben de itiraz etmedim. Öyle güzel sarıldı ki, aynı çok güzel sevdiği gibi, çok güzel baktığı gibi. O kadar ince bir ruhu vardı ki, hem 5 yaşındaki çocuk gibi, bazen öyle bişey yapıyordu ki, sanki kendi çocuğummuş gibi sarıp sarmalamak istiyordum, o kırılmasın, incinmesin diye. Bazen de çok sert bir adam gibiydi bakışı, tavrı, sözleri. İlk geldiği zamanlarda çok daha şakacıydı, güler yüzlüydü, hatta belki çok daha mutluydu. Onu ilk gördüğüm anı hatırlıyorum. 2013 Eylül. Saf çocuk mu yoksa sert adam mı olmaya karar verememiş azimli bir çocuk açtı kapıyı ve önce sınıfa, böylelikle de hayatımızın tam ortasına girdi. Pontiyle en arka sırada oturuyorduk, Baykuş en önde yalnızdı.
- Müdürün dediği çocuk bu. Akrabasımıymış neymiş.
- Yaa? Nerden geldi acaba? Hangi okuldan yani - Ponti
- Öğreniriz, burada nasıl olsa artık. Buralardan değil ama bence. Müdür uzaktan geleceğini söylemişti.
- Başka şehirden heralde.
- Heralde. Baya övdü adam öyle çocuk böyle çocuk diye.
- İyi çocuğa benziyo ama bence.
- Teneffüste gidelim mi yanına?
- Niye?
- Sohbet ederiz işte.
- Sen de her yeni gelenle uğraşma kızım.
- Ne zaman uğraştım kızım? İyi çocuğa benziyo işte, kendin söylüyorsun, bak uzaktan gelmiş yabancılık çekmesin hem.
- Tamam, ama tersleme ilk günden.
- Kızım, kabadayımıyım ben, niye tersleyeyim?
- Bilemiyorum, valla, Rebela ilk geldiği gün ne dediysen, hala aranız düzelemedi.
- 5yıl geçmiş üstünden ne alakası var? O beni genel olarak sevmiyo, huyumuz tutmuyo, öküzün teki işte.
- Sanki sen de çok.. Aa Baykuşun yanına oturdu.
- Bizimki de dünden razı, şuna bak.
- Ayy istermisin Baykuş aşık olsun?
- Valla Baykuş bu, ben her şey beklerim. Bir bakmışsın tavlamış.
- Ona da böyle de de kalbi kırılsın iyice.
- Amaaann.. Baksana hemen kaynaşdılar. Bu çocuk hiç de utangaç değil sanırım.
- İyi anlaşacağız o zaman. Ya tatlı çocuk ama. Bak Baykuşla da iyi anlaşdıysa bizimle sorun olmaz.
- Şu tombik yanaklara kanmamak lazım yine de. Aman neyse, 5 dakika çocuğun sınıfa girdiği daha bak biz neler konuşuyoruz.
- Gerçekten ya, ne fesatız ha, hahaha
Bu sohbet üzerine Romeoyla kaynaşmamız uzun sürmedi. Kısa sürede arkadaş olduk, iyi de anlaşdık. İyi ki de anlaştık.
Mezuniyet töreninden sonra fazla görüşemiyorduk, tüm sınıf olarak, okullar kapandı artık. Bi ingilizcede birlikteydik bizimkilerle. Artık tam olarak sınava konsantre olmuştuk. Özellikle mayısta boşlamıştık dersleri diye iyice çalışmamız gerekiyordu. Deneme sınavı sonuçları da pek istediğimiz gibi olmamıştı, çok yorgunduk hepimiz, her anlamda tükenmiştik. Ama tabi bu arkadaşlığımıza engel değildi. Hala hepimiz samimiydik. Bilhassa Romeo ve Rebella. Rebel genel olarak soğuk bir tipdi ama Romeoyla her şey normaldi. Ona şarkı sözleri veriyordum arada. Test çözerken hep müzik dinlerdim, sevdiklerimin de sözlerini yazıyordum bir kağıda, sonra da ona veriyordum. Niye mi? Bilmiyorum. Paylaşmayı seviyorum, mutluluğumu, hatıralarımı, anılarımı, güzel duygularımı paylaşmayı seviyorum. Tabi bu karşındakinin kim olduğuna göre de değişe biliyor. Romeo her şeyden önce benim çok iyi arkadaşımdı, özel duyguları olmasa bile çok iyi anlaşırdık bence. Ben zaten kanka olmak için yaratılmış biriyim, arkadaş olmamız daha yüksek ihtimaldi. Şarkı sözlerini de adamı duygusal anlamda etkilenmek için değil, onunla bişeyler paylaşmak istediğim için veriyordum. Bi keresinde yazdığım kağıdı okulda montunun cebine koymuşum, o da görmemiş. Ben bekliyorum tabi adam bişey diyecek, beğendiğini ya da nebileyim her hangi bişey. Ama adamdan tık yok. Merak ediyorum haliyle. Ertesi gün bulamadığını anlayıp Pontiyle yönlendiriyoruz okulda bulsun diye. Adama bak cebine bakmamış ya. İnsan bir gün içinde nasıl hiç cebine bakmaz? Bu da benim şansım işte. Neyseki bulmuştu sonra, hatta üstüne dalgasını da geçmiştik.
Sınavdan sonra, hayatımızın değişeceğini biliyordum, ama, açıkçası, ben iyiye doğru bir değişim hayal etmiştim. Bizim sınav günlerimiz farklıydı, Romeo bizden 10gun filan önce girmişti sınava. Sınavdan sonra çok merak etdiğm için ulaşmaya çalışıyordum. Sonucun iyi ya da kötü olmasına bağlı olmayarak, o gün çok duygusal olacağını biliyordum. Sadece onu merak ediyordum, sınav nasıl geçti diye sormayı düşünmüyordum bile. Akşama doğru zar zor ulaştım. Bir kaç dakika konuşa bildik anca. Bu bile içimi rahatlatmaya yetmişti. Sadece sesini duymak, iyi olduğuna emin olmak istemiştim zaten. Koşa koşa anneme giittim hemen, Romeoyla konuştuğumu, iyi olduğunu filan dedim. Mutluluğumu paylaştım her zamanki gibi.
Biz de sınavları verdik, bana göre iyiydi. Sonradan yapabilirdim hissiyle depresyona girmek gibi bir huyum yoktu. Elimden geleni yapıyorsam eğer, sonuç neyse onu hak etmişim demektir. Hırslı değildim, hala değilim. Üniversiteyi kazandıktan sonra hayatımda bir çok yenilik bekliyordum, umutluydum. En azından başarılı hissediyordum, sonunda babam beni görecekti, belki gurur duyacaktı. Ama daha çok nasihat vermeyi tercih etmişti. Sürekli bizi kız olduğumuz için uyarıyordu. Sanki dünyada her kes bizim kötülüğümüzü istiyormuş gibi bizi her kedten uzaklaştırmaya çalışıyordu. Bir gün sınırları aştı ve yasak koydu, okul bitti, arkadaşlık da bitti, her kesle ilişkini keseceksin dedi. Bir cümleyle anlattığım bu konu saatlerce sürmüştü belki de. O kadar çekilmezdiki. Kötüsü de ne biliyor musunuz, o anlamsız cümleleri hayatımın sonuna kadar, en iyi ihtimalle evlenene kadar sürekli duyacaktım. Babamla çocukluğumdan beri aramızda baba kız sevgi bağı yoktu, ama bu fazlaydı. Benim hayatıma böyle karışamazdı. Bu konuşmanın sonrasında evde annemle yalnız kaldık. Kanepede uzandım başımı annemin kucağına koydum, şarkı dinliyorum. Bir süre sonra sessizce ağlamaya başladım. Annem anladı tabi, biliyordu beni, istediğim şeylerden sürekli vazgeçiyordum zaten bişeylerin hatrına, ama bana istemediğim bişeyi zorla yaptırmak zordu. Canımın nasıl yandığını görüyordu. Kimin başlattığını bilmiyorum ama aramızda alakasız bir konuşma başladı. Sanırım bu benim babama artık bundan sonra istediğim doğru şeyleri yapmak için yalan söyleyeceğim içgüdümden kaynaklanıyordu.
- Başkasına nasıl gözünün içine baka baka yalan denir ki?
- Denmez, o bilmese bile senin vicdanın seni rahat bırakmaz.
- Ama mecburuz. Bazen kimse üzülmesin diye mecburuz yalan söylemeye.
- Eğer karşıdakine yalan söyleme ihtiyacı duyuyorsak karşılıklı ilişkimiz sahtedir. Zira samimi olsaydık böyle bir ihtiyaç duymazdık. Sevmediyimiz birini neden seviyormuş gibi mutlu etmeye çalışalım ki?
Bu cümle bana babamı unutturdu, o an aklımdaki sadece Romeoydu. Onu çok seviyordum ama aşık olmadığım halde aşıkmışım gibi mutlu etmeye çalışıyordum. Bildiğin sahtekarlık. Kafam karıştı. Yanlış bişey mi yapıyordum?
- Tamam, sevmiyoruz ama karşıdakinin bu sevgiye ihtiyacı var. Bu haksızlık mı ona yani? Sevgi bile olsa yalandan olunca haksızlık mı?
- Karşıdakinin gerçeğe ihtiyacı var. Kimse yalandan sevgi istemez, bence. Yalan üstüne kurulmuş her hangi ilişki, aile, dostluk, iş ve ya başka her hangi ilişki hayal kırıklığı, kırgınlık ve daha çok hasarla sonlanır.
- Telafisi de olmaz..?
- Tabi adamına göre değişir ama genelde olmaz. Yani sen üzülmesin diye yaptığın şey sonra daha çok üzmüş olur.
- Ben ne yapacağım şimdi? - iç sesimle sordum kendime.
Ben böyle düşünmemiştim. Annem haklıydı, sonda daha çok üzmüşolacaktım onu. Tabi annemin Romeo konusunda hiç bir şeyden haberi yoktu. Ve ben yalnız başıma karar vermek zorundaydım. Ben onu bırakmayacaktım, ne olursa olsun böyle üzmeyecektim. Peki sonra ne olacaktı? Onu sevmediğim halde seviyormuş gibi yaptığımı anladığında daha mutlu mu olacaktı? Bir yalancılığım, sahtekarlığım kalmıştı zaten görmediği. Onu da görse miydi? Delirmiş gibiydim. Saatlerce bunu düşündüm. Yol yakınken doğruyu söylemek mi daha iyiydi, yoksa verdiğim kararın üstünde durup devam etmek mi?
Ben bunu niye yapıyorum diye düşündüm. Onu çok üzmüştüm, o üzülünce ben de mahvoluyordum, üstelik onu üzen ben olduğum için vicdan azabı da çekiyordum. Sadece kimse mutsuz olmadın diye. Peki böyle devam etseydim sonda kim karlı çıkacaktı? Kimse, belki ona "o kızdan sana hayır gelmez" demiş birileri. Değermiydi böyle bir yalanın içine girmeye, bir birimizi aldatmaya, kırmaya?
Bana doğum günümde kar küresi almıştı. Çok güzeldi, aldığım en anlamlı hediyeydi belki de. Kar küremi aldım, tekrar tekrar çevire çevire düşündüm, mantıklı bir karar vermem lazımdı. Ve sanırım artık vazgeçmek daha ağır basıyordu. Bencilce, korkakça, hatta belki alçakça ama ben buydum. Hep bişeyleri yüzüme gözüme bulaştırmıştım, yine yarı yolda bırakıyordum, yine başlamadan bitiriyordum sırf korkularım yüzünden. Korkuyordum çünkü yaralıydım ve bir mücadeleden sağlam çıkacağımı snmıyordum. Karşısına geçib yüzsüz yüzsüz " ben her şeyi senin iyiliğin için yaptım" diyemem. Bunu ikimizin de iyiliğine olacağını düşünüyordum. Benden ona hayır gelmeyeceğini bildiğim için kendimi de zorlamanın anlamı yoktu..
Ertesi güne kadar düşünmem için kendime zaman verdim. Çok bişey değişmedi. Ona mesaj yazdım, seni sevmiyorum dedim. Ona gerçeği söyleyip ikimizi de anlamsız oyunun içinden çıkardığım için biraz rahatlayacağımı düşünüyordum. Ama ne hakdeydi kim bilir, buna rağmen bir nebze olsun rahatlamamıştım, hatta daha çok vicdan azabı çekiyordum. O konuşmayı pek hatırlamıyorum. Bana çok kızmıştı, kırılmıştı, hatta benden belki nefret bile ediyordu. Benim yüzümden benimle ilgili bütün umutları kırılmıştı, hayalleri mahv olmuştu. Ben böyle yarı yolda bırakılmamıştım hiç, ama o çaresizliği yaşamıştım, ona bunu yaşatmış olmak aşağılık bir davranıştı. Sayemde kendimden bir kez daha nefret ettim.
Sonra ne oldu? Neler yaşadı içinde. Ne kadar üzüldü, acı çekti. Belki de tamamen hayatından çıksaydım, ben ona kendimi hatırlatmasaydım o da unuturdu beni. Buna inanıyordum, açıkçası. Hatta belki de korkuyordum. Yapamadım ama, bunu bile beceremedim. Hem ortak arkadaşlarımız da vardı bi sürü, açıkçası ben de ondan uzaklaşmak istemiyordum. Arada net bir küslük kalsın istemiyordum. Normaliki insan gibi merhabamız olsa bile yeterdi. Karmakarışık bir durum: kalpler kırık ama gülümseniyor. Bir süre de böyle devam ettik.
Üniversiteye başladık, az çok hepimiz uzaklaştık bir birimizden. Zamanla Romeoyla da ilişki kesildi. Noktayı ne koydu hatırlamıyorum ama o da irtibatı kesince ben de üstelemedim. Zamanla unutsun bitsin işte. Bu sırada üniversitede hiç arkadaşım yok, kimseyle anlaşamıyorum. Eski hayatımı, tüm arkadaşlarımı çok özlüyordum. Buna rağmen kimseyle ilşkim kalmamıştı. Hatta Pontiyle bile çok seyrek konuşuyorduk. Çok mutsuzdum. Her gün berbattı. Özel günler bile berbattı. Berbat doğum günü, berbat bir yılbaşı, berbat tatil günleri, hafta sonu, hepsi.
Bir kaç kere bizimkiler buluşmuştu ama ben gidememiştim. Babamın kuralları belli. Uzun bir süre yalnız kaldım. Birinci yılın sonlarına doğru Pontiyi daha sık aramaya başladım ama mesafeler azıcık engel oluyordu. Aynı şehirde olmamıza rağmen hiç buluşmamıştık neredeyse. Zaten yazda memlekete döndüğümde bir erkek arkadaşı olduğunu öğrendim. Aydınlandı her şey. İkinci planda olmam çok şaşırtmamıştı beni. Bu duruma az çok alışmıştım.
O yaz Romeonun doğum gününü kutlamak için yazdım ona. Uzun süre sonra. Ne hissetmişti bilmiyorum ama pek hoş karşılamamıştı sanırım. Hala çok kırgındı bana. Açtığım yaraları hala acıyordu sanki. Yine utanmıştım, yine üzdüğüm gibi. Ordan normal arkadaş gibi hal hatır sorup, iletişim devam ede bilirdi belki. Ama hiç uzamadı o gün orda kapandı. Benim zaten yazacak, uzatacak yüzüm yok.
Sonraki yıl hiç konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Bi keresinde cesaret edip yazmak istemiştim ama sonra vazgeçtim. Yeniden deşmek istemedim. Yazmak istememe sebep olan menekşelerdi. Benim için topladığı menekşeler.
Bir gün, daha okul zamanında yani edebiyat dersindeydik. Son sınıfta. Mart nisan aylarıydı. Bi de Baykuş Romeo arıyo dedi, izin aldı dışarı çıktı. O zamanlar benim cep telefonum yoktu. Bir kaç dakika sonra içeri girdiğinde elinde yabani menekşeler vardı. Kokusu, rengi filan çok güzeldi. Hoca çiçeklerin çok güzel deyince Baykuşa, bizimki benim değil, ona geldi deyip bana uzattı. Tabi kimden geldiği bazılarına çok belliydi artık ama hoca bilmiyordu. Bi arkadaşımız dedim. Yarısını da Baykuş aldı zaten çok dikkat çekmeyeyim diye. Bazen çok zeki oluyordu bu kız valla.
O menekşelerin bir kaç tanesini defterimin arasında saklamıştım. Bi gün anıları tazelemek adına defteri sayfaladığımda çıktı karşıma. Eski günleri hatırladım. Çok duygulandım ve daha çok özledim. Yazmak istedim. Nasılsın diye mi başlayacaktım? Ne anlatacaktım? Ne konuşa bilirdikki? Tazelediğim anılar sadece güzel olanlar değildi malesef kendimde. Yaşadığımız, yaşattığım kötü günleri, anları da hatırladım. Vazgeçtim sonra. Onda da bunları tazelemenin hiç bir anlamı yoktu. Kendimi daha fazla küçük düşürmek gerekmezdi, yeterince ufalmıştım zaten. Ama o senenin yazında da doğum gününü kutlamıştım. Her sene kutlarım, her şeye rağmen. Bunun onu mutlu ya da mutsuz etmesini düşünmedim hiç, sadece içimden geliyordu. Biz her şeyden önce arkadaştık. Eskiden de olsa..
Üniversitedeki üçüncü yılımızda Pontiyle çok sık görüşüyorduk. Biz ilk yıl amcamlarda kalıyorduk ablamla, o yüzden pek aktif bir hayatım yoktu. Kendi evimize çıktıktan sonra Ponti de bize sık geliyordu, arada kalıyordu da. Bazen saatlerce oturup eski günleri konuşuyorduk. Tabi Romeo Pontiyle ortak arkadaşımız olduğu için sürekli o konuda baskı ve ya sitem ediyordu. Aklımın durulmasına izin vermiyordu, hep karışık, hep sorular, pişmanlık..
2017-nin sonuna doğru bir buluşma ayarlanmıştı. Tabi bu Pontinin teşebbüsüyle olmuştu. Ne ara buluşacak kadar unutmuştuk olanları bilmiyorum. Zaman değil mi? Zaman geçdikce nasıl kapanıyor üstü. Bir süre önce yüzümü bile gomek istemiyordu belki de. Ama şimdi buluşacaktık normal eski arkadaşlar gibi. Ben aslında korkuyordum karşılaşmaktan. Hiç birşey olmamış gibi davranmak yorucu olduğu kadar da utandırıcı olacaktı. Ama onu görmeyi çok istiyordum, çok özlemiştim hem de.
27 Aralık sanırım. Bir avmde buluşup film izleyelim diye konuştuk. Ayla filminde anlaştık.
Onunla ilk kez Ayla filmine gitmiştik. Tam da bu cümleyi bir kitapta okumuştum. Tesadüf!
Pontiyle Romeo benden önce varmıştı oraya, beni bekliyorlardı. Biraz geçikmiştim, oysaki hiç sevmem geç kalmayı. Sinema bölümünü bulmakta zorlandım, acele ettiğim için hemen mesaj attım gruba biriniz beni karşılayın diye. Tabiki Romeo gelmişti. Çok fazla mesafenin ardından onu görmek çok güzeldi. Moreli iyiydi, beni gördüğünde gülümsedi, kollarını açtı sonra sarılmak için. Yüzünde o kadar güzel bir ifade vardı ki, o an orda neredeyse tüm sorunlarımı unutmuştum. Adam huzur saçıyordu resmen.
Değişmişti. Hala bizim tatlı Romeomuzdu, ama tam da eskisi gibi değildi. Garip bir his vardı içimde. O kadar kurmuştum ki kafamda, bana böyle bakacağını beklemiyordum. Bu daha çok mu yakmıştı canımı acaba? Hiç birşey olmamış gibi, yıllardır aramız hep iyiymiş gibi davranması bana doğal gelmemişti. Ama her şeye rağmen çok güzel bir gün geçirmiştik. Önce filmi izledik. Film harikaydı, biraz duygusaldı ama çok güzeldi. Sonra bişeyler içtik kafede, sohbet ettik. Bize yılbaşı hediyeleri almıştı. Kar küresi. Evet, artık iki tane kar kürem vardı.
Ordan direk bizim eve otobüs vardı. Ama onlarla metroya inmek istedim. Sanırım biraz fazla zaman geçirmek içindi. Hepimiz aynı yöne giden trene bindik. Ponti bir istasyon sonra indi. Romeo da 3 istasyon sonra inecekti. Ama inmedi, ve hiç bir açıklama yapmadı. Canı öyle istiyormuş. Ben ısrarla geri dönmesini istedim, ama bizimki benden bile inatçıydı. Bizim evin oraya kadar geldi neredeyse. Allahtan markete girecektim, marketin önünde durdum, orda vedalaşalım diye.
- Evet marketin önüne geldiğimize göre, vedalaşalım. Ben markete gireceğim. Sen de git artık, beni de zor durumda bırakma.
- İstersen bekleyeyim, geç oldu, hava da karardı, eve kadar geçireyim, sonra dönerim.
- Yok canım, hiç gerek yok. Ev hemen şurda zaten. Hep gittiğim yol merak etme. Sen git. Bak hemen ilerden sağa dön, durak var ordan illaki bi otobüs bulursun giden.
- Tamam, eve varınca haber et o zaman.
- Tamam.
- Bugün için de teşekkür ederim.
- Ne demek efendim. Hediye alan benim, asıl ben teşekkür ederim.
- Hoşçakal.
- Hoşcakal.
O an stres içinde geberiyordum resmen. Biri görse yapacak açıklamam yok ki. Arkadaşım filan desem de kimse yemez yemin ediyorum. Neyse markete girdim, heyecanlı heyecanlı. Kapının önünde amcam. Ben bir heyecanlandım, bir soğuk ter döküyorum, ecel teri resmen.
- Aa, amcacım. Nasılsın? - selamlaştık.
- Sağol, ne yapıyorsun sen burda?
- Markete geldim. Ablam pasta yapacak da malzemeleri almaya geldim.
- Evden gelmiyorsun galiba.
- Ha evet, Pontiyle buluştuk da. Trafiğe takıldım biraz ondan geç kaldım. Aslında.. Aa, kuzen, sen de mi burdasın? Bebişim nerdeee?
- Sana da selam, canım.
- A pardon, selam, ben sizi birden görünce şaşırdım.
- Nerden geliyorsun böyle?
- Pontiyle buluştuk yılbaşı öncesi. Uzun zamandır buluşmuyorduk da.
- Hıı iyi, niye böyle kıpkırmızı oldun sen? Koşarak mı geldin?
- Ben mi? Yok canım, içerisi şey, market sıcak, beni de biliyosun sıcağa hiç dayanamıyorum. Neyse beni boş ver,bebiş nerde ya, çok özledim onu.
- Evde annemle, gelsene sen de.
- Gelirim valla. Dur ablama haber vereyim, hastalandı, evde. Merak etmesin beni.
- Tamam, biz arabada bekliyoruz o zaman.
- Tamam, fazla bekletmem, hemen şunları alıp geliyorum.
Hemen koşdur koşdur alışverişimi yapıp çıktım. Bu arada hediyeyi daha açmamıştım, bir an önce eve gidip görmek istiyordum ne olduğunu. Marketden çıkıp arabaya bindiğimde market torbalarının arasında saklamaya çalıştım hediye paketini. Ama pek başarılı olamamıştım.
- Bu hediye ne böyle?
- Hediye mi? Hediye sayılmaz, canım. Ponti işte, yılbaşı ya ondan şey etmiş.
- Hımm, her yıl başında hediye mi alıyorsunuz bir birinize?
- Yoo, içinden gelmiş işte.
- Niyeyse ben Pontinin aldığına pek inanamadım.
- Hıı sevgilim aldı, ben de sizden saklıyorum.
- Alsa saklarsın işte.
- Ayy uzatma allah aşkına, baban duyacak şimdi, uğraştırma beni.
- Kaç bakalım, kaç.
- Uff
O gün gece uyuyana kadar heyecanım geçmemişti. Saatlerce elim ayağım bir birine dolanmıştı. Aslında abartacak bişey yoktu, ama böyle durumlarda aşırı etkileniyordum. Hem onunla buluşmamız, bizim oraya kadar gelmesi, amcamlara yakanlanmaktan kılpayı kurtulmamız, üstüne bi de kuzenimin hediyeyi görüp bişeyler ima etmesi. Hepsi yeterince fazla olmuştu bana.
O gece uzun uzun düşündüm o günü. Ne hissediyordum? Adamın yüzüne baktığımda, ona sarıldığımda ne hissetmiştim? Tekrar bir araya gelmemiz iyi mi olmuştu kötü mü bilemiyordum. Hayatımda hala hiç kimse yoktu, hala hiç aşık olmamıştım, ama ona karşı da hislerimde bir değişiklik yoktu.
Sonrasında ara sıra konuşuyorduk. Hiç görüşmedik sonra. İkimiz görüşecek değildik, Ponti de bir kaç ay sonra evlendi. Şubatta sözlendi, martta nişanlandı, mart sonunda da evlendi. Böylece bizim ipler koptu. Pontinin düğününe de gelememişti Romeo. Rebel da gelmedi. Bir arada olamadık.
Ponti evlendikten sonra neredeyse hiç konuşmuyorduk, benle hiç bişey paylaşmıyordu, bana ihtiyacı yoktu yani. Biraz da ailevi sorunlarım vardı iyice kafayı yemiştim. Romeo ve Rebeldan başka hiç arkadaşım yoktu neredeyse. Ha bi de uniden bir kızla yakındık, arkadaşdık hatta. Guri, iyi bi kız, biraz değişik oluyor bazen, bazen de fazla duygusal ama iyi anlaşıyorduk işte. Bi de aile dostumuzun kızı Mery vardı. Babamla babası çok yakın arkadaşlar, hem akrabayız, hem de komşular. Mery de üniversite için gelmişti. Çok pozitif ve kafa kız.
Bu kadar. Kesik kesik ilişkiler. Her kesle biraz yani. Kendimi ortada kalmış gibi hissediyordum. Hayatımda koca bir boşluk vardı. Belki de hayatımın en kötü dönemiydi. Uzun süren bir depresyona girmiştim sanırım. Ve bunu çok sonra anladım. Aslında etrafımda bir sürü insan vardı ama hiç biri Ponti olamıyordu, kimse Romeo değildi. Her şey üstüme üstüme geliyordu. Pazarda annesini kaybetmiş küçük çocuk sıkıntısı vardı içimde resmen.
Haziran sonuna doğru Romeoyla daha sık konuşmaya başlamıştık. Sanırım ben çok yazıyordum. İhtiyacım vardı ona. Ama hiç eski konular açılmıyordu. Normal arkadaş gibi. Sorun edecek bir durum yoktu.
Tatilde memlekete döndüğümüzde. İşler karıştı ama. Sürekli babamla tartışıyorduk. Söylemiştim, ailevi bir problem vardı, çok uzamıştı ve babamın da sinirleri çok bozulmuştu. Adeta hıncını bizden alıyordu. Bu benim Romeoya daha çok ihtiyaç duymama neden oluyordu. Onunla konuşurken tamamen kopuyordum her şeyden. Sanki hayal aleminde gibiydim. Hiç bir şey yapmasa bile morelimi düzeltmeye yetiyordu bir mesajı. O kadar kaptırmıştım ki kendimi ona geceleri onunla ilgili hayal kurmaya başlamıştım. Bi kere bana sarılsa her şeyi unuturum gibi hissediyordum. Ona bunu söylememin anlamı yoktu. Belli etmemeye çalışıyordum. Ama yazıyordum. Ona hitaben. Hiç okumayacağını bilmeme rağmen yazmak da güzeldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Romeo
RomanceAşk her zaman kazanır mı? Liseli genç çocuğun aşkı her şeye rağmen, yıllar sonr bile aynı. Peki kırık bir kalbin kırdığı çocuğun kalbini kim onaracak? Bazen zaman ve özgür bırakmak yetiyor sanırım. (gerçek hikayemiz)