5.6

214 11 90
                                    

Ey gözler, son kez bakın! Ey kollar son kez kucaklayın! Ve siz, ey dudaklar, nefes kapıları, hakka uygun bir öpüşle mühürleyin aç gözlülükle yaptığım bu süresiz anlaşmayı!

Alec ahşap koltuğun kenarına, tahta zemine bağdaş kurmuştu ve kucağında bir kase çilek tutuyordu.

Taze, iri çilekler! Yeni yıkanmış, kıpkırmızı. Ah, düzinelerce çekirdeğin tane tane sıralandığı o tatlı meyveler... ve yeşil yaprakları. Daha lezzetli bulduğu çok az şey vardı.

Alec'e kaçamak bir bakış attı.

Arkasında şömine yanıyordu. Bir çıtırtı. Soluk sesleri. Saçlarının arkası kızıl. Ona bakan tarafı ise simsiyah. Gözleri, yüzü gölgelerde. Biraz gizemli. Biraz paspal. Yine de güzel. Her zaman olduğu gibi. Magnus'un onun nereden bulduğunu bilmediği kahverengi, çirkin kazağı giyse de. Ve boynuzları alevlerle tehlikeli bir biçimde parlasa da.

Güzeldi işte.

Pijaması birazcık aşağı kaymıştı. Beli hafifçe gözüküyordu. İç çamaşırının lastiği. Pürüzsüz teni. Uzun, siyah kuyruğu. Sesi yumuşaktı. Elleri nazik.

Magnus sakince yutkundu. Az önce ısırdığı çilek boğazından aşağı kayarak kayboldu. Yattığı yerden Alec'e baygınca gülümsedi. Başının altından kolunun tekini çekti ve parmaklarını ona uzattı. Yanağını okşadı. Sordu.

"Bugün özel bir gün mü?"

"Hm."

Magnus kıkırdadı. Keyfi yerindeydi. Bu oyun sabah başlamıştı. Alec uyanır uyanmaz Max'in sesini duyana kadar saatlerce onun yataktan ayrılmasına izin vermemişti. Gidip Max'i kontrol etmiş döndüğünde ise Magnus açlıktan yalvarana kadar onu banyodan çıkarmamıştı.

Daha sonra her zaman oturduğu masanın karşısındaki yerinden kalkıp yanına yerleşmişti. Kendisi çok az yemiş, Magnus yemek yerken de sürekli kolunu ve bacağını okşamış, ona öpücük kondurup durmuştu. Magnus ise gülmekten yemeğinin çoğunu kucağına dökmüştü.

Kahvaltı faslı bitince sarmaş dolaş salona geçmişlerdi. Magnus Max'e bir boyama kitabı vermiş, bir süre onunla oyalanmıştı. Daha sonra Alec onu koltuğa çekmiş ve bu çocuksu sanat boyunca öpmüştü. Magnus hatırladıkça kızarıyordu.

Alec onu öpmediği zamanlar besliyordu. Beslemediği zamanlar tatlı tatlı gülümsüyordu. Gülümsemediği zamanlarsa...

Gözlerini kaçırıp yutkundu.

"Bugün benim doğum günüm."

Magnus bakışlarını yeniden ona çevirdi. Gülmeye başladı. Bütün akşam yaptığı gibi. Sabahları uyuyorlardı. Geceleri ise ayaktaydılar. Şey gibi... tıpkı... bir vampir gibi.

Magnus uzun zamandır bu şekilde yaşıyordu. Ancak çocuğu ikna etmek zor olmuştu. Çok zor. Sık sık uyanmışlarlardı. Onu sakinleştirmiş, günlerce başında beklemişlerdi.

Önce birlikte uzanıyor ve el ele tutuşuyorlardı. Biraz muhabbet edip uyuyorlardı. Daha sonra Max'in sesi duyuluyordu. Genellikle, ilk önce Magnus açıyordu gözlerini. Ne yapacağını bilemiyordu başlarda. Tedirgin oluyordu. Panikliyordu. Er ya da geç mecburen Alec'i de uyandırıyordu.

Utanıyordu çoğunlukla. Bilgisizliğinden. Tecrübesizliğinden. Yıllarca tam aksiyle değerlendirilmişti. Fakat Alec'e bu süreçte çok az yardımcı olabilmişti. Onu dikkatle izlemişti tabii. Öğrenmişti. Geç olmuştu. Ne yapacağını bilemediği zamanlar hala oluyordu. Fakat bitmişti. Epey sürmüştü. Ama başarmışlardı sonunda. Bir aile olmuşlardı.

Yüzünde hafif bir tebessümle doğruldu. Dirseğine yaslandı. Alec'in ensesini tuttu. Kendine çekti. Saçları dudaklarına takıldı. Alec kahverengi tutamları yüzünden uzaklaştırdı. İstediği gibi öptü onu. Kendi istediği gibi. Magnus'un istediği gibi. Ardından büyücü tatminle geri çekildi. Gevşedi. Yeniden yastığa gömüldü.

"Hayır değil."

Alec ısrar etti.

"Evet öyle."

Magnus güldü. Başını iki yana salladı.

"Hayır değil. Olmadığına eminim."

Alec, beyaz kasenin dibinden bir çilek daha çıkarmak için elini uzattı. Duraksadı. Yukarı doğru tırmanan küçük bir çatlak vardı orada. Bir ton daha koyu. Göze çarpan. Dikkatini dağıtan.

Gözbebekleri küçüldü. Ardından büyüdü. Açık maviler ve koyu lacivertler bir çiçek dürbününün yaramaz oyunları gibi dağılıp birleşti. Pahalı bir kilisenin özenle kesilmiş vitray camları gibi. Elmas, safir ve obsidiyen gibi.

Alec çileği aldı. Aldı ve ona sundu. Uzun, koyu kirpikler bakmayı en sevdiği gözleri ondan saklamıştı. Ve Alec onlardan nefret edemiyordu. Üzücü olan da buydu işte. Çünkü aynı kişiye aittiler.

Magnus dudaklarını yaladı. Ağzını araladı. Alec siyah, sivri tırnakları arasındaki meyveyi dikkatlice dilinin üzerine bıraktı. Büyücünün dişleri erken kapandı. Çilekten kızıl bir sıvı aktı. Ağzının çizgisinden yanaklarına doğru süzüldü.

Magnus refleksle gözlerini açtı. Elini silmek için kaldırdı. Daha sonra duraksadı. Alec ona bakıyordu. Bir ifade yoktu aslında. Ama... Garip bir hisle sarsıldı. Tanıdık değildi. Bir ağırlık vardı. Adını koyamıyordu. Yutkundu. O çirkin his geldiği kadar çabuk kayboldu. Alec ona serin bir şekilde fısıldadı.

"Gidip Max'e bakacağım. Daha sonra seni çok özel bir yere götüreceğim."

Magnus Alec'in onu götüreceği yeri tahmin edebiliyordu. İçinde bir lamba, büyük bir dolap ve çift kişilik bir yatak vardı.

Hızlıca başını salladı.

Alec yanağını başparmağıyla sildi. Dudaklarına dikkatsiz bir öpücük kondurdu. Öpücük, olması gerekenden biraz daha uzun sürdü. Tatlı. Şekerli. Her öpücük gibi eninde sonunda bitti. Ve yeterli gelmedi. Magnus arkasından gülümseyerek el salladı. Tam o sırada telefonu çaldı.

Jace. Nefes nefese.

Magnus kaşlarını çattı. Uzandığı yerde doğruldu.

"Hey, sakin ol. Sorun ne?"

Jace histerik bir ruh halindeydi. Duyduğu tek şey karmaşaydı. Çok fazla cızırtı. Çok fazla kesik sözcük.

"Yavaş konuş."

"Al... ec'le misin?"

Magnus ağır ağır ayağa kalkıp şömineye doğru ilerledi. Huzursuz olduğu zamanlarda yaptığı gibi boynundaki kolyeyle oynuyordu.

"Evet. Tabii ki. Max'e bakmaya çıktı."

"Ah! Ha... yır!"

Magnus endişeliydi.

"Jace. Bana sorunun ne olduğunu söyle. Alec'le mi ilgili? Merkez-"

"Alec bize ulaştı. Bir... aracılığıyla. Senin tehlikede olduğunu söyledi. Uçurumda olmalı... Magnus. Biz oradayız."

"Uçurum mu? Ne?"

"Alec oraya yaklaşamaz."

"Evet. Bu yüzden oraya gitmemeliyim. Bir dakika. Oradayız mı dedin sen? Orada yani? İskoçy-"

"Parabatai mührüm, o..."

Hat yeniden kesildi. Magnus telefonu kulağına bastırdı. Sesi ister istemez yükseldi.

"Ne?!"

"KAYBOLDU!"

Magnus'un yüzü gevşedi. Parmakları. Donakaldı.

"Magnus hemen oradan çıkmalısın!"

Ağırlıkla eğilen tahtanın çıkardığı rastgele bir gıcırtı.

Bir ses.

Melodikti.

Ölümcül.

"Mags?"

Tam o anda kolye titreşmeye başladı.

**

1!

Mea CulpaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin