0.1

81 3 15
                                    

" Kalbi kanatan büyük acılar nasıl unutulur? İnsan kendinden ve acılarından kaçabilir mi? Huzur nerede, kimde?

Hikayem, kabuslardan ibaret. Asla uyanamadığım uykularım var benim. Gözlerim açılsa da uyanamadığım uykular... Kaçılması mümkün olmayan geçmişimin izleri, aklımda susmayan bir çığlık. Bu çığlık, yavaş yavaş ruhumu kemiriyor ve beni karanlığa çekiyor. Anlıyor musun?"

Şehri izleyen gözlerim yanımda duran ağaca kaydı. Ne ağacı olduğu hakkında fikrimin olmadığı bu ağaç, beni sıkılmadan dinlemişti. Ona gülümsedim. Ve,

" Teşekkürler dostum." dedim.

Oturmuş olduğum yerden kalkıp son kez şehre baktım. Gece, şehri korkutamamıştı. Şehrin büyük ışıkları vardı ve her yeri aydınlatıyordu. Ama gecenin bu karanlığı beni oldukça korkutuyordu. Onun karanlığına karşı bir nebze ışığım bile yoktu. Ağacı selamlayıp, motoruma doğru yürüdüm.

Gitmem gereken yerler vardı. Götürmem gereken mallar ve geleceklerini çalmam gereken gençler. Hâlbuki her şeyden kaçmam için yeterince param vardı. Ama buna devam etmeliydim. Kötü olmalıydım. Hayatımı çalan tanrıya kızgındım. Ve kullarının hayatını çalarak ondan intikam almak istiyordum. Gerçi olmayan bir tanrıdan intikam almak da az delilik değildi.

*

Mal teslimini yapmış ve çöplüğüme gelmiştim. Yağan yağmur, beni sırılsıklam yapsa da önemli değildi. Yağmur, güzeldi. Elimi ıslanmış saçlarımın arasından geçirdim ve içeri girdim. İçerisi yine duman içinde kalmıştı. Bir elinde sigarası, diğerinde telefon bağırarak konuşan İbo'yu görmem hiç dikkatimi çekmedi. İbo'ydu bu, bağırmak onun doğasında vardı. İbo ve bilardo masasında oynayan bir kaç kişi hariç mekânda kimse yoktu.

Deri koltuklardan birine oturdum ve bir sigara yaktım. Patron buraya gelmemi söylemişti ama yoktu. Ki burada olsaydı ne İbo bağırabilir, ne de masadakiler oyun oynayabilirdi. Koltuğa yaslanmış, gözlerimi kapatmış keyifle sigaramı içerken ortam sessizleşti. İşte şimdi gelmişti patron.

" Mavi, gel. "

Duyulan bu kalın ses üzerine ayağa kalktım. Bitmemiş sigaramı İbo'ya verip patronun ardından odaya girdim. Korumaları odanın her iki köşesinde dikilmiş beklerken, patron o ihtişamlı koltuğuna oturdu. Gözlerini kısıp gören tek gözüyle bana baktı.

" İş bitti mi? "

" Evet."

" İyi. Bir kaç gün sonra kumarhaneye. Tamam mıdır Mavi? "

Yalnızca kafamı sallamakla yetindim. Patron, bu hareketime güldü.

"Sen en iyi adamlarımdansın Mavi. Çünkü seni ben yetiştirdim." dedi.

Başımla onaylayıp çıktım odadan. Sinirle bir sigara daha yaktım. Beni yetiştirmek mi?! Sokakta bulduğu çocukları toplayıp uyuşturucu bağımlısı yapan ve onlara istediğini yaptıran adam beni yetiştirdiğini söylüyordu. Yetiştirmek bu muydu?

Yetimhaneden kaçmış akıllı bir çocuk olmam beni bağımlı olmaktan kurtarmıştı. Patron beni bulduğunda sadece on altı yaşındaydım. Donuk mavi gözleri, gözlerimle aynı renge sahipti. Beni kendine benzetmiş ve yanına almıştı. Neredeyse on yıldır gecelerim ona hizmet etmekle geçti, ki hâlâ geçiyor. Gündüzlerse benimdi. Işık, tüm kötülükleri durduruyordu.

Çöplüğümden ayrılıp kaldığım yere gitmeliydim. Güneş doğmak üzereydi ve ben ders dinleyebilmek için yalnızca bir saat olsa da uyumalıydım. Motoruma bindim ve süratle daireme sürdüm.

Üniversitenin yakınlarında bir apartmanda kalıyordum. Hızla asansöre bindim ve kapıma geldim. Botlarımı ve yağmurdan kalan nemli kıyafetlerimi çıkarıp, kendimi yatağa bıraktım. Yaz geliyor olmalıydı, hava sıcaktı ama ben hasta olacak gibiydim. En kısa sürede kendime bir araba almalıyım düşünceleriyle uykuya daldım.

T EV A FU KHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin