Birinci Bölüm

46 1 2
                                    

        "Balvor, burada bir bebek var. Yardım et!"

        Bu iki talihsiz adam, etrafı dağlar ve denizlerle çevrilmiş, verimsiz toprakları yüzünden haritalardan silinmiş ve unutulmuş, meşe ağaçlarıyla dolu büyük Numyatin ormanının derinliklerindeydi. Metrelerce öteden duyulan çığlıklara ilerlediklerinde, karşılarına henüz yürüyemeyecek kadar küçük ve ağlamaktan bitkin düşmüş bir bebek çıkmıştı.

* * *

         Genç adam, küçüklüğüne dair sahip olduğu hatırlaması güç olan bu anıları neredeyse her rüyasında görüyordu, fakat pek tutarlı değildi. Gördüğü bu rüyanın ardından ise, dağın eteğine kurulmuş küçük bir köydeki evinde uykusundan uyandı. Tahtadan yapılma evi küçüktü ve soğuk günlerde bile iç ısıtacak bir havaya sahipti.

         "Günaydın Yuatin."

Evinin açık kapısından onu selamlayan kişi, şafak ışığı ve akşamı andıran turuncu gökyüzüyle beraber atmışlı yaşlarında, sıcakkanlı yüz ifadesi, zayıf ve kambur vücuduyla köy ahalinden biri İkincimeşe'ydi. Yuatin güneşin ışığıyla elini gözüne siper edip, kısık gözünü açtı ve yanıt verdi.

         "Günaydın İkincimeşe."

Barleyoak köyünde selam verenin kim olduğunun bir önemi yoktu. Çünkü köydekilere göre bu köyde herkes bir aile gibiydi.

         "Kalk, toparlan haydi. Köy meydanında toplanıp leziz çorbalar, yemekler pişirdik. Hep beraber yiyelim."

Yaklaşık yüz, iki yüz metre ötede, büyük kazanlarda pişen yemeklerin kokusu Yuatin'in evine kadar gelmişti. Her ne kadar evinden çıkmak için hevesi olmasa da iştahı açılmıştı.

         "Hemen geliyorum." dedi ve uyuya kaldığı sandalyeden doğruldu.

İkincimeşe onaylar şekilde başını öne eğip, tebessüm ederek köy meydanına doğru ağır adımlarla yoluna devam etti.

         Yuatin, önceki gün kuyudan çekip ayırdığı bir kova suyla elini yüzünü yıkadı. Birincimeşe'nin ona hediye ettiği aynadan kendine baktı ve bir iç çekti. Odasını aydınlatmak için kullandığı pencere kenarındaki mumu söndürdü. Kapısının arkasından uzun paltosunu aldı ve evin kapısını kapadı, ardından köy meydanına doğru yola çıktı.

         İştahı açılmıştı, bir an önce yemek yemek istiyordu fakat yine de birkaç gündür Yuatin'in sorguladığı şeyler, onun kafasını karıştırıyordu. Alıştığı için hiç dikkat etmemişti ama İkincimeşe'yi ve çocukluğundan beri tanıdığı, ona adını Numyatin'den veren diğer dört Meşe'nin hiç değişmediğini fark etmişti. Yaşlanmıyorlardı. Boyları uzamıyor ya da kısalmıyordu. Saçları ve sakalları da hep aynı mıydı hatırlamıyordu. Kendisinin vücudu yaklaşık yirmi yılda çok değişmişti. Sakalı çıkmış, sesi kalınlaşmış ve boyu neredeyse iki metreyi bulmuştu. Ama hayatının her bölümünde yetişkin olarak tanıdığı Meşe'ler hiç yaşlanmadığından, kendisinin de daha fazla büyüyüp büyüyemeyeceğini bilmiyordu.

        Sur gibi çitlerle kaplı köy girişinin birkaç yüz metre ötesindeki köy meydanına geldiğinde, Yuatin etrafta yaklaşık yirmi kişi gördü. Bu hemen hemen köydeki herkes demekti. Uzun, yıpranmış tahtadan masalarda üst üste konulmuş kâseler, büyük bardaklar ve küçük yuvarlak ekmekler vardı. Köyün ortasındaki mevsimsiz sararan büyük ağaçtan yerlere ve masaların üzerine düşen sonbahar rengindeki yapraklar ise çok güzel bir manzara oluşturuyordu. Masaların hemen yanındaki kazanlarda ise, Yuatin'in de bir hayli sevdiği tavşan çorbası ve sebze yemeği pişiyordu. Dördüncümeşe, Meşeler'in arasında en genç görünümlü, tombul, kısa boylu ve kıvırcık saçlı erkekti. Kazanlardaki yemekleri karıştırıp, bir yandan da iştahla tadıyordu. Yanında ise Üçüncümeşe vardı. Orta yaşlarında, enerjik ve eğlenceli bir kadındı. Üçüncümeşe her seferinde masanın üstünden iki tane boş kâse alıp kazanın önüne gidiyor, Dördüncümeşe koskoca bir kâseyi iki kepçeyle doluyordu. Yemeğin buharı daha üstündeyken, masanın üzerindeki ekmeklerden de bir tane alıp, masalarda bekleyen köy sakinlerine servis ediyorlardı.

YuatinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin