Uçmak her seferinde beni bu kadar yoracaksa, kanatlardan vazgeçebilirdim. Kanatların sırtımla birleştiği yerdeki yoğun acının dışında, vücudumda kırgındı. Yatakta doğrulup gerildiğim sırada kulağıma babamın sözleri çalındı."Alışana kadar her işin yorgunluğu kendinedir kızım. İki gün sabredersen, üçüncü gün alışmış olacaksın."
Odun taşımak için ona yardım etmek adına yalvarmıştım. Yorulacağımı söylese de itiraz etmiştim. Odunlar bittiğinde bende bitmiştim ama yine de onunla vakit geçirmek güzeldi. Nitekim babamın dediği gibi olmuş, üçüncü gün vücudum alışmıştı. Artık daha az yoruluyordum. O zaman şu durumda da biraz daha antrenman yapmam gerekiyordu. Bu düşüncenin mutluluğuyla yataktan fırlayıp kendimi dışarı attım. İçerden birkaç şeyin devrilme sesi geldi. Gelince de toparlayabilirdim.
.
.
.
Kapıdan girmeden önce kanatlarımı iyice gererek, yanlarıma doğru açtım. Sabah uçmak iyi hissettirmişti. Her ne kadar bu uçuşum öğle vaktine kadar sürse de, artık kanatlarımı daha güçlü hissediyordum. Mutfağa dalıp, dün akşamdan bıraktığım sandviçten koca bir ısırık aldım. Havadan mıdır bilinmez, iştahım çok fazla açılmıştı. Bunun yetmeyeceğini anlayınca, bir yandan sandviçi yiyip, bir yandan kendime omlet yaptım. Onu da yedikten sonra, bir keyif kahvesi yapıp, salonun ormana bakan tarafındaki pufa oturdum. Muhteşem hissediyordum. Yenilenmiş gibi... Yüzümde silemediğim bir gülümseme vardı. Sağ elime kupamı tutarken sol elimle kanatlarıma dokundum. Tüylerim anında dikilirken, omuriliğimden aşağı bir ürperti indi. Tazelenmek tam anlamıyla buydu.
Kapanan gözlerimi açıp, Simon'a günlük raporumu yazdım. Mutfağa gidip kupamı yıkarken, elimdeki telefonu musluğun altına düşürdüm. Ah, Tanrım!! Sadece bardak çalkalayacaktım. Simon delirecekti şimdi! Nasıl haber verecektim ona? Musluğu kapatıp, telefonu kuruladım. Bir ihtimal çalışır diye umduysam da, hayır. Bugünlük keyfim buraya kadardı.
Kafamı eğmiş salona geçerken, salonun camının önünden gelen bir ses dikkatimi çekmişti. Kafamı kaldırmadan göz ucuyla baktım. Bir şey görünmüyordu. Yabani hayvan olabilirdi.
Siktir! Telefonumun bozulduğu zamanı mı buldun?!
Yatak odasına geçip, koluma bağladığım fularlardan birini yüzüme bağladım. Uçmak güzel hissettiriyordu ama rüzgar uzun mesafe de yüzümü acıtıyordu. Yatak odasından çıktığım anda izleniyormuş hissi tüylerimi diken diken yaptı. Etrafıma bakındığımda birini göremesem de bu histen kurtulamamıştım. Dış kapıya yöneldiğimde, koluma yapışan ellerle neye uğradığımı şaşırdım. Geriye doğru itilmemle sırtım kapının yanındaki dolaba çarptı. Bir an afallasam da kafamı kaldırıp, kim olduğuna bakabildim. Her şeyi umardım ama karşımda devasa beyaz kanatlar görmeyi beklemiyordum. Nefesim kesilirken, yaklaşan tekmesinden son bir güçle kaçabildim. Simsiyah gözleri beni öldürecekmiş gibi bakıyordu. Hiç tanımadığım bu insanın benimle ne derdi olduğunu bilemesem de canımın derdine düşmüştüm. Ayağa kalkıp salona doğru koştum. Uzun boyuyla bütün evi kaplamış gibiydi. Koşmuyor sadece sık adımlarla beni takip ediyordu. Salonun ormana açılan kapısına biraz kala boğuk sesi küçücük evde iliklerime kadar işledi.
"Henüz değil!"
Sesi tok, nefesi hırıltılıydı. Her harfinden nefret akıyordu. Saçlarımdan yakalayıp beni geriye çekti. Deli gibi canım yansa da dişlerimi birbirine kenetleyip, yerimde durdum. Nefesi saçlarıma vuruyordu.
"Bu kadar yıldan sonra, nereden çıktın sen?"
"Anlamıyorum.. ne senesi? Sen kimsin?"
Saçlarımdaki elini daha da sıktığında, bu sefer çığlığımı zapt edemedim. Ani bir kararla kafamı geriye savurdum.
"Siktir!"
VE BİNGO!
Gafil avlanmıştı. Salondan ormana geçip, oyalanmadan havalandım. Nereye kaçacağımı bilmiyordum ama öylece pes etmeyecektim. Havanın bulutlu olmasını lehime kullanabilirsem, kurtulabilirdim belki. Asla arkama bakmıyordum ama onu orada hissediyordum. Hiçbir yere sapmadan ilerledim... ilerledim. Sonunda bir bulut kümesinin içine daldım. Yönümü sağa çevirip, uçmaya devam ettim. Bir ses duymamama karşın o yönde ilerledim. Bir süre o şekilde devam ettiğimde, üzerimdeki varlığını hissettim. Ve yaklaşıyordu. Kanat çırpmayı bırakıp, kollarımı yanlarıma sabitledim. Kafa üstü yere düşerken, gözlerimi yukarı kaldırdım. Hala peşimdeydi. Yapacak tek bir şey kalmıştı. Yere iki metre kala o da bana epey yaklaşmıştı. Yüz metre de bir anda kanatlarımı açıp kendimi yukarı savurdum.
"Sokayım!"
Homurdanması kulağıma dolduğunda gülmek istedim. Gerçekten onu yanıltmıştım. O toparlayana kadar aramıza beş yüz metre sokmayı başardım. Şimdi bana gereken yine bir bulut kümesiydi. Yoksa peşimi bırakacağı yoktu. Muhtemelen o zaman da bırakmazdı ama belki kaçabilirdim işte! Uzunca bir mesafe yine dümdüz ilerledim ve çıkabildiğim kadar yukarı çıktım. Artık soğuk tenimi üşütmeye başladığında etrafa göz ucuyla baktım. En yakındaki küme, en az iki kilometre ötedeydi. Başka şansım yoktu. Keskin bir şekilde yönümü oraya çevirdim.
"Elbet seni yakalayacağım..."
Bu sefer ki sesi, öncekilere benzemiyordu.
Ölüm kokuyordu..
Nefret kokuyordu...
En kötüsü de söz verir gibiydi.
Başka bir ihtimal yokmuş gibi...
Net ve ölümcül..
Telaşlanarak kendimi daha hızlı savurdum. Az kalmıştı. Onunda hızlandığını kanatlarının güçlü sesiyle anlamıştım. Kafamı geriye atıp ona baktım. Pusudaki aslan gibi, gözlerini bir an olsun benden ayırmıyordu. Siyah gözlerindeki, nefret beni daha önce hiçbir şeyden korkmadım kadar korkutuyordu.
Kafamı çevirip önüme odaklandım. Ona teslim olmayacaktım. Daha güçlü kanat çırpmaya başladım. Soğuk ve yorgunluk beni ele geçirmiş, artık vücudum titremeye başlamıştı. Kümeye yaklaştığımı fark etsem de yorgunluğuma yapacak bir şey yoktu. Elli metre kala sesi tekrar doldu kulaklarıma:
"HAYIR!"
Neye hayır, dememek için dudağımı ısırdım. Rüzgardan çatlayan dudaklarımdan kaçan sıcak kan dilimle buluştu. Kümenin içine girdiğim an kanat çırpmayı bıraktım. Bitmiştim. Bir kere daha kanat çırpamazdım. Boşlukta salınmayı beklerken, sert zemine düşmem, beynimi sarsmıştı. Kafamı kaldırıp, etrafa baktım. Bulanık gördüğüm birkaç siyah kanattan nerede olduğumu az çok anlamıştım. Bayılmadan önceki sözlerim biraz kaba olmuştu.
"Siktir! Bu da mı gerçek?!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HOSTIUM
FantasyGözlerimi bağlamış olsa da arkamdaki varlığı hissediyorum. Tüylerimi diken diken eden nefesi, bana ölümün soğukluğunu hatırlatıyordu. Zaten ondaki boş bakışlar, yalnızca Azrail'e ait olabilirdi. Gözleri bedenimle buluştuğu anda sonbaharda rüzgara d...