İçimizdeki şeytanları biz yaratırdık.
Kendime bir ev bulmak istemiştim. Bir göçebe gibi oradan oraya sürüklenmek, umutsuzluk içinde çırpınan ruhumu fazla yormuştu. Yalnızdım. Çevrem kalabalık olsa bile içimde yaşadığım o dört duvar üstüme gelmeye başladığında zihnimde beliren o sese engel olamamıştım.
Hayatım boyunca sahip olduğum sayılı şeyler vardı. Onların da elimden öylece kayıp gittiğini fark ettiğimde buna engel olabilmek için o sese kulak vermiştim. İçimde günden güne büyüyen o şeytana.
"Daha ne kadar bu sessizliğini koruyacaksın. Konuşmaman senin aleyhine işliyor. Bize tüm bildiklerini anlatıp iş birliği yaparsan bu sana fayda sağlayacaktır."
Robotik bir ses. Sürekli aynı tonla tekrar edilmekten bir süre sonra ezberlenmiş sözler.
Duyuyordum ama algılamakta zorluk yaşıyordum. Kulaklarım o kadar doluydu ki onun sesi arkada bir cızırtı gibi geliyordu.
Masanın üzerinde sabitlenmiş olan metale bağlı kelepçelerin çevrelediği bileklerimin etrafı kızarmış ve soyulmuştu. Ufak bir sızı iğne batar gibi kendini belli aralıklarla hatırlatsa da içimde yaşadığım yıkımın yanında hiçbir şeydi. El bileğimi hafifçe oynattım. İçeriyi dolduran metalik ses ile gözlerimi kapattım ve yüzünün bir kez daha gözlerimin önündeki o karanlık perdede belirmesine izin verdim.
Dudaklarımı birbirine bastırdığımda kırmızı rujumun tadını dilimde hissettim. Kan gibiydi. Midem çalkalandı ve başım döndü. Gözlerimi araladım. Kadın memurun gözlerine baktım.
"Her şeyimi elimden alacaktı." dedim sakin bir sesle. Dudağımın kenarı kıvrıldı. Burnum sızladı. İçerisi soğuktu ama şakağımdan çeneme kadar akan bir ter damlasını hissettim. Gümüşi renk kaküllerim alnıma yapışmıştı. "Daha ona sahip bile olamamışken nasıl gitmesine izin verebilirdim?"
●
-Raen
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Secret Life of Flowers
FanfictionHikayelerin her zaman anlatılmamış bir tarafı vardır. İyi ile kötü; beyaz ile siyahın çarpışmasını konu alır. Bu hikayede iyi olan ben değildim ama yolumu bulmaya çalışırken kalbimi oluşturan tüm taşları da kendi cehennemimin yollarına dizdim. İçimi...