“aptal kafam! nasıl unutmuş olabilirim, çok saçma. hâlbuki ne kadar havalı bir çıkış yapmıştım. yazık oldu.” minghao, junhui’nin evine geri dönerken sıkıntılı bir şekilde nefes alıp veriyor ve sessizce kendi kendine konuşuyordu.
kapının önüne geldiğinde zili çaldı ve açılmasını bekledi. birkaç saniye sonra kapı açıldı ve junhui hemen konuşmaya başladı.
“selam, hao! işte bu sefer seni karşılamış oldum, değil mi? süper! hoş geldin!” söylediklerine karşılık minghao gülümsedi ve kafasıyla bunları onayladı. utangaç bir şekilde konuşmaya başladı. “hoş buldum, hyung! şey, çantamı unutmuştum da o yüzden geldim. içeri girmeyeceğim.”
“pekâlâ, birazdan getiririm. biraz konuşalım. aceleyle çıkmıştın sanki? geri dönecek kadar zamanın varmış ama baksana.” junhui konuşmasını bitirdiğinde kollarını birleştirdi ve cevap bekleyen bakışlarını minghao’ya çevirdi.
“şey... annem, annem acil bir durum olmadığını söyledi! çantamı alıp onun yanına öyle gideceğim. hadi, hyung! sen de çantamı ver artık.” minghao hızlıca konuştu. kendi çapında başarılı bir yalan söylediğini düşünüyordu. inanıp inanmadığını kontrol etmek için junhui’ye baktı, gülümsüyordu.
“minghao, annen bana da aynı şeyi söyledi. acil bir durum yok.” cebinden minghao’nun telefonunu çıkarıp ona uzattı. minghao başını öne eğip utanarak telefonunu aldığında junhui, arkasını dönüp salona ilerledi. o sırada minghao’nun duyabileceği şekilde seslendi. “gelmiyor musun? eşyaların burada.”
yalanı açığa çıktığından dolayı minghao’nun suratında mahcup bir ifade vardı. bu ifadesiyle kapıyı kapatıp salona gitti ve çantasının yanında ayakta dikilen junhui’yi gördü. aceleyle çantasını alıp gülümseyerek junhui’ye baktı. “teşekkür ederim. haha, şimdi gideyim! hoşça kal, hyung!”
“bekle, söylemek veya açıklamak istediğin bir şey yok mu?” junhui, minghao’nun kolundan tutarak gitmesini engellemişti.
minghao tedirgince gülerek konuştu. “ne gibi? bir dakika, doğru! bugünü başka bir zaman telafi edelim, hyung! tekrar özür dilerim, görüşmek üzere!” tekrar ilerlemek için hareketlendi ve yine junhui tarafından durduruldu.
“hayır, bu değil. sen de biliyorsun ki acil işini soruyorum. hani gerçek olmayan.”
“şey, hyung... biraz sıkılmıştım ve şey bilirsin... yanınızda üçüncü teker gibi hissetmiştim. o yüzden böyle bir yalan söylemek durumunda kaldım. özür dilerim!” göz temasından kaçınarak konuştuktan sonra junhui’yi kontrol etti ve bu sefer yalanına inanmış olması için dua etti.
“inandırıcı değil. gerçeği söyle, mina sana bir şeyler mi saçmaladı?” junhui, karşısında sessizce bekleyen çocuktan cevabı almıştı. aniden odanın etrafında hızlı adımlar atarak aklına ne geliyorsa söylemeye başladı. “tanrım, bu kız tam bir manyak. gerçekten böyle biri olduğunu asla tahmin edemezdim. inanabiliyor musun, birkaç ayda beni tüm arkadaşlarımdan uzaklaştırdı. tabii ben de hatalıyım. herkes bana onun sorunlu biri olduğunu anlatmaya çalışmıştı, ben ise hiç kimseyi dinlemedim. ama bu sefer gerçekten anladım. bu kız korkutucu. sanırım ondan ayrılmalıyım.”
minghao şaşkınlıkla karşısında kendi kendine konuşan junhui’yi dinledi ve sessiz kalmaya devam etti. ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. junhui’nin sesi ile gözlerini ona çevirdi.
“selam, mina. hayır, seni özlediğim için aramadım. sadece ayrıldığımızı haber vermek istedim. mümkünse görüşmeyelim.” junhui, mina’yı dinlemeden konuşmayı sonlandırdı ve kendini kanepeye bıraktı. “bunu aylar önce yapmalıydım.” rahatladığını belirlen bir şekilde nefes verdi ve hâlâ odanın ortasında ayakta duran minghao’ya baktı.
“hey, minghao! şimdi senin sıran. ilişkisi biten arkadaşını teselli etmelisin.”
💌
yazdıklarımı asla beğenmiyor olmam 😿
