38!

2.3K 197 17
                                    

"dinleyeceğim, jungkook. bu onuncu kez soruşun, dinleyeceğim, tamam mı?"

elinde değildi ancak, kaybedecek bir dakikası, bir saniyesi bile olmasa dahi yine de sözlerinin biteceğinden emin olmalıydı, kaçmayacağından, bir kez daha küçük parmaklarının arasından kayıp gitmeyeceğinden emin olmalıydı. emin olmalıydı, sımsıkı tutmalıydı onu dudaklarından, yüzüklerinden, kirpiklerinden ve ellerinden, bir daha gitmeye kalkışmayacağına emin olana dek asla ama asla bırakmamalıydı.

öylesine bir parktaki öylesine banklarına geri oturmuşlardı şimdi, jungkook endişeyle bağdaş kurduğu bacaklarının üzerinde birleştirdiği elleriyle oynarken yoongi alıp başını gitmenin derdindeydi. çocuk biraz daha oyalanırsa, bir kere daha aynı soruyu yöneltirse kendisine gerçekten kalkıp gidecekti, bunu kendisine de söylemişti ancak dinliyor gibi gözükmüyordu ki bu cidden siktiri çekip gitmesi için yalnızca kendisine daha fazla neden vermekteydi.

ancak yine de çocuğun bakışlarında, omuzlarının düşüklüğünde kalbinin küçük derinliklerini sızlatan bir şeyler vardı.

"tamam. tamam, özür dilerim. anlatıyorum." oysa ellerinden tutsa şimdi her şey daha kolay olacaktı doğrusu.

"dediğim gibi biz, ben yedinci sınıfa, sen ise lise bire giderken tanıştık, evinin hemen dışında oturduğun bankta. yağmur yağıyordu, üşüyordum ve sen de çantandan çıkardığın hırkayı bana vermiştin, sende kalsın demiştin."

kendine inatla uzattığı soluk kırmızı hırkayı dikkatlice ellerine alırken bununla ilgili herhangi bir anısını bulmaya çalıştı zihninde, annesiyle birlikte gidip aldığını hatırlıyordu, birkaç kere okula giydiğini ve o sırada hoşlandığı çocuk olan baekhyun'un hırkasını epey sevdiğini, niye versindi ki bunu ona? özellikle de beğendiği çocuktan iltifatlar işittikten sonra?

"en sevdiğin hırkanmış ama hiç geri istemedin, ben de vermedim. üniversitede çok uzun bir süre boyunca görüşmediğimiz zamanlar oluyordu, ders çalışmaktan başka hiçbir şey yapamadığımız zamanlar, o zaman buna tutunuyordum."

yoongi dudaklarında beliren ufak gülümsemeye söz geçiremezken jungkook'un stresle yukarı kaldırdığı omuzları çocuğun kıvrılan dudaklarının köşesine saklanıp yumuşadı yavaşça, "ancak sana vermem gerekiyordu. istemiyorsan tabi ki.. geri alabilirim. seve seve."

yoongi bir süre hırkayla baktı öylece, çenesini hafifçe kasmış endişeli çocuk görüş açısına girerken yine, büzülen dudaklarında ve korkmuş bakışlarında parmaklarını karıncalandıran bir içgüdü gizliydi, yanakları parmakları arasına alınmak için sessizce çığırıyordu adeta, parmakları avuç içlerine tutunmak için çaresizce titreşiyordu. yoongi, burkuluyordu.

"aramız çabuk ısındı, annemler tanıştı ve haliyle biz de bir kez daha bir araya geldik. bana ödevlerimde yardım ediyordun, sana oyun konsolumdaki oyunları gösteriyordum. saçlarıms dokunurdun sürekli, sürekli, koltukta otururken açtığın bacakların arasına ilişirsem ellerin hep saçlarımda olurdu. annem sana saç örmeyi öğrettiğinde fazlasıyla eğlenmiştin bu yüzden, küçük küçük örer saçlarımı sonra annemin verdiği küçük plastik tokalarla tuttururdun."

sahip olmadığı anıları dinlemek çok burkuk hissettiriyordu. karşısında oturmuş elleriyle oynayan ufak çocuğa bir şeyler hissettirebilen, kalbini rahatlatabilen, canını yakabilen ve dudaklarını kaşındırabilen bir şeylerin parçası olmuşsa bile hiçbir şey hissedememek çok boşlukta kalıyordu. tam göğsünün üzerine oturmuş bir boşluktan bahsediyordu, oralarda bir yerlerde jungkook her gülümsediğinde biraz daha boğulmasını sağlayan bir ağırlık.

"bir nevi birlikte büyüdük, ne sen küçük sayılırdın gerçi ne de ben, ancak beni sen büyüttün. seni sevdiğimi biliyordum, o bankta oturduğum ve gözlerine bakarken hoşlandığım kıza vereceğim özene bezene yazdığım kalplerle donatılmış kağıdı unuttuğumdan beridir de biliyorum bunu. arkadaşlığımız süresince sayısız kız arkadaşın oldu, biri cidden iyi kızdı ancak hepsi seni benden kıskandıkları için sinirliydi. ya bunu öğrenip sen ayrıldın onlardan ya da onlar terketti. ancak bu konuda da hiç sinirlenmedin bana ve ıslak saçlarımı kurutmaya, senden uzun olsam bile duvarın kenarında boyumu ölçmeme yardımcı olmaya devam ettin."

hiç mi hatırlamıyordu? birazcık bile mi? öyle çok şey hatırlamasına gerek yoktu, yalnızca pazar akşamları onda kaldığında nasıl saçlarından öptüğünü, o öpünce kendisinin nasıl kızardığını hatırlasa yeterdi. yalnızca ilk defa okulda elini tuttuğunda gülümsemesinin ne kadar büyük olduğunu hatırlasa yeterdi, doğum günü pastası için krema hazırladıklarında torbanın patladığını ve her yer batmış olsa bile dudaklarına sıçrayan şekeri nasıl sildiğini hatırlasa yeterdi. çok.. çok bir şey istemiyordu. gerçekten.

"sürekli ya ben sizin evde kalıyordum ya da siz bizim evde, annem seni benim abim, kendi oğlu olarak görüyordu, abimi çok severdin. o da seni çok severdi. burada olsaydı.. burada olsaydı emin ol sana her şeyi bir de kendisi anlatırdı."

yoongi uzanıp yavaşça küçülerek kendine doğru çektiği dizilerinden birine koydu elini, hafifçe kaydırarak parmaklarını bulurken yüzü ifadesiz olsa bile jungkook ellerinden yayılan sıcaklığı hissedebiliyordu ya, bu ikisine de yeterdi.

hiçbir şey hatırlamıyor değildi, yalnızca hatırladığı kırık anı parçalarını jungkook'la birleştirmekte zorlanıyordu. onunla konuşurken kalbinin hızlandığı, attığı fotoğraflara kaydederken yanaklarının kızardığı, onu düşününce, onu ve onunla ilgili her şeyi düşününce mutlu olduğu vir gerçekti. eğer bütün anlattıklarında yalan söylemiyorsa ona bu kadar çekiliyor olması, üzerindeki yağmurlu bulutların canını bu kadar yakıyor olması mantık kazanıyordu.

yoongi inanmak istiyordu.

"üniversiteyi haliyle benden önce kazandın, annen daha fazla şehirde kalmamayı tercih ederek eski evinizr geri döndü ve sen yurda taşındın. fotoğrafçılık okuyordun, arada sırada, hayır, neredeyse her hafta sonunu orada birlikte geçirirdik çünkü oda arkadaşın ya kız arkadaşının yanına uğruyor ya da mimarlık öğrencisi yazıklığıyla atölyede oluyordu. önceleri sadece bana ders çalıştırır, birlikte projelerini yapar sohbet ederdik. tabi.. sonra her şey değişti."

yoongi inanmaya muhtaçtı.

kafasını önüne eğmiş hararetle bir şeyler anlatan dudaklarından sevdiği çocuğun bütün kelimelerine inanmaya muhtaçtı. eğer şüphe duymaya başlarsa kaybolacağından korkuyordu ve jungkook şu an çok ev kokuyordu, belki saçlarına çiseleyen yağmurdan gelen bir histi ancak göğsüne sokulup orada soluk bulmak istiyordu.

"ben.. birinci senemdeydim sanırım. tarih çok da önemli değil, seninle aynı üniversitede değildim ancak sorun da değildi açıkçası, elimden geldiğince sana geliyordum, elinden geldiğince bana geliyordun, ortak kütüphanede birlikte ders çalışıyorduk. doğum günümdü, hatırlıyor musun? ensene kazılı tarih. eğer istemezsen sildirme işlemlerinin parasını verebilirim hyung. her neyse. o gün geldin, ve öptün beni, dudaklarımdan. sonra da kaçtın gittin."

yoongi jungkook'un gülümsemesine güldü yavaşça, bunu yapmış olduğuna inanamıyordu ancak jungkook cidden güzel çocuktu, şaşırmaması gerekirdi. "daha sonra sabaha kadar konuştuk. hislerinden bahsettin, her şeyden bahsettik ve ertesi sabah kapımda, babamın gözleri önünde belime sarılıyordun."

"tabi bu sefer arkadaşlıktan da öte bir kıkırtıyla dudaklarını omzuma bastırdığını görmese her şey daha da iyi olabilirdi."

yoon.gi_min onlineHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin