❈XXIII

161 16 6
                                    

Bu hayatta neyi ekersen onu biçersin derlerdi. Bu ektiklerim bir şekilde benim hayrıma dokunmayan şeyler olmuştu. Hatalar yapmış bu hatalardan ders çıkarıp bir daha yapmam demem beklenirken her defasında çok daha kötüsü ile çıkagelmiştim.

Neden bunu yaptın diye bile sormamıştım hiç. Sorarsam bir cevap alamayacağımı biliyordum belki de.

Sorarsam eğer, kendi acımı bastırıp görmezden gelebilmek için başka acılara sebep olduğumu duymak istemedim sadece.

Bir okulun çatısında hiç tanımadığım bir çocukla sohbet ederken kendi beceriksiz intihar girişimimi es geçip ona en iyi şekilde nasıl acılarından kurtulacağına dair nasihat verirken hiç de aklımda kötülük yapmak yoktu. Sadece bu dünyanın yaşanmaya değer bir yer olmadığını biliyordum ve bunun bilincinde olarak kendi canımı defalarca kez önemsemeyip başkasının da acı çekmesini engellemek istemiştim.

Ciddiydim ya da değildim. Artık ne fark eder, o çocuk bir tuvalet kabininde son soluğunu verirken hiç acı çekti mi diye düşünmemiştim bile.

Çünkü ben buydum yıkar geçerdim ve ardıma bile bir daha bakmazdım.

Polisler JiYoo'nun kazasından sonra her birimizi sorguya almaya başlamıştı. JiYoo'nun arkadaşları ve onu tanıyan en yakın çevresi gibi gözükürken dün gece şahit olduğum o konuşmadan ötürü bizi asıl sorgulamak istedikleri şeyi biliyordum.

Şu filmlerde görünen kötü aydınlatmalı bir masa iki sandalye ve aynalı bir camdan oluşan bir odada sorgumun alınmasını beklerken sıkkın bir tavır takınmaya çalışıyordum ama içimde uyanan panik canavarı bu ifadesizliğimi bir cam gibi paramparça etmek için kabarıyordu.

Masanın ahşap yüzünü ellerimin altında hissederken bir bardak su gözüme çarptı. Karşıda bir kamera vardı ama açık olup olmadığı anlaşılmıyordu. Karşımda duran kendimi gördüğüm aynalı camın arkasında beni izlediklerini biliyordum.

Basit bir sorgudan ziyade JiYoo'nun kanında yüksek miktarda madde bulunmasından ötürü bu kadar ayrıntılı hareket ediyorlardı. Benden ya da bir başkasından şüphelendiklerinden ötürü değildi.

RedLine'da senelerimi geçirmişti. Hangi deliğinden ne saklı olduğunu en iyi bilen benken bu noktadan sonra da her şeyin bana bağlı olduğunu biliyordum.

"Merhaba."

İçeri bir dosya ile giren kadın polis memur bana ufak bir gülümse göndererek sandalyeyi tiz bir ses çıkararak çekip oturduğunda dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı bir kez salladım.

"Ben Kim Jiyoo'nun davası ile ilgilenen amir Min JiEun. Buraya neden geldiğini biliyorsundur," diye başladı sözlerine. Kahverengi boyalı saçlarını sıkı bir şekilde ensesinde topuz yapmış yüzünde minimum makyaj ve üstündeki maskülen kıyafetler ile çok ciddi bir havası vardı.

"Evet." Dedim sadece.

"Güzel." Dedi kafasını sallayarak. Dosyayı açtı ve bir şeylere baktıktan sonra "JiYoo'yu nereden tanıdığınla başlayabiliriz."

Derin bir nefes alarak "RedLine'dan tanışıyoruz. Bunun dışında aynı bölümdeniz. Konuşmuşluğumuz var." Dedim gözlerimi gözlerine sabitleyerek.

"Nasıl biri olarak tarif edersin onu?" diye sordu bu sefer. Tek düze bir sesi vardı. Hiçbir duygu kırıntısı bile barındırmadığı için bu tür tiplerle konuşmak ekstra yoruyordu insanı.

"Kendi halinde." Dedim biraz düşündükten sonra. "Aynı ortamlarda bulunduğumuz olmuştu."

"Katayama Hana," dedi sakince. "Sorguya aldığımız başka birileri geçen haftalarda düzenlediğin ev partisinde bir tatsızlık yaşadığınızdan bahsetti. Bu olayı bir de senden dinlemek isterim."

The Secret Life of FlowersHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin