Karanlık üstüne karanlık, elini uzatsan kendi elini göremiyorsun. Karanlık. Tuvaletten çıkıp yolda öcülerin ve böcülerin seni yememesi için, kalçana vura vura odana topukladığın karanlık, lakin daha da zifiri.
Kulağıma sesler çalınıyor. Niye bir şeyler çalınıyor? Hayatlar, sevgiler, eşler, güzellikler... Ve flütler, gitarlar, piyanolar, kemanlar... Bin bir değişkenli hayatımızda kelimelerin bir manada olmasını istemek ayıp olurdu. Ah, ayıp! Bazı şeyler çok ayıp!
Seslerin netleşmesi uyanma belirtim. Gel bilincim gel, gel, gel, gel. Gözlerimi bir zorla açtım. Gözümü bedeni delip geçen bir ok gibi giren lamba ışığı yakarken sımsıkı kapattım.
"Şu ışığı kapatın." Ağzımı gevşete gevşete konuştum, solumdan sağıma döndüm ve göbeğimi bir miktar kaşıdım. Düğme sesiyle ve yüzüme vuran ışığın çekilmesiyle lambanın söndüğünü anladım. Şimdi gözlerimi açabilirim. Usul usul. Sokak lambasının perdenin ara kısımlarından yaptığı kaçak, içeriyi siluet moduna çevirmişti. Ne oldu bana diye sormama gerek yoktu. Başımda kimlerin olduğunu biliyordum. Nerede olduğum belliydi. Belki ne kadar baygın kaldığım bir soru işaretiydi, o kadar. Midemin bulandığını hissediyordum. Ağzımda ekşimik tat devam ediyordu. Bunların önemi vardı, ancak kim olduğunu bilirsin sen'i bulmak istiyordum. Zira kim olduğunu bilsem de, kim olduğunu bilmiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
şikeste-bal
Short Story"ölüyoruz, demek ki yaşanılacak" demişti şair, biliyorsunuz ben herkes Mersin'e giderken tersine gidenim, lafı da tersinden söylerim